SADE


Sade'ın anlattığı orji (grup sevişmesi) sahnelerindeki törensellik pek çok kez anlatılmış, tanımlanmış ve yorumlanmıştır. Ancak bu sahneler toplumsal simgeler açısından incelenmemiştir. Sade'ın düşleriyle ilgili olması ve bu nedenle de içerik olarak Sade'ın ruhunu yansıtmasına rağmen, bu sahnelerin içerdiği vahşet toplumun uyguladığı olağandışı cezalar ve baskılarla iç içedir. Eski Rejim döneminin aristokratlarından olan Sade dine aykırı, vahşi ve cinsellik ağırlıklı işlere yönelmiş ve toplum tarafından cezalandırılmıştır. Sade'ın şiddeti, Devrim öncesi yılların politik havası içinde bazı şeylere kişisel tepkisini oluşturur: Yetki belgelerinin mantıksızlığına duyulan tepki, ölüm cezasına çarptırılmasına ve hapse atılmasına duyduğu tepki ve sonraları da Terör ve İmparatorluk dönemlerinde yeniden hapsedilmesine duyduğu tepki. Sade'ın bedeninde duyumsadığı yalnızca cinsel zevklerinin kırık dökük gerçekleşmesinden çok ötededir. Yaşadığı toplumsal çalkantılar, 1789'dan sonra ona uygulanan gerçek sefalet, birbiri ardına gelen politik rejimler ve ona çektirdiği eziyetler, zor dayanılır fiziksel koşullar Sade'ı şekillendirdi. Ona bunca sıkıntıyı çektiren toplumsal durum Sade'ın fiziksel ve ahlâki dertlerini belirleyici oldu. Bunların bazısına tepkisini psikosomatik olarak, çok kilo alarak ve başka rahatsızlıklara yakalanarak gösterdi. Yazmak ona kişisel ve toplumsal çifte gerçekliği temsil etme olanağı sağladı. Yarattığı orji sahnelerinin törenselliği aracılığıyla bu sıkıntıların üstesinden gelmeye çabaladı.

Bireysel ve kolektif ritüeller "geçmiş deneyimleri yeniden şekillendirmeyi" amaçlar. Bu "zorunlu olanı arzulanana" çevirmektir. Victor Turner, düşlerde olduğu gibi törensel simgelerde de "birbirinin karşıtı iki eğilim arasında bir uyuşma” okluğunu söylemektedir. Bu uyuşma "toplumsal kontrol" ile "bu kontrolün yıkımına yol açabilecek içsel ve evrensel insan dürtülerinden" söz etmektedir. Bu uyuşma ve arabuluculuk işlevine rağmen bazı törenlerin son derece şiddetli olduğunu bilmekteyiz. Sade'ın yarattığı fanteziler de ılımlı olmamakla birlikte, düzenli ve metotlu olmaları nedeniyle törensel bir yapı kazanmışlardır. Bu törensel yapı, hem kişisel hem de toplumsal düzeyde gerçeği yan yana yaşatma çabasına işaret eder. Ayrıca Sade için gerçeklik ilkesi politik ve toplumsal zorunluklarla son derece karışmıştır. Bu nedenle, Sade'ın arzularıyla dış sınırlamalar arasındaki büyük uçurum, hem onun fantezilerinin şiddetini, hem de bunların aşın törenselleştirilmelerini açıklar. Ve Sade'daki bu törensel simgesellik bize onun sosyopolitik gerçeği ve kişisel ruh durumunu anlatır. Turner'a göre törensel simge iki kutuplaşmış anlamlandırmaya işaret etmektedir: Bunlardan biri ideolojik, diğeri ise duyularla ilgili olandır. İdeolojik olan toplumsal ve ahlâkî düzene, İkincisi ise doğal ve fizyolojik düzene aittir. İkincisinin, yani duyularla ilgili olan kutup, simgenin dış biçimini en çok andırandır. Sade’ın anlattığı orji sahnelerinin güçlü törenselliği, ve yaşam, ölüm ve toplumu sorgulaması nedeniyle roman genelde erotik beden ile toplumsal beden arasındaki koşutluğa izin verir.

