Picasso: Yaz Rüzgârları Altında
Kabul edilsin ya da edilmesin, yarınını güvence altına almak için kutsal olan her şeyi hor görmek gerekiyor. Bu adam kafa tutup karşı çıktığı için ona teşekkür borçluyuz. Kısaca şöyle söyleyebiliriz: 20 yüzyıl, 92 yaşındaki bu adam için normal saatinden 27 yıl önce sona erdi. En gizemli yaratıcısının son kaçamağını yapmasıyla birlikte bu yüzyılda yazgısının sonuna geldiğine mi inanacak? Evet, ulaşabileceğimiz en basit sonuç bu. Zamanın parçalanmışlığını en iyi biçimde ve hatta hiç istiare kullanmadan anlatan bu ressam, tarihin en yakıcı ressamı, bir tuval ya da karton parçası üzerine, bir tek kalem ya da bir tek fırça ve sadece birkaç renk kullanarak tarihin taşkınlıklarını ve güvensizliğini yansıtan bu ressam, sanat evrenindeki uzun yolculuğun bakışın belleği sayesinde, yaya olarak ve belirli bir yol izlemeden yapıldığını çok iyi biliyordu. Kendine sahip olmaya çalışarak, kişinin kendi içinde yaşadığı korkularla, acı bir alaycılıkla ve dar zamanlarda çarçabuk gelmesi beklenen yardım sayesinde.
Picasso orta yaşlarına varmadan önce, bu özelliğinin bir sonucu olarak gençlik dönemini çoktan aşmış ve olgunluk döneminin meyvelerini toplamaya başlamıştı. Saygın bir ressam olan babası, genç ressamın çalışmaları karşısında fırçayı elinden bıraktı ve resme ara verdi. Bir daha da başlamadı. Böylece kariyerini saygın bir biçimde sona erdirmiş oldu.
Picasso's father |
Çıktıkları yalnız yolculuklarda, baş edemedikleri insan kalabalığını çalışmalarına yansıtan, kendisinden önceki büyük sanatçılar, sürekli kafasını kurcalıyor olsa da Picasso kimseye benzemedi. Shakespeare tiyatrosunun görkemli oyuncuları gibi, ötekilerin sırlarını anlayabiliyor ve sayısız kılığa sokabiliyordu. Bu sırlar, çehrelerimizin ardında kendileri için düzenlenmiş odalarda gerçeklikle uyum içinde, bir arada yaşıyorlar. imgelemimiz bir kavgaya tutuştuğunda, bilincimiz derinlemesine incelendiğinde açığa çıkıyorlar. Diğerleri arasında bilgelikleriyle göze çarpan yapıtlar oluşuyor, yani şiddetli bir yıkıcılık taşıyorlar, çünkü her gün kendini yineleyen somut dünyaya, üzerine yüksek dalgaların akın ettiği bu dünyaya dokunuyorlar. Yüzünde bir tek kırışık bile bulunmayan, başında şapkası, elinde paleti ve fırçasıyla karşımızda duran bu gencecik ressamı, onu, Pablo Picasso’yu hayalimizde canlandırabiliriz; ileriyi gören babası onu kral ilan etmekteyken. Ve zorunlu olarak başlayan bu gece yıldızlarla aydınlanmakta. Yasalarına boyun eğdiğimizde bir güç ve bir bilgi birikimi açığa çıkıyor ve sanat bunları hemen kendi içine alıyor. Aceleniz varsa ve rüzgâr arkanızdan esiyorsa hızlı koşarsınız, kutsal bir kötülük ve şeytansı bir iyilik, tam olması gerektiği gibi.
Nostaljiyi olmasa da mutsuzluğu ve melankoliyi beraberinde getiren eksiksiz bir bilgi birikiminin tutsağı olduğunu hissetti zaman zaman Picasso, ama gardiyanı olmayan bir tutsaktı. Lascaux’nun, Altamira’nın ressamları gibiydi, boğaların bulunduğu her yeri sevdi. Hatta Velâzquez’i bile aşktaki özgürlüğünün kırmızı kahkahasıyla renklendirdi. Çünkü resim eylemsizliktir ve yazın, karmaşadır; bu kısa betimlemeden yola çıkarak, bazıları, sanki çoktan silinmiş gibi duran, bakılan ve uyumsuz eylemlerle aktarılan gerçekliği ayırt eder gibi olacaktır. Picasso'da küçük parçaların abartılmasıyla karşılaşılmaz. Gözüpeklik ve kaygı, gizlenmiş beklemektedir. Kaç kişi buna güvenebilir?
Profesyonel bir yenilikçi olarak Picasso, Miras’ı bir yandan sarstı ama bir yandan da ondan destek almayı ihmal etmedi. Devrimciler başlattıkları yıkımların yayılmasıyla yetinemezler; tıpkı kazancı sınır tanımayan kurnaz alaycı bir gerilimin etkisiyle ideal bir geleceğe doğru yol alan soğukkanlı bahisçiler gibidirler. Başka seçenekler de var... Picasso'nun yaşamındaki rastlantılar ve etkilenimler, Picasso'nun kendi kendine fısıldadıkları tüm bunlar olup biterken Picasso, doğası gereği hep devrimcidir. Devrimci terörist değil hatta en uygun aşk portrelerinde bile, herhangi bu kişinin kendisini görmek istediği haliyle, aynasının kendisini hiçbir zaman yansıtmadığı güzelliğin kurallarına uygun olarak ve bir bakışta gözünü kamaştıracak şekilde resmini yaparken bile. Tüm istekler bu soytarılık barındırmaz mı? Herkes kendisini kusursuz göstermek istemez mi? Picasso istemez. Büyük bir adamın çağdaşlarıyla arasındaki uzaklığı ölçmek için aramızdan ayrılmasını beklemek gerekiyorsa, şimdi 1973 yılının mayıs ayında Picasso'nun bize olabildiğince yakın bir yaşam sürdüğünü söyleyebiliriz, Son dönem tuvallerindeki kuş bunun teminatıdır. Ama ressamın bazı tabloları üzerine görünür biçimde yerleştirdiği tarihler, yabankuşlarının uçuşuna benzer. Bu kuşların gökyüzünden geçişlerini izlerken takvime bakmaya hiç gerek yoktur.
Mucizeler, inançsız bir mizahın meyvesidirler. Yaratıcılık bu evrede devreye girer, Picasso için her şeyi söyleyebiliriz ama onun komik olduğunu asla söyleyemeyiz. Açıklığa kesin bir dönüş yaptığı için izlekleri ve motifleri iyidir, yazısı onu basit kalmaya zorlar; sanki pek çok can alıcı baştan çıkarma girişimine rağmen, hiçbir kusur ve süsleme olmaksızın güçlü tipleri kullanarak doğaçlama yapıyor gibidir. Onları sonsuz sayıda kılığa sokmak onu hiç rahatsız etmez. Güvenli bir yere çekilmekten ziyade olabildiğince saklanan bir nöbetçi gibi, insan bedeninin içinde kuyu kazan bir işçi gibi bedenin kargaşasını ve atışlarını hisseder. Bazen inatçı bir hortlak gibi ortaya çıkar: Eski bir söylencedir kendini gösteren, özne, zıpkın yemiş bir balina gibi kıvranır; açığa çıkarılması gereken bir neden vardır. Hissedilen dünyaya ait nesneler, sıkıntılar, zenginlikler, hepsi Picasso tarafından sürekli olarak yenilenirler. Onun kadar acı çeken, çektiren ve sevinen çok az sanatçı vardır. Ve onların bu tür serüvenleri yaşayanlar arasında sayılmalarının üzerinden yüzyıllar geçmedi.
Picasso, oldukça geç kalınmış olsa da, içinde hapsolduğumuz ve hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bunaltıcı oyunun ağırlık merkezini değiştiriyor. Düzenini bu buluşa göre belirlememişti. Gençliği bundan zarar görmüştü ve bununla yükselmişti. Oyunu konu düzeyinde yeniden yazacaktı, ne daha iyi ne daha kötü, genel Özelliklerini koruyarak. Yine de ahlak yarası konusunda ağzından bir tek “Olsun, ne yapalım, çıkmadan. Kafa tutan alaycılığı, abartılı istekleri, toprakla bağlantılı buluşları, önce sadece bir girişim olarak kalıyor, sonra engel tanımayan cesaretiyle tekrar saldırıyor. Yapıtın çözüm noktasına varıncaya dek, resmedilen dekorlar entrikaları ve durumları, kişileri ve düş kırıklıklarını silip süpürüyor.
Cezanne'ın elmalarından Picasso'nun boğa güreşçisine geçerken tarih köklü bir değişime mi uğruyor? Bu ikisi hemen birbirinin bütünleyici unsuruna dönüşmezse evet... Ne olursa olsun, Picasso'nun hayran olduğu, Poussin tarzı bir zevk söz konusu değil, tam tersi söz konusu. Varlık, nesne, düşünülerek varılan sonuçta artık narsisizm eğiliminde değildir; bizim ortaya çıkardığımız ve bize karşı konumlanan gerçeklikle çatışma, buna izin vermez. Ve insanın son zamanlarda güçlükle yol aldığı bu gri ve büyük uzam, bu olayı şiddetlendirmez.
"Kanıtlar gerçekliği zedeler,- demişti Braque. Çok doğru ve diğer duyarlı kişiler de şöyle demişlerdi: "Kötülüğün üstüne düşen bir ışık" "Kutsal ateşe sahipti. Bu yeterli değil, öyle değil mi?" "Daha başlamadan kaybedilen bir oyun olabilirdi bu" Korkunç bir entelektüel serüven! Bir şiiri eğip büken yıkıcı bir ışık "Şeytanın ve yüce Tanrının işlerine karışmadı, her ikisinin de sırlarını öğrendiği halde "Etrafınızdaki herhangi bir şeyin mimarisine baktığınızda, Picasso'nun onu ele geçirmekte olduğunu fark edersiniz, Vulcanus’un yeniden ete kemiğe bürünmüş halidir o." "Nankörlük ya dâhice var olmalıdır ya da hiç var olmamalıdır." “Picasso’nun bize sunduğu bu yumuşak kar, her yerde çiçek açmaz da ne yapar? Buğday tarlasına iyi gelecektir diye düşünüyorum. Bu ışıkgeçirmez kütlenin arkasından koşanları gözlerimin önünde canlandırabiliyorum! Bu yas ortamında bir özgürlük kendini hissettiriyor. Ayak seslerini duyuyorum." "ölüm getiren boğa güreşçisi ölümle yüz yüze geldi. İki boynuza karşı bir kılıç. Kılıç paleti.”
Büyücü dozu kaçırır, sihirbazsa ölçülüdür. Picasso’nun başarısının nedeni, yaşadığı dönemin sanatı içinde üste çıkmaya hazır bulunan içindeki yabancının en tutkulu yanını açığa çıkarması, şansını sonuna kadar kullanmasına olanak sağlamasıydı, Yalandan...Düşünceye kadar. Bunu başardı. Sonraki günlerde her şey olanaklıydı. Picasso ne onaylama ne de reddetme yönünde tavır koyuyordu. Geçmek gerekti. Geçiyordu. Yaptıklarını şöyle görkemli bir şekilde özetleyebiliriz: Kaya sanatı, büyülü sanat, tarihi saptanamaz sanat, vs., gözlerimizin sanatı...
Şu tabloya dikkatle bakın: Sol göz mesleğin gözü, sağ göz siyaha boyanmış bir çember. Gündüzün yanında Gece. Yaşam. Yüzün ortasında keskin bir aydınlık. Picasso’nun yapıtları arasında hiçbir yapıt diğerlerinden kopuk, ayrı değildir, elbette ki özsuyun fazla gelmesi nedeniyle öne çıkan dallar vardır. Kim bundan yakınır ki?
Bu 8 Nisan tarihinde, yardım dilenen aptal bir baştankara, pencerenin çerçevesine yedi kez gagasıyla vurdu. Öğlen olmaktaydı. Bir haber mi vardı? Saat dörtte geldi haber. Korkunç göz, artık güneş gibi parlamıyordu, artık bize daha da yakın olacaktı. Yaşam bizim resmimizi yapıyor ve ölüm tablo üzerinde bizi çiziyor.
Fransızcadan çeviren: Şule Demirkol
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder