Barış (Picasso)

1952'de Picasso, kendi seçtiği bir tema üzerine son büyük yapıtlarından birini verir. O zamandan bu yana resimlerinin çoğu, başka ressamların yapıtlarını temel almıştır. Bu yapıt, iki büyük panodan oluşur:

Savaş ve Barış.


Barış Panosu

Barış panosu, Picasso'nun geç kalmış tanıklığı olarak görülebilir pekâlâ. Picasso, her zaman insanlarla ilgilenen bir ressam olmuştur. Hiçbir zaman bir estet olmamıştır. Bu nedenle bu panoda, yaşlı bir adam olarak onun insanlık durumu üzerine yorumlarını okuyabiliriz.

Bütünüyle hümanisttir Picasso — en yüce değerin, insanın mutluluğu olduğuna inanır. Bu resimde (Yaşama Sevinci'nin tersine) kültürün, bu mutluluğun koşullarından biri olduğunu öne sürer. Böyle bir kültür, toplumsal örgütlenmeyi getirir akla. Bir kadın kitap okumaktadır. Bir adam bir şeyler yazmaktadır. Bir başkası flüt çalmaktadır. Bir oğlan çocuk at yedmektedir. iki kadın dans etmektedir. Pastoral bir sahnedir bu.

Bununla birlikte, gözümüze çarpan şey, bu görüde yirminci yüzyılla ilgili hiçbir ipucunun bulunmamasıdır. Resme konan nesneler —kum saati, cam balık kavanozu, kuş kafesi, kamış flüt, sağ taraftaki adamın yakmaya çalıştığı ateş, atın saban çekmekte kullanılanlara benzer koşumları— bunların çoğu, aslında daha erken, daha basit bir uygarlığı çağrıştırır.

Bunu daha da vurgulamak istercesine, resme bir de büyü öğesi katılmıştır. Atın, Pegasus gibi kanatları vardır. Güneşin gözü vardır. Balık kavanozunda kuşlar uçmakta, kuş kafesinde de balıklar yüzmektedir.


Elbette böyle bir resim yalnızca görülenlere dayanılarak yorumlanmamalıdır. İçinde ortaya çıktıkları uygarlıkları aşıp günümüze kadar gelen devralınmış simgeleri de hesaba katmak gerekir. Şiirsel anlatıma da bakmalıdır. Burada vurgulamak istediğim şey, bu tablodaki şiirin yalın, fantastik, efsanevi olduğu, bir bakıma da atasözü niteliği taşıdığıdır. Bu resim, halk masalları ve tekerleme geleneğine bağlıdır:

Bir havuz gördüm tutuşmuş
Bir ev gördüm selam durmuş
Bir balon gördüm, kurşundan
Bir tabut gördüm, olmuş canından
İki serçe gördüm, yarış koşuyor
iki at gördüm, dantel örüyor
Bir kız gördüm, tıpkı kedi
Bir de yavru kedi, takkeli
Bir adam gördüm, o da görmüş hepsini

Dedi: Gariptir gördüklerin,
Ama gerçeğin ta kendisi.

*
John Berger

Das Beinhaus




Picasso, 1945 yılı başlarında, Dora Maar’ın anımsamasına göre, bir ailenin evlerinin mutfağında öldürülüşlerini betimleyen bir İspanyol belgesel filminden esinlenerek üretilmiş, —mezarlıktan çıkarılan kemiklerin, cesetlerin, organ parçalarının depolandığı bina olarak Türkçeleştirebileceğimiz— Das Beinhaus adlı savaş karşıtı bir çalışma yapmıştır.

1945 yılı Nisan ayının sonlarında, Dachau Toplama Kampı kurtarılmış, ilk fotoğraflar dünya kamuoyuna dağıtılmaya başlanmış ve birkaç hafta sonra da 8 Mayıs 1945’te Almanlar koşulsuz teslim olmuşlardır...

Picasso, 1945 Mayıs ayında Das Beinhaus'u bitirmiş; Andre Malraux, atölyesine gelip resimlerini görmüş ve bu arada Picasso, 23 Mayıs’ta Moris Torez’in resimlerini yapmaya başlamıştır...
 (kaynak: Serol Teber - Picasso)


Barışın Güvercini



***



BİR AÇLIK GREVİNİN BEŞİNCİ GÜNÜNDE

Kardeşlerim,
Ölmeye niyetim yok.
Öldürülürsem,
biliyorum,

yine de yaşamaya devam edeceğim yanı başınızda.

Aragon’un mısrağında olacağım

—gelecek güzel günleri anlatan her mısrağında-

ve beyaz güvercininde Picasso’nun ve 

Robeson’un türkülerinde...

NAZIM HİKMET/1950


Franko'nun Düşü ve Yalanı


Picasso, dünyadaki ve İspanya'daki olumsuz gelişmelerden sonra, giderek daha fazla yan tutmaya ve cumhuriyetçilerden, demokratlardan yana tavır almaya başlamış ve 1937 yılının 8-9 Ocak tarihlerinde, ünlü Franko'nun Düşü ve Yalanı adlı çalışmasını üretmiştir. Picasso, İspanya İç Savaşı’nın başlamasından sonra, 1937 yıllarının başında, 8 ve 9 Ocak tarihlerinde, “Franco’nun Düşü ve Yalanı, adıyla ünlenen kara güldürü niteliğinde bir resimli öykü çizmiştir. Picasso, burada Franco’yu Antik Çağ yontuları biçiminde sembolleştirdiği, güzelliklere ve gerçeklere saldıran; Güneş'e saldırmaya kalkan; paraya tapınan; ve bir boğa başı biçiminde sembolize ettiği İspanya halkının direnişi karşısında tüm çirkinliklerini göstermeye hazır bir yaratık olarak sergilemiştir...


The images form a sequence like those in a comic book and have a loose narrative:[1][2] Franco's form changes from panel to panel. The Spanish dictator's appearance has been likened by various writers to a "jackbooted phallus",[7] "an evil-omened polyp"[6] and "a grotesque homunculus with a head like a gesticulating and tuberous sweet potato".[8]



Franco riding a horse waving a sword and a flag
Franco, with a ridiculously large penis, waving a sword and a flag
Franco attacking a classical sculpture with a pick
Franco dressed as a courtesan with a flower and a fan
Franco being gored by a bull
Franco at prayer surrounded by barbed wire
Franco on top of a dead creature[clarification needed]
Franco chasing a winged horse
Franco riding on a pig carrying a spear
Franco eating a dead horse
The aftermath of a battle with a corpse
The aftermath of a battle with a dead horse
Franco and a bull
Franco and the bull fighting

Ağlayan Kadın (1937, Picasso)



Picasso'nun portreleri arasında en unutulmaz olanlardan biri  1937 Ekimi’nde yaptığı, aynı yıl içinde eleştirmen Ronald Penrose tarafından satın alınan (onun daha sonra Londra’daki Tate Gallery’ye sattığı, bugün hâlâ orada bulunan) Ağlayan Kadındır. Bir insan yüzü kadar küçük boyutlarda resmedilmiş olan bu portre, bakışı ters yönlere çeken alev alev tamamlayıcı renklerle bezenmiştir: yeşil ve kırmızı, mor ve sarı, turuncu ve mavi. Buruşturulmuş, keskin açılar verilmiş beyaz bir mendil, gözyaşlarını silen parmakların ve gıcırdatılan dişlerin çizgilerini almış. Genç kadın kahverengiler ve sarılarla bezenmiş bir fon üzerinde resmedilmiş (bu, bir yarısı kutsal konulara uygun altın varak kaplanmış, öteki yarısı sıradan, dindışı tutkuları sergileyen Paris bistrolarına özgü bir fon), kırmızı şapka ve bu şapkaya takılmış göz alıcı mavi peygamberçiçeği, beni tablonun tüm öteki ayrıntılarından çok daha fazla etkiliyor. Kadın güzelleşmiş, sevincini belirten canlı bir şapka giymiş, taranmış, mutluluk beklentisi içinde süslenmiş ama şimdi herkes ona bakıyor, mutlu, şık, son derece kayıtsız şapkası onunla, onun üzüntüsüyle alay ediyor. Bu çok özel üzüntüyü izlemeye gönlümüz nasıl razı olabilir? Bu tabloda olmayan ve bizlerin, ona dışarıdan bakanların onun alanına bu kadar kolaylıkla girmemizi, aynı zamanda hem acıma, hem hayranlık duygularıyla heyecanlanmamızı sağlayan şey ne? Bu portrenin öyküsünden, arada kalan yarım yüzyıllık bir mesafeden sonra, heyecanla yanan bu acılı yüzden, onu okuyabilmemiz için bizi yönlendirebilecek ne çıkarabiliriz?

A. Manguel

***


Guernica (1978, Emir Kusturica)

 - Baba, kim yapmış bunu?

- Karanlıktan korkmayan büyük bir amca.

- Neden böyle yapmış?

-  Naziler, bu resmi neden yaptığını sorduklarında, şöyle cevap verdi:

 "Hayır, ben yapmadım, bu sizin işiniz."






Guernica (1978, Emir Kusturica)


Bir tarafta aydınlık olduğunda 
diğer taraf karanlık olur. 
Işık ve karanlık. 
Gün ve gece.
 Daima.


Horoz


Picasso'nun 1938 yılında sembolik olarak çizdiği “Horoz” serisi çalışmalarında da belli bir saldırganlık, kendini beğenmişlik ve her kendini beğenmiş saldırganda olduğu gibi, aptallık açıkça görülmekte ve bu konumuyla da Horoz, çağın ve hatta günümüzün pek çok politikacısını anımsatmaktadır... (kaynak: Serol Teber / Picasso)

Cat Eating a Bird


Picasso'nun, İkinci Dünya Savaşı'nın başlama günlerinde (22.4.1939) saldırgan davranışları sembolik olarak vurgulamak amacıyla yaptığı ünlü “Kedi ve Kuş” çalışması.


Barış İçin Çizmek





Büyük Pan Öldü



Picasso’nun sağlık durumu, 1973 yılı kış aylarında geçirdiği bir grip hastalığı nedeniyle oldukça sarsılmış. Ancak ilkyazda, öğleden sonra başlayıp, ertesi günü sabah beşe, altıya kadar sürdürdüğü geleneksel çalışma hızına yeniden ulaşmıştır...

7 Nisan 1973 tarihinde, arkadaşları ile birlikte kalabalık bir akşam yemeği yemiş. Fakat, gece yarısına doğru bir nefes darlığı geçirmiştir. Gelen hekim, ağır bir kalp yetmezliği ve akciğer ödemi olasılığı üzerinde durmuş. Ertesi gün Paris’ten bir uzman hekim arkadaşı daha gelmiş. Yeniden muayene etmiş; durumun önemini, biraz dinlenmesi gerektiğini anlatmaya çalışmış... Picasso, bu ara, arkadaşının birlikte getirdiği aygıtların işleyişiyle çok ilgilenmiş... Sorular sormuş, bunlar üzerine bilgi almış... Kalkmış, traş olmuş. Arkadaşını atölyesine götürmüş. Son günlerde yaptığı ve ileride yapmayı amaçladığı çalışmaları üzerine uzun uzun konuşmuş... Yakınları, Picasso’nun gücüne olan inançları nedeniyle, onun bu tür davranışlarını artık yadırgamaz olmuşlar... Hep birlikte uzun bir söyleşi başlamış...

Ancak, Picasso, geçirdiği yeni bir nefes darlığı nedeniyle, bu kez yatmak zorunda kalmış... O, gene bir şeyler anlatmaya çalışırken, zaman zaman ortaya çıkan bilinç bulanıklıkları onun sözünü kesmiş... O yine bir şeyler söylemeye çalışmış... Sonra yeniden dalmış...

Bir ara açılır, Apollinaire üzerine bir şeyler söyler gibi olmuş... Ve 8 Nisan 1973 tarihinde öğleden sonra, kalbi tümüyle durmuş...

Büyük sanatkâr, büyük barış savaşçısı Picasso, Nâzım’la birlikte, "Elveda güzelim dünya / ve merhaba kâinat..." dercesine, devinimin bir biçiminden, diğer başka bir biçimine geçmiş...

Yakınları, Pan, Büyük Pan öldü demişler...

Ve söylencelere göre, tüm evren yasa bürünmüştür...

Ardında yüz milyonlarca dolarlık bir kalıt bırakmasına karşın, “Guernica” üzerine olan istemleri dışında, hiçbir vasiyetname yazmamıştır...

Mutlu bir yaşam ve korkusuzca bir ölüm için, her zaman sağlam bir kişilik gerekli olmuştur...
Picasso, büyük sanat yeteneği yanında, bu kişiliğini de, uzun ömrü boyunca ayakta tutma hüneri gösteren az sayıdaki örneklerden biri olmuştur...

*
Serol Teber

PİCASSO (Aramıyorum; buluyorum.)

Aramıyorum; buluyorum.

Bir insan yapacağı şeyi tam olarak biliyorsa yapmanın ne gereği var? Baştan bilinen bir şeyde merak duygusu kalmamıştır. Böyle bir durumda en iyisi başka bir şey yapmaktır.

Kendi kendine gelişen, doğal ve imal edilmemiş bir şey bulmalı ki bu da "sanatın değil, doğanın biçimi "ne göre serpilme olanağı bulsun; otun ot, ağacın ağaç, çıplağın çıplak olması gibi.
Çoğu insan boga güreşine ilişkin resimleri bakarak yaptığımı zannediyor, yanılıyorlar. Giriş parasını ödeyebilmek için hep bir gece önceden yaptım onları.

Nefes alır gibi resim yapıyorum.

Çalıştığım zaman dinleniyorum; boş oturup ziyaretçi kabul etmek beni yorar. Resim yapmak, bir tür günce tutmaktır.








Resimlerim, tamamlanmış olsun ya da olmasın, güncemin sayfalarıdır; ve ancak bu şekilde bir anlamı vardır onların. Gelecekte önemli bulunan sayfalar seçilecektir. Dolayısıyla bu seçimi yapmak bana düşmez. Zamanın hep daha hızlı akıp gittiği duygusuna kapılıyorum. Ben de kıyısındaki ağaçlar, içine atılmış ölü buzağılar ya da bünyesinde oluşmuş tüm olası mikropları beraberinde sürükleyen bir nehir gibi akıyorum.

Bu yaratma gücünü nereden buluyorum? Hiçbir fikrim yok; bildiğim tek şey var: Çalışmak.
Sık sık aynı şeyi söylüyorum kendime: “Bu yeterli değil; çok daha iyisini yapabilirdin...” Bir şeyi tekrar ele almamak için nadiren tutabiliyorum kendimi... x defa aynı şey... Bazen bir saplantıya dönüşüyor bu. Ama aynı şeyi daha iyi ifade etmek için değilse bir insan niye çalışır ki!

Hep mükemmeli aramalı. Elbette herkes için aynı anlama gelmiyor bu; ama benim ne anladığım belli: her resimde biraz daha yol almak, ileri, hep ileri.

Boynumuz bile kopsa hep daha fazlasını göze almalı.

En kötüsü, bir şeyin asla bitmeyişi ve hiçbir zaman sunu söyleme olanağı bulamayışımız: İyi çalıştım, yarın da Pazar. Bitirmek, baştan başlamak içindir. Bir resmi noktalayıp, daha sonra ona el sürmeyebiliriz; ama şunu söylemek mümkün değildir: Bitti.