Sade'da törenin etkisi, orji sahnelerindeki kargaşa ve belirsizliği düzene sokmaktır. Sade simgesinin ikili önemi de burada yatar: Bir yandaki tören protokolüyle diğer yandaki saflık kuralının çiğnenmesi ve şiddeti birleştirir. Böylece Eski Rejim döneminin katı kurallarla yapılaşmış toplumunu ve karşıtını yeniden yaratır. Bu arada kartezyen benlik ve içgüdüsel arzu gücü de ortaya çıkar. Marcel Mauss'tan esinlenen Mary Douglas, gücün toplumsal coğrafyasını çizerken, bedenin uzamında şekillenmesini anlatır:

İnsan bedeni hep toplumun bir imgesi olarak ele alınmıştır. Bedenin hangi yönünü ele alsanız mutlaka toplumsal bir boyutuna rastlanır. Bedendeki delikler toplumsal giriş ve çıkışları, kaçış yollarını ve istilaları akla getirir. Toplumsal sınırları koruma endişesi yoksa bedensel sınırlar endişesi de yoktur. Kafayla ayaklar arasındaki, beyin ve cinsel organlar, ağız ve anüs arasındaki ilişki, hiyerarşi kalıplarını açıklamak için kullanılır. Bu nedenle beden kontrolünün toplumsal kontrolü ifade ettiğini savunuyorum. Tören sırasında bedensel kontrolün bir kenara itilmesi, ifade edilen toplumsal deneyimin gerektirdiklerini ortaya koymaktadır.

Aynı şekilde, Sade orjilerinin kalıpları ve kişileri hem cinsel simgeler olarak, hem de erotik bedenle toplumsal beden arasındaki benzerliklere dikkat çekilerek çözümlenebilir. Bu kişi ve kalıpları özetlemek yerine, orji sahnelerinde cinsel hiyerarşiyi kuran ve bu sahnelerin söylemini oluşturan kişi ve kalıplar üzerinde yoğunlaşacağım. Kadının çok değişken bir simge olduğunu göstereceğim. Orji sahneleri ve söylem kadını bir- yandan cinsel ve toplumsal bir tehlike olarak, bir yandan da başka toplumsal tehlikelerin simgesi olarak göstermektedir. Bu gösterilenler güç ilişkileri sorununun etrafında dönmekte, ve Sade'ın diğer simgeleri gibi, düzensizliğe çağrıyla düzene çağrı arasında titreşmektedir.

Sade'ın eserlerinde cinsel hiyerarşi toplumsal hiyerarşideki güç ilişkilerini temsil ediyorsa, bunun nedeni Sade'ın güç kavramını cinsel enerjiyle tanımlamasıdır. Peş peşe orjilerin yapıldığı bu evren gerçek toplumu tam olarak tanımlamayı amaçlamaz. Bu fantazi toplum Sade'ın öznel tasavvuru olup ürerinde istediği değişiklikleri yapar. Düş ürünü olan baş kişi toplumdaki sosyoekonomik olguları son derece keskin bir biçimde kavrar. Hatta denebilir ki Sade'ın dehasının belirleyici özelliğini bu çılgın türetmelerle gerçekçi görüşlerin birbiriyle etkileşimi oluşturur. Bu ikili yaklaşımdan daha önce söz edilmekle birlikte nasıl yaratıldığı yeterince incelenmemiştir.

Bu incelemenin bir başka yerinde cinsel farklılığın ters dnsel ilişkiye, kadınlığın yok edilmesine ve özellikle de kadın doğurganlığının reddedilmesine dayandırıldığını savunmaktayım. Bir tanesi orji sahnesindeki bir kişi, diğeri ise bir tema, fakat her ikisi de erkeğin gücünü kabul ettirmesini açığa çıkartmakta. Sade'da bir erkeğin erkek modeli olarak kullanılması, yani başlı başına bir model olması, fallik-anal simgelerden elde edilir. Sonuç olarak da erkek-kadın hiyerarşisine varılır. Kadın cinsel simgelerini baskı altına alarak, Sade bu tür bir hiyerarşiye dikkat çekmektedir. Aynı tür hiyerarşi genel olarak köle-efendi ve kurban-kıyıcı hiyerarşisine uymakla birlikte her durumda tıpatıp aynısı değildir.

Kadın geleneksel olarak çifte toplumsal statüye sahiptir. Cinsiyeti ve toplumsal sınıfı olmak üzere iki ayrı tanıma uyar. Kadın olmak nedeniyle ikinci sınıftır fakat ayrıcalıklı bir toplumsal sınıftansa bu açıdan üst düzey sayılır. Bu belirsizlik kadını iç çekişmeleri olan tüm hiyerarşik sistem için kusursuz bir modele dönüştürür. Zaten değişim süreci içindeki toplumlar da böyle iç çekişmeler yaşar. Önce Sade’ın kadınların ne tür tehlike işareti olduğunu açıklamaya çalışacağım. Bu tehlikeler hem cinsel, hem de toplumsaldır ve kadının diğer tehlikeli sınıfları simgelemesine izin verir. Sonra da ideal bir hiyerarşiK düzeni anlatmaya çalışan metindeki düşlenen çözümlemeleri inceleyeceğim. En son olarak da Sade'ın erotik simgelerinin ne anlama geldiğini belirteceğim.

TEHLİKELİ OLANIN KADINSILAŞTIRILMIŞ TEMSİLİ




Toplumsal ve cinsel ilişkilerde iç çarpışmalar kesin hatlarla tanımlanan toplumsal bir hiyerarşiyi önlemektedir. Bu özellikle Sade'ın yaşadığı dönemde böyleydi. Sade’ın toplumsal tablolarında kendisiyle mücadele eden bir sınıf görülür ki bu Sade'ın kendi toplumsal sınıfıdır. Bu tabloyu daha da zorlaştıran bir olgu vardır: Güç için mücadele ederken burjuvazi tehlikeli bir rakip sınıf oluşturmuştur. Devrimden sonra bu mücadele tüm topluma yayılmıştır. Burjuvazi yaygın desteğine güvenerek asil sınıfı yerinden söküp atmış, bu arada da fakir sınıfların sırtından geçinmenin çağdaş temellerini güçlendirmiştir. Bu durumun Sade'ın dünyasına uyarlanmış halini düşünürsek, The Story of Juliette adlı öyküde efendilerin birleşik kardeşliğinin bile kendi aralarında rekabete düştüğünü ve iki erkek kardeşin birbirine hızla düşman olduğunu görürüz. Noirceuil, yerine geçme niyetiyle Saint-Fond'u öldürtür. Önce sıkıntı çekilmesine karşın bu niyet sonunda gerçekleşir. Bu ek gelişme sistemin ne kadar tahmin edilemez olduğunu, ne kadar tutarsız olduğunu göstermektedir. Bu tür saray devrimleri Sade'da kural dışı değil, oldukça sıradandır. Bunlar asil sınıfın iç çekişmelerini büyütmekte, krallık dönemi ve sonrasının güç uğruna çevrilen entrikalarını ve toplumsal rekabeti göstermektedir.

Onsekizinci yüzyıl toplumunda ayrıcalıklı sınıf kadınları ataerkil ilkelerle çatışmadan büyük bir özerklik kullanabilirlerdi. Zengin burjuva ve asil sınıfın kızları toprağın bölünmesini önlemek ve en büyük erkek çocuğa geçmesini sağlamak için ya manastırlara kapatılır, ya da ailesinin düzenlediği bir evliliğe zorlanırdı. Fakat evlendikten sonra canlarının istediği gibi yaşarlar, yüksek toplumsal sınıfa ait olmanın keyfini çıkarırlardı. Salon hanımefendileri veya güçlü erkeklerin danıştığı metresler olarak güçlü bir etkiye sahip olurlardı. Ancak bu etki bireysel bir temele dayanmaktaydı.
Bu karmaşık, çapraşık ve iç içe geçmiş çekişmeler ve toplumsal dip akımları Sade'ın romanının yapısını oluşturur. Erkeklerin kadınlara gösterdiği (Clairwil'in de erkeklere gösterdiği) şiddetli düşmanlık, toplumun her katmanında görülen şiddetli sınıf rekabetine aynen benzemektedir. Mary Douglas'ın sözlerini kullanmak gerekirse, kadın ve erkek arasındaki ilişkiler "yoğun rekabet yaşayan toplumsal sistemleri etkileyen gerilimlerin ağırlığını taşımak zorundadır”. Bu durumlarda erkek ilkelerinin üstünlüğünü vurgulamak sanki daha da gereklidir çünkü erkek ilkeleri "kadın tarafından incitilmektedir". Toplumsal düzeyi erkeğinkine eşit bile olsa orji kurbanı kadınlar, kadın olarak erkekten daha aşağıda bir toplumsal sınıfa aittir. Bu nedenle de aristokratın gözünde baş kaldıran ve düşman bir sınıftandır. Sonuç olarak "cinsel ilişkiler, erkeğin kendini cinsel eşi tarafından tehdit edilen biri gibi gördüğü, düşmanlar arasında geçen bir çekişme niteliğine bürünmektedir".

Bu görüşün sonucu, kadının kirlilik olarak temsil edilmesidir. Mary Douglas'a göre kadın ve kirlilik arasındaki bu ilişki güç yapısının ciddi bir tehdit karşısında kaldığı toplumsal ilişkilerin cinsel betimlemelerinde ortaya çıkmaktadır. Sade orjilerinin her ayrıntısında sürekli görülen kirlilik, kadın-toplum ikili ilişkisi açısından incelenmemiştir. Orjiyi anlatan söylemin iğrenmeyi yadsımak için dallandırılıp budaklandırıldığı doğrudur. Aynı zamanda eski, çirkin ve değersiz nesneler, çapkınların dumura uğramış duygularına canlılık getirdiği için övülür. Ancak iğrencin yadsınması, iğrenme duygusunu cinsel isteğe dönüştürür ve sürekli kirlilik yaratır. The Story of juliette'de bu savı kanıtlayan bir bölüm bulunmaktadır. Suç Dostları Derneği'nin yeni başkanı Belmore ilk konuşmasında kadın vücudunu en iğrenç şekilde anlatır:

"Kız mı? Mutlaka leş gibi kokuyordur. Bir gün kokmazsa başka bir gün kokar. Lağım çukurunun karşısına geçip heveslenmeye değer mi? Yoksa kadın mı? Kabul ediyorum, başkasının amcığı bazen bir anlığına iştahımızı kabartır. Ama ya aşk? Kadında tapınılacak ne var ki? İçinden bir düzine çocuk çıkan koca bir kalıp. Kalbinin bu hakimini çocuk doğururken getir gözünün önüne. Mutluluğun tanımı sandığın o delikten şekilsiz, yapışkan, pis etler fırladığını gör. Bir kere de soy ruhunun bu tanrıçasını. Başını döndüren şu iki kısa, çarpık baldır mı? Yoksa baldırların üstündeki pis, kokuşmuş yarık mı? Belki de düş gücünü ateşleyen o baldırların üstüne dalga dalga yayılan katlanmış önlüktür? Yahut da göbeğe kadar sarkan şu iki yağlı et parçaları? Belki de madalyonun arka yüzünü canın çekiyordur. Şu iki sarı, gevşek et yığınının arasındaki morarmış deliği arzuluyorsundur. Bunlardan zevk almak için kendini alçaltıp, en aptal hayvandan daha alt düzeye iniyorsun... Fakat ben yanılıyorum. Seni çeken bunlar değil. Seni esir alan çok daha güzel özellikler! Sahtekâr ve yalancı bir kişilik, sürekli aldatmacalar, bu tiz kedi sesi, ya da bu orospuluk ve ahlâkçılık. (Çünkü kadınlar bu iki kutuptan hiç ayrılmazlar). Bu iftira..., bu kötü ruhluluk..., bu çekememezlik..., bu yüzeysellik."

Burada öznel bir yan olmakla birlikte bu sert eleştiri öylesine yaygın bir söylemden kaynaklanmaktadır ki, amacın biraz da alay etmek olduğu göz ardı edilemez. Son bölüm, Ortaçağ dinî söyleminde var olan ahlâk kalıplarını çok abartılı bir biçimde kullanır. Zaten bu söylem de kirlilik motifini çok sık kullanmıştır. Ahlâkî ve fiziksel kirlenme birbirini tamamlayan temalar olarak, saldırının gücü olarak yeniden kullanılmıştır. Her iki durumda da, hem toplumsal hem cinsel güç tehdit altındadır. Douglas'a göre, toplumsal kargaşa olgusu "güçlü ve etkili pislik ve tehlike simgeleriyle" ortaya konmuştur. Törensel simgelerin iki yönlü önemi göz önüne alınırsa iki noktayı vurgulamak gerekir: Birincisi, Sade'ın açıkça belirttiği arzu ve iğrenme duyguları cinsel tehdit olarak algılanmalıdır. Bu duyuları ilgilendiren kutuptur. İkincisi, bu tehdit, Devrim öncesi ve sonrası toplumundaki kargaşa ve çatışmalarla iyice pekişmiştir, ki bu da ideolojiyi ilgilendiren kutuptur. The Story of Juliette adlı eserde öykü, söylem ve cinsel simgeler kurbanların hem arzu hem iğrenme uyandıran nesneler olarak gösterilmesini dönemin erkek-kadın ve sınıf çatışmalarıyla eş değerli olduğunu ortaya koymaktadır. Sade bu çatışmaları orji sahnelerinde daima güç ilişkileri olarak sunmuştur.

Sade çözümleri de daima cinsellik aracılığıyla önerir. Eğer iğrenme sürekli arzulamaya yol açıyorsa bunun nedeni orji sahnelerinin ütopik dünyasında kadının şiddetle köleleştirilmesi ve böylece temsil ettiği tehdidin ortadan kaldırılmasıdır. Mary Douglas'a göre "erkek üstünlüğü toplumsal düzenlemenin merkez ilkesi kabul edilip hiç çekinmeden ve fiziksel baskı yöntemi olarak uygulandığında, cinsellik kirlenmesi inançları pek fazla gelişemez". Bu noktadan bakıldığında, orjideki kurbanların tamamen boyunduruk altına alınıp baş eğdirilmesi hem iğrenmeyi önleyecek, hem de kirlenme riskini ortadan kaldıracaktır. Çatışmalara ideal çözüm de bu olacaktır. Ancak, kirlenme yine gerçekleşecek ve bu tehdit hep var olacaktır.

KURBAN/KIYICI VE KADIN/ERKEK
 İKİLEMİNDEKİ HİYERARŞİ

Batı geleneğinde antik dönemden beri var olan ve erkek eşcinselliğini heteroseksüelliğin üzerinde tutan bir kültürel akım bulunmaktadır. Antik dönemde örgütlenmiş bir kadın eşcinselliği (ve özel yaşamdaki lezbiyenlik) vardır fakat yalnızca törensel ve dinsel formdadır. Buna kıyasla erkek eşcinsel kardeşlik örgütleri hem dinsel, hem de dünyevi formlarda var olmuşlardır. Bu örgütler eşcinsel ilişkiyle erkekler arası toplumsal birlikteliği kaynaştırmış, kadınlara kapılarını açmamışlardır. Plato'nun Symposium adlı eserinde yiyecek ve kadınlara duyulan sevgi sıradan ve geçici zevkler arasında sayılmış, şarap sevgisi ve oğlanlara duyulan sevgiden daha alt düzeyde tutulmuştur. Şölen konuşmalarından, yani "logos sympotikos'dan sonra sıra şaraba ve oğlanlara gelmiştir. Sade'ın eserlerinde de "hem eşcinsellik, hem heteroseksüellik" kullanılmış, ancak erkekler arası cinsel ilişkinin "üstünlüğü" sürekli vurgulanmıştır. "Fransızlar, cumhuriyetçi olmak istiyorsanız biraz gayret daha gösterin" derken, Sade, Yunan ve Roma örneklerini akla getirmek istemekteydi. Bir başka eserinde şöyle demektedir: "Keşfedildiğinde tüm Amerika kıtasında böyle eğilimleri olan insanlar bulunmaktaydı." Sade kadın eşcinselliğini de övmekte, ancak bu eylemi kadınların güç noktalarından ve yapılarından uzak tutmak için bir araç olarak görmektedir.

Kadın-erkek tanımlarındaki kargaşaya ek olarak, kullanılan cinsel simgeler de kadın ve erkeğin eşitsizliğini vurgulamakta ve düzensizliğin olduğu yerde düzen yerine geçmekteydi. Saint-Fond erkek despotizminin ve erkek cinsel organının üstünlüğünü en belirgin şekilde ortaya koyar. Böylece en fazla toplumsal güçle en fazla cinsel enerjiyi birleştirir. Büyüleyici güzelliği, fiziksel sağlığı ve diri erkekliği otokrat gücün kusursuzluğunu kanıtlar. Saint-Fond bu gücün hem modeli, hem de sözcüsüdür. Saint-Fond'un ahlâk açısından ikizi olan Noirceuil güç isteğinden söz etmekte ve kendi grubunun aynntılarını müthiş bir birleştiriciliği olan erkek cinsel organına benzeterek tasarlamaktadır. Kendi organını görmek bile Noirceuil'yi kendine tapma krizlerine sokmakta, Juliette’i de bu çılgınlığa katılmaya çağırmaktadır: "Dünyada onun için feda etmeyeceğim hiçbir nesne yok: O benim için Tanrı, Al o senin olsun, Juliette. Tap buna, bu despot organa. Kokulu baharatlar yak bu muhteşem Tanrı'ya. Onu tüm dünyanın tapması için ortaya çıkarmak istiyorum" (8: 180). Juliette "pek çok eylemin asıl amacı olan" bu organı hayranlıkla inceler, ancak diğerlerinin katılımı olmadan bu törende kendini kapıp koyvermemeye dikkat eder. Çünkü Noirceuil'nin "tutkuları" erkek cinsel organında toplanmış olduğu için mercekten geçip tek noktada odaklanmış güneş ışığı gibi merceğin altındaki nesneyi hemen yakarlar" (8: 181). Çoğu kez olduğu gibi, komik uzaklaşma Sade'ın eserlerindeki gülmeceyi tanımlar, fakat öne sürdüğü savın önemini azaltmaz.

Baş tacı edilen ve bayraklaşan bu birliktelik şekilsiz kadının katılımıyla güçlenir. Bu kadın törende dengeyi sağlayan diğer unsurdur. Suç Dostları Derneği'nin yasasında yer alan altıncı madde hiçbir kimliği olmaması istenen kadınların nasıl davranması gerektiğini şöyle anlatmaktadır:

"Bir kadının hiçbir zaman kendine ait bir kimliği olamaz. Hoşuna gitmek istediği, çıkarı olduğu kişinin kimliğini ustaca ödünç almalıdır. Ya kendi tutkusunun peşine düşmelidir, ya da arzularının. Yine de tutkularını doyuracak her türlü suç için ayıracak enerjisi olmasına dikkat etmelidir" (8c 4l6).

Enerji tabii ki önemlidir çünkü kadın kendi tutkularına hizmet ederken erkeklerin tutkularına da hizmet eder. Sade bir davranış biçimi tarif etmekle yetinmekte, kimlik sorununa hiç ilişmemekte, bu konu gereksizmiş gibi davranmaktadır. Kadın, erotik davranışlarıyla düşük toplumsal sınıfının gerektirdiği düzeye terk edilmektedir. Bu toplumsal aşağılanma kadının veya hiyerarşik olarak alt düzeyde sayılan herhangi bir grubun "karakterinin olmamasını" zorunlu kılmaktadır. Pornografik bir metin olan Margot la Ravaudeuse adlı eserde -ki belki Sade bu noktada bu eseri hatırlamıştır- profesyonel fahişeye benzeri öğütler verilmektedir: “Kendine ait bir kişiliği olmasın, Sevgilisinin kişiliğini incelesin ve kendi kişiliğiymişçesine benimsesin." Sade'ın romanı pornografik romanla erkek önsel organının üstünlüğü söylemini birletirdiği için, farklı bir hiciv içermektedir.
Ancak kadının şiddete başvurması tehlikelidir. Bu tehlike her an erkeğe yönelebilir. Tehlikeyi ortadan kaldırmak için kadının statüsünün düşük olduğunu belirtmek yeterli değildir. Sade'ın savunduğu saldırganlık, zevk arayışının ötesinde nedenler içerir. Sade'ın cellatları ve kıyıcıları, kurbanı daima düşman olarak görür ve kadın kurbanları açıkça yeğler. Kadının yeğlenen hedef haline getiren birkaç öğe vardır. Eser sadistçe zevki, kadının hem üreme organlarının, hem de orgazm olmasını sağlayan organlarının yok edilmesi olgusuyla bağdaştırmakta, böylece kadının zevk alması yıkıma uğratılmaktadır. Okur bir süre sonra sürekli yinelenen ve erkeği hakim konumda gösteren bu azgın felsefeyi ezberlemektedir: Kadın "düzülmek için vardır", zayıflığı erkekte ezme duygusunu kamçılar, ''bir köleyle insanın karısı arasında" hiçbir fark yoktur (9: 247).

Kıyıcı-kurban ve efendi-köle hiyerarşilerinin geleneksel erkek-kadın hiyerarşisini model alarak yapılandığını söylemek abartılı olmaz. Aynı ezen-ezilen ilişkisi net ve basitleştirilmiş bir biçimde bu ilişkilerde de görülmektedir. Tabii erkek kurbanlar da vardır ama bunlar sayıca çok azdır ve ezilen kadın asıl prototiptir. Borchamps'ın özyaşam öyküsünün ayrıntılarından biri, kadın ı-köle dengesinin hem toplumsal, hem de cinsel boyutlarını açıklamaya yetecektir. Borchamps, Gürcistan'ı gezerken "iki güzel kız” satın alır. Fakat yanındaki adamlardan biri "muhteşem bir Gürcü delikanlı ile iki genç Yunan erkek köleyi" yeğler. Borchamps, Tiflis kentinde "en önemli ticaret kaynağının kadınlar olduğunu belirtir. Burada kadınlar açıkta satılmakta, hayvan pazarı gibi kadın pazarları var, Asya'nın ve İstanbul'un haremleri için... Dünyada fahişe pazarlamasının böyle belirgin olduğu başka bir ülke yoktur" (9: 29. Fuhuş ve köleliği yan yana koyarak Gürcü köylülerin asillere kadın yetiştirmek için nasıl baskı altında olduğunu, buna karşılık asillerin de hem kız, hem erkek çocuklarını prense nasıl peşkeş çektiklerini anlatmaktadır: "Bu nasıl bir çelişki: Kendi köylülerini köle olarak kullanan asiller, mevki ve para elde etmek uğruna prensin kölesi olmaktalar. Başarıyı kesinleştirmek için kız ve erkek çocuklarını küçücük yaşta prensin yatağına sokuyorlar" (9: 294). Borchamps'ın "çelişki" diye adlandırdığı olgu aslında bu kölelik ve fuhuş döngüsünün asıl mantığını anlatmaktadır. Bu olgu belli bir toplumsal gerçeğe dayanmaktadır. Bu gerçeğin çelişkileri ortadan yok olmakta ve kusursuz bir mantık belirmektedir. Acımasızlık ve her şeyin satılabilir olması otokratik idare şekillerinin kaçınılmaz etmenleridir. Bu etmenler toplumun her katmanına yansır. Yine de Sade'ın yaşadığı toplumda haksızlık bazen düzeltilir, yetenek ve beceri takdir edilirdi. Hıristiyan ideolojisi, yasa ve felsefe tüm insanların bir ruhu, hakları ve düşünme yetileri olduğunu kabul ederdi. Ancak burada bazı kısıtlamalar söz konusuydu. Bu nedenle, dış dünyadaki temel çelişki şuydu: Kadınlar, toplumsal alışveriş döngüsü içinde birer mal olarak işlem görmekteydi, fakat köle düzeyine inmemişlerdi. Sade, bu köle düzeyine indirgeme işlemini tamamlamakta, böylece resme berraklık kazandırmaktadır. Böyle yaparak da toplumsal adaletsizliği ve kokuşmayı hafifletecek her şeyi silip atmaktadır. Hakları çiğnenen ve sömürülen tüm gruplara aynı şekilde davranan güç mekanizmalarını çözümlemektedir. Sömürü ve ezme ilkelerini tüm yalınlığıyla ortaya koyarak kadınlara reva görülen aşağılık konumun önemini, toplumsal gerekliliğini ve keyfiliğini açığa çıkarmaktadır. Borchamps’ın öyküsünü örnekleyici kılan da budur. Kadınları fuhuşa iten kadın-erkek hiyerarşisi ve orjideki kıyıcı-kurban ilişkisi, Sade'ın romanında toplumu oluşturan efendi-köle ilişkilerinin en göze çarpan motifleridir.

Bu çalışmayı Sade’ın erotik simgeleri ve toplumsal ve politik gücü erotik veya cinsel güce bağlamasının sonuçlarını tartışarak bitirmek istiyorum. Sade eşitsizliğin sürdürülmesinde zenginlik ve rütbenin etkisine değinmekle birlikte, toplumsal eşitsizliğin en belirgin nedeni olarak cinsel ve doğal eşitsizliği göstermektedir. Toplumsal ve doğal eşitsizliği birbirine eş gibi gösterirken, yarattığı sahnelerde ve söyleminde toplumsal ve cinsel despotizmi birbirine kaynaştırmıştır. Bu çifte indirgemenin sonucu olarak orji toplumsal ilişkilerin bir modeli veya yansıması olmuştur. Aynı zamanda cinsel ve toplumsal despotizm haklı gösterilmiştir: Eğer tüm politik sistemler despotizm eğilimine takılıp tökezliyorsa, demek ki bu eğilim hem insanın doğası gereğidir, hem de önlenemez. Saint- Fond'un Juliette'e açıkladığı da aynen bu görüştür: "Tüm erkeklerin despotluğa eğilimi vardır; doğanın içimizde uyandırdığı ilk tutku budur" (8: 305). Orji sırasında cinsel açıdan despotluk yapmak toplumsal despotluğu da ortaya çıkarmaktadır: "Paylaşılan her güç zayıflar: Bu kabul edilmiş bir gerçektir. Sana zevk veren nesneye sen de zevk vermeyi dene: Bir de bakarsın sen zararlı çıkmışsın: Dünyada cinsel zevkten daha bencil bir tutku yoktur- (8: 257).

Cinsel despotizm çoğunlukla erkeklere ait bir özellikse, Juliette'in özel durumu bize şu gerçeği açıklamaktadır: Kadın- erkek hiyerarşisinin asıl dayanak noktası güçtür ve Sade için bu güç toplumsalı aşıp karşısındaki kişiyi ezmeye yönelik bir güçtür. Clairwil, Juliette veya la Durand isimli kadınlar orjyi yönetmeye kalktıklarında kadın-erkek hiyerarşisi tersine çevrilir. Ancak bu kadınlar yalnızca orjide yer alan erkekler kendilerinden daha alt toplumsal smıftansa yönetici olabilirler, kendileriyle aynı toplumsal düzeyde olan ve bu nedenle kadınlara cinsel açıdan hükmedebilecek erkeklerin olduğu gruplarda hiçbir zaman yönetici olamazlar. Bir başka açıdan bakıldığında ise bu üç kadın çapkının kendileriyle aynı toplumsal düzeyde, hatta daha üstün olan kadınları harcamakta hiç duraksamadıklarını görürüz. Aşağıdaki önemli konuşma erkeklerin sarsılmaz üstünlüğünü hiç sorgulamadan, cinsel ve toplumsal bağımlılık arasındaki karmaşık ilişkiyi tanımlamaktadır:

(Juliette): Bir kadın olarak kendimi ait olduğum yere koyuyorum. Bağımlılık kaderim, biliyorum. Hayır, kesin bağımlılık değil.

(Noirceul): Sahip olduğun servet, aklın ve kişiliğin seni bu kölelikten koparıp yükseltiyor. Bu gruba kadın-eş-fahişe giriyor bence. Bu gruplamayı yaparken doğanın yasalarına uyuyorum. Doğa yasaları da, gördüğün gibi, kadının ancak sürünmesine izin veriyor. Akıl, yetenek, zenginlik ve destek, doğanın kadın olarak yarattıklarını güçsüz sınıfların içinden söküp yükseltiyor. (Toplumsal sınıf-kadın olma koşutluğuna dikkat edin.) Güçlüler sınıfına girer girmez de güçlülerin tüm hakları, baskı, zulüm, cezalandırılmamak ve tüm suçları işleme hakkı hemen onların olur. Benimle ve benim dostlarımla kadın ve köle olmanı, diğer hepsiyle bir despot olmanı istiyorum... Ve bu andan itibaren sana gereken her aracı vereceğime yemin ederim (8: 201).

Açıkça görülüyor ki, Sade toplumsal koşullanmanın rolünü göz önüne almakta ve doğuştan gelen özelliklere "akıl, yetenek" gibi etmenlerin ayrıcalık kattığını kabul etmektedir. Fakat buna rağmen doğadan kaynaklanan bir cinsel eksikliği hiç göz ardı etmemektedir. Bu öyle bir aşağılanma getirmektedir ki köle, eş ve fahişe rolleri kadın olarak doğmuş olmanın toplumsal sonuçları olmaktadır.

Sade hiçbir zaman tümüyle eşitlikçi bir toplum göstermediği gibi, Juliette'le efendileri arasında da özdeşlikler göstermemiştir. Noirceuil ve Saint-Fond büyük politik güçlerini doğuştan taşıdıkları özelliklere olduğu kadar doğal güçlerine de borçludurlar. Kötülükler dünyasında yaşamalarına karşın, katıaksız toplumsal ve cinsel güç kurabilmiş olmalarını da bu doğal güçlerine borçludurlar. Orjinin cinsel hiyerarşisi despotluk idealinin modelini oluşturmayı sürdürmektedir.

Bu sistem içindeki en tutarlı fikir "uçların hiyerarşisi" fikridir. "Jouissance" (sözcük Fransızca’da hem 'kullanma', hem 'zevk', hem de 'orgazm' anlamına gelmektedir) güç kullanarak elde edilir. Sade'ı eleştiren bir yazar onun "baskı altında tutulmuş erotizmi" açığa çıkardığını, bu erotizmin eşitsizliği kabullenilir hale getirdiğini, d'Holbach ve Voltaire'de de benzeri konular olduğunu söylemektedir: Toplumsal eşitsizlik doğadan kaynaklanır ve -bunu yalnızca Sade söylemektedir- "bu eşitsizliği bilmek 'jouissance' ile sonuçlanır". Açıkça görülmektedir ki, güç isteğiyle zevk isteğini birbirinden ayrıştırdığımızda, ağır basan güç isteğidir. Çünkü toplumsal ve cinsel alanların ortak öğesi güçtür. Dardignia'nın dediği gibi Sade'ın yarattığı kişilerde "başkalarının bedenleri üzerinde katıksız güç kurma isteği, özellikle de 'aşağılık' olduğu düşünülen kişilerin yaşamlarının, efendilerin zevki için hiçe sayılması" çok görülmekteydi. Son hesaplaşmada güç kurma isteği her şeyin üzerindedir.

Lucienne Frappier-Mazur

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder