Aramıyorum; buluyorum.
Bir insan yapacağı şeyi tam olarak biliyorsa yapmanın ne gereği var? Baştan bilinen bir şeyde merak duygusu kalmamıştır. Böyle bir durumda en iyisi başka bir şey yapmaktır.
Kendi kendine gelişen, doğal ve imal edilmemiş bir şey bulmalı ki bu da "sanatın değil, doğanın biçimi "ne göre serpilme olanağı bulsun; otun ot, ağacın ağaç, çıplağın çıplak olması gibi.
Çoğu insan boga güreşine ilişkin resimleri bakarak yaptığımı zannediyor, yanılıyorlar. Giriş parasını ödeyebilmek için hep bir gece önceden yaptım onları.
Nefes alır gibi resim yapıyorum.
Çalıştığım zaman dinleniyorum; boş oturup ziyaretçi kabul etmek beni yorar. Resim yapmak, bir tür günce tutmaktır.
Resimlerim, tamamlanmış olsun ya da olmasın, güncemin sayfalarıdır; ve ancak bu şekilde bir anlamı vardır onların. Gelecekte önemli bulunan sayfalar seçilecektir. Dolayısıyla bu seçimi yapmak bana düşmez. Zamanın hep daha hızlı akıp gittiği duygusuna kapılıyorum. Ben de kıyısındaki ağaçlar, içine atılmış ölü buzağılar ya da bünyesinde oluşmuş tüm olası mikropları beraberinde sürükleyen bir nehir gibi akıyorum.
Bu yaratma gücünü nereden buluyorum? Hiçbir fikrim yok; bildiğim tek şey var: Çalışmak.
Sık sık aynı şeyi söylüyorum kendime: “Bu yeterli değil; çok daha iyisini yapabilirdin...” Bir şeyi tekrar ele almamak için nadiren tutabiliyorum kendimi... x defa aynı şey... Bazen bir saplantıya dönüşüyor bu. Ama aynı şeyi daha iyi ifade etmek için değilse bir insan niye çalışır ki!
Hep mükemmeli aramalı. Elbette herkes için aynı anlama gelmiyor bu; ama benim ne anladığım belli: her resimde biraz daha yol almak, ileri, hep ileri.
Boynumuz bile kopsa hep daha fazlasını göze almalı.
En kötüsü, bir şeyin asla bitmeyişi ve hiçbir zaman sunu söyleme olanağı bulamayışımız: İyi çalıştım, yarın da Pazar. Bitirmek, baştan başlamak içindir. Bir resmi noktalayıp, daha sonra ona el sürmeyebiliriz; ama şunu söylemek mümkün değildir: Bitti.
Bugün talihsiz bir durumdayız; sanatsal üretimi belli kurallara bağlayacak ne düzen, ne de ölçüt var elimizde. Yunanlılar, Romalılar, Mısırlılar vb. hepsinde kurallar vardı; ve kimse bunun dışına çıkamıyordu; çünkü güzellik, sınırlarının belirlenmiş olması yoluyla bu kurallarda saklıydı. Ancak sanatın gelenekle ilgili her türlü bağı kopup, izlenimci resimle başlayan özgürlük ortamında her ressam dilediğini yapma hakkına kavuşur kavuşmaz resim de tükendi. Ressam için duygu ve coşkuların belirleyici olup, herkesin dilediği yerden başladığı resmi yeniden keşfedebileceği kabul görünce resimden bir şey kalmadı geriye; yalnızca bireyler vardı artık; ve heykel de bu yüzden öldü.
Van Gogh ile başladığımızda hepimiz, ne denli önemli olursak olalım, belli ölçüde otodidakt sanatçılarız; hatta naif olduğumuz bile söylenebilir. Ressamlar belli bir geleneğin uzantısında yer almıyorlar artık; herkes tüm ifade olanaklarını kendi başına bulmak zorunda. Bu durumda her ressam A’dan Z’ye kendi dilini yaratma hakkına sahip. Hiçbir ölçüt öncel olarak ressamı bağlamıyor; çünkü ölçütlere inancımız kalmadı. Bu, bir anlamda kurtuluş elbette, ama aynı zamanda eşi görülmemiş bir sınırlama, zira sanatçının bireysel yönü kendini ifade etmeye başladığında, kazanılan özgürlük uğruna düzen elden gider bu kez. Belli bir düzene uyum sağlama gücünden yoksun kişi be bunun ciddi bir dezavantaj olduğunu bilmek zorundadır.
Resimlerdeki şeylerin ne anlama geldiği değil, ne olduğu ilgimi çeker. Herkes bu resimlerde yer alan belli şeylerden belli aramalar çıkarabilir, hatta doğru da olabilir bu; ama o anlamı aktarma gibi bir kaygım hiçbir zaman olmamıştır . Resmi resim için yaparım, tıpkı şeyleri şeyler için resmettiğim gibi. Anlam bilinçaltımdadır. Guernica’yı bir yana bıraktığımızda, bilinçli olarak propaganda amacıyla yaptığım tek resim yoktur.
Hiçbir resim başlangıçta nihai şekliyle tasarlanıp belirlenmez; çalışma boyunca tıpkı düşünceler gibi o da durmadan değişir; dahası, tamamlandıktan sonra da onu izleyen kişinin ruhsal durumuna göre değişmeye devam eder. Her resim, aynen canlı bir yaratık gibi kendi hayatını yaşar, ve burada söz konusu olan değişimler gündelik yaşamı yönlendiren şeyler ile aynı paydayı bölüşür. Bunu doğal karşılamak gerekir, çünkü bir resim yalnızca izleyicisi aracılığıyla hayat bulur.
Resim ağır ağır ilerlemelidir; ama kimi zaman son noktayı koyamam; çünkü o noktaya gereksindiği son düşünceyi dahil etmek mümkün olmamıştır. Elim düşüncelerimin hızına yetiştiği için bazen söylemek istediğim şeyi bir günde söylediğim olur; elbette rahatsız edilmekten ötürü söyleyeceğim şeyden vazgeçmemişsem. Bu durumda ertesi gün bir başka düşüncenin peşine takıldığım için, daha sonra devam etmek üzere her şeyi olduğu gibi bırakırım orada. Ne var ki, çoğu kez bir daha dönme olanağı bulamam. Kimi zaman da bir düşünceye kesin şeklini verinceye kadar altı ay boyunca çalışmak zorunda kalırım.
Yalnızlık olmadan hiçbir şey ortaya çıkmaz. Ben kimsenin sezinlemediği bir yalnızlık yarattım kendime. Günümüzde yalnız kalmak epey güç; çünkü saatler var. Siz saatli bir aziz gördünüz mü hiç? Ben bulamadım; hatta saat yapımcılarının koruyucu ermişinde bile.
Her insanın eşit ölçüde enerji potansiyeli vardır. Sıradan insan olmadık işlerle tüketir bunu; oysa ben tek şeye harcıyorum: resmime.
Başarı son derece önemlidir! Her nasılsa sanatçının sadece kendisi için, bir başka deyişle “sanat aşkı”yla, çalışıp, başarıyı önemsemediği yolunda yaygın bir inanç var. Bu yanlıştır! Sanatçı da başarılı olmak ister. Üstelik yalnızca yaşayabilmek için değil, öncelikle üretebilmek için buna ihtiyaç duymaktadır; dahası, zengin bir ressamda da bu beklenti geçerlidir. Çok az insan sanattan anlar; resim duyarlılığı ise herkeste yoktur. Dolayısıyla bunlar sanatı değerlendirirken hep başarıyı dikkate alırlar. Her kuşakta bunlar karşınıza çıkar... Sadece halkı pohpohlayanların başarılı olacağı nerede yazdı? Ben, her şeye rağmen ödün vermeden de pekâlâ başarı kazanmanın mümkün olduğunu kanıtlamaya çalıştım.
Mavi ve Pembe Dönemler kendimi güvenceye aldığım paravanlardı... Başarının koruyucu kanatları altında ne istersem onu yapabiliyordum.
Resmin üstlendiği rol ne hareketi temsil etmek, ne de gerçeği harekete geçirmektir. Bana göre resme düşen şey daha ziyade bu hareketi durdurmaktır. Bir resmi sabitleştirmek için bu harekete kadar ilerlemelidir; aksi takdirde ebediyen ardından gerekir.
Müziğin aksine, resimde harika çocuk yoktur. Erken yaşta oluştuğunu sandığımız çocuğun dehasıdır; bu da ilerleyen yaşla beraber kaybolup gider. Böyle bir çocuk günün birinde gerçekten ressam, hatta büyük bir ressam bile olabilir; ama bu durumda her şeye sıfırdan başlamak zorundadır yine. Örneğin ben deha çocuklar sınıfına girmedim; ilk desenlerimin çocuk desenleri sergisinde yer alması asla mümkün değildi; bir çocuğun beceriksizliği, saflığı bende yoktu. Öyle ki, yedi yaşında yaptığım akademik desenlerin kılı kırk yaran doğruluğu beni ürkütüyordu.
Gençleşmek için çok zaman gerekir.
Resim, yalnızca resim olmaktan çıktığı durumda utanma duygusunu yaralar. Tek gerçek olsaydı aynı temayla İlgili yüzlerce resim yapılmazdı, Soyut sanat yoktur; hep bir şey ile başlamak zorundadır İnsan, Daha sonra gerçeğin tüm izini silmek mümkündür; ve hiçbir sakıncası yoktur bunun, çünkü o şeye dair düşünce silinmez, bir iz bırakmıştır ardında. Bu ise özünde sanatçıyı harekete geçirip, düşünce ve duygularını uyaran şeydir. Düşünce ve duygular kendi imgesinin tutsağı olmuştur artık; ve ne olursa olsun resimden kopmaları mümkün değildir. Öyle ki, varlıkları fark edilmese bile resimle bir bütün oluşturur bunlar; aynca burada söz konusu olan şey, uysun ya da uymasın, özelliği ve görünüş biçimini dayatan doğanın aracıdır gerçekte.
Ne “figüratif ne de “non-figüratif' sanat vardır. Her şey bir “figür” şeklinde görünür bize. Bu bağlamda metafizikteki düşüncelerin bile simgesel “figürler” aracılığı ile ifade edildiğini anımsadığımız zaman “figür”den bağımsız resim yapmanın ne denli gülünç olduğu ortaya çıkar. Bir kişi, nesne yahut daire; bütün bunlar “figür” olup, az ya da çok yoğun bir biçimde bizi etkiler. Bunlardan bazıları ruhsal hayatımıza yönelik olarak duygularımıza hitap ederken, diğerleri de doğrudan doğruya usa odaklanmıştır. Hepsine bir yer açmak gerekir; çünkü aklım kadar ruhumun da uyarılmaya ihtiyacı vardır. Herhangi bir resimde temsil edilmiş iki insanı umursadığımı mı sanıyorsunuz? Bir zamanlar bu iki insan benim için var olmalarına rağmen şimdi yoklar. Onlara ilişkin “hayal"im başlangıçta bir duyguya yol açtı bende; ama daha sonra gerçek varlıkları giderek silinmeye başladı; ve sonra bir kurguya dönüşüp tamamen yok oldular - ya da resimle ilgili tüm olası sorunlar onların yerini aldı. Onlar iki insan değil, biçimler ve renkler artık aradan geçen zaman zarfında iki insanın idea'sına dönüşüp, yaşamlarının titreşimlerini saklayan biçimler ve renkler.
Neyle ilgili olursa olsun temelde sadece aşk vardır. Saka kuşuna yapıldığı gibi ressamların da gözü oyulmalı ki daha iyi şarkı söyleyebilsinler.
Aşk yok, aşkın kanıtları vardır yalnızca.
Günümüz modern sanatında yanlış olan şey, hatta buna sonu hazırlayan şey de demek mümkündür, savaş açacağımız güçlü ve sağlam bir akademik sanatın olmayışıdır. Kötü bile olsa bir kural olmalıdır; çünkü sanatın gücü tabuları yıkmaktır. Her türlü engelin bertaraf edilmiş olması ise özgürlük değil, izindir, her şeyi omurga, biçim ve anlamdan yoksun bırakan yavan bir şey.
Günümüzde genç ressamlar, resme yeni ufuklar açan sayılı birkaç kişi dışında, hangi yolu izleyeceklerini bilmiyorlar. Bizimle hesaplaşıp, yaptıklarımıza açıkça karşı çıkmak yerine hepsi geçmişi canlandırmanın peşinde, zamanın da gereğini yerine getirmiş olan bu resimlere böylesine hastalıklı bir biçimde kapanıp kalmak niye? “Şunun tarzında yapılmış" kilometrelerce resim var, ama kendi tarzında resim yapan gençler nadiren karşımıza çıkıyor.
Kişilik arayan bir sanatçı, olsa olsa bundan yoksun olduğunu kanıtlar; bu arada bulmuşsa, bu da sahte olduğunun kanıtıdır.
Kişilik yanlışlarda ortaya çıkar.
Bir ressamın başkası gibi resim yapıp onu taklit etmesinde ne var ki? Bunun neresi kötü? Tam tersi, iyi bir şey bu. Daima birisini taklit etmeye çalışmalı; ama çok geçmeden anlaşılacağı üzere bu mümkün değildir. Gerçi buna rağmen denemeye devam edilir; ancak sonuç daima kötüdür; ve işte tam da her şeyin bozguna uğradığı bu noktada kişi kendisidir artık.
Almancadan çeviren: Mehmet Ergüven
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder