Avignon'lu Kızlar ve Kübizm


Avignon'lu Kızlar pek çok değişik evreden geçti ve hâlâ bitirilmemiş durumdadır. Başlangıçta bu kompozisyonda iki erkek vardı. Bunlardan ilki denizci öbürü de elinde kafatası, odaya giren bir adamdı. Oda bir genelevdeydi, buradaki kadınlar da fahişeydi. (Resim adını, Barselona'da, Picasso'yla İspanyol arkadaşlarının bildiği bir genelevin bulunduğu Avignon Sokağı'ndan almıştır. Ama resme bu adı Picasso'nun kendisi vermediği, ad da bir bakıma şaka olarak konduğu için, resmi yaparken Picasso'nun Barselona'yı düşünmüş olması pek olası değildir.) Başlangıçta, resimde elinde kafatası tutan adamın bulunması, bazı eleştirmenleri bu konuyu The Temptations of St Anthony'yi (Aziz Antoin'ın Günaha Teşviki) karşılaştırmaya götürmüştür. Bunu, Picasso'nun zührevi hastalıkla ilgili olarak duymaya başladığı korkulara kendi gizli göndermelerinden biri olarak kabul etmek de aynı ölçüde geçerli olabilir. Resmin son kopyasında konuyu böyle belirlemek çok güçtür. Yalnızca beş çıplak kadın görürüz; on bir ya da on ikinci yüzyıldan bu yana, kadının et olarak, içinde erkeğin ölünceye kadar acı çekmeye yazgılandığı bedensel cehennem olarak görüldüğü dönemden bu yana, hiçbir kadının resmedilmediği kadar hayvani biçimde resmedilmişti bu kadınlar.

Son zamanlarda sanatta görülen küstahlık duygularımızı öylesine köreltti ki, Avignonlu Kızlar'ın hayvansılığını hafife alıyor olmamız çok muhtemel. Bu resmi Picasso'nun atölyesinde gören arkadaşlarının hepsi (resim 1937'ye kadar sergilenmedi) başlangıçta müthiş afalladılar. Resim de zaten bu amaçla yapılmıştı. Cinsel "ahlaksızlık"a karşı değil, Picasso'nun gördüğü biçimiyle yaşam'a karşı, cepheden girişilmiş, öfkeli bir saldırıydı bu —yaşamın harap olmuşluğuna, hastalığına, çirkinliğine ve acımasızlığına karşı bir saldırı. Tavır olarak bu tablo, daha önceki resimlerinin çizgisini sürdürmekle birlikte, çok daha şiddet doludur ve bu şiddet, üslubu dönüştürmüştür. Picasso tepeden inmeci doğasına hâlâ sadıktır. Ancak modern yaşamı, öfkeyle karışık bir üzüntüyle daha ilkel bir yaşam biçimiyle karşılaştırarak eleştirmek yerine, artık kendi ilkellik anlayışını, uygar olanı şiddetle bozup afallatmak amacıyla kullanır. Bunu aynı anda iki yolla birden yapar konusuyla ve resmetme yöntemiyle.


Genelev, kendi içinde afallatıcı olmayabilir. Ama hiçbir çekicilik ya da hüzün taşımadan, alaycılık ya da toplumsal yorum eklenmeden resmedilen kadınlar, gözleri ölüme bakan, kazıklar gibi resmedilmiş
kadınlar —afallatıcı olan budur. Resmetme yöntemi de böyledir. O sıralarda arkaik İspanyol (tberya) heykelciliğinden etkilenmekte olduğunu Picasso kendisi söylemiştir. Aynı zamanda —özellikle sağdaki iki başı yaparken— Afrika masklarından da etkilenmiştir. Paris'te Afrika sanatı o tarihten birkaç yıl önce "keşfedilmişti". Sonraları, ilkel sanat pek çok değişik biçimde kullanılacak ve karışık, karmaşık bir çok tartışmada alıntılanacaktı. Ancak, burada Picasso'nun yaptığı "alıntılar" basit, doğrudan ve duygusal görünüyor. Picasso biçim sorunlarını hiç de kendine dert etmiyor. Onun ilgilendiği şey, uygarlığa meydan okumak. Bu resimdeki kaydırmalar, estetik endişelerle değil, saldırganlığın sonucunda ortaya çıkmıştır; öfke patlamasına da bir resimde verilebileceği ölçüde yaklaşılmıştır. Bu resim neredeyse —anarşistlerin kullandığı eski bir terimle söylersek— "eylemle propaganda" örneğidir.

Resmin havası, bir yıl önce Lerroux'nun Barselona'da yaptığı konuşmanın havasından pek farklı değildir: 

"Çürümüş uygarlığın içine girin ve onu yıkın ... tapınaklarını yerle bir edin...
 rahibelerin peçelerini yırtın."

Tablonun taşıdığı şiddet ve put kırıcı özellik üzerinde bu kadar durmamın nedeni, onun Kübizm'in başlangıç noktasını oluşturan büyük biçimsel uygulama gözüyle bakılarak kutsanmasıdır. Avignon'lu Kızlar, aynı yılın sonunda Braque'ı, kendisine özgü çok daha biçimsel bir yanıt resmetmeye götürmesi açısından gerçekten de Kübizm'in başlangıç noktası olmuştur, bundan kısa bir süre sonra da Picasso'yla Braque (Braque'ın deyişiyle) "birbirine iple bağlanmış dağcılar gibi” çalışmaya başlamışlardır. Oysa Picasso kendi başına kalsaydı, bu tablo onu, ne Kübizm'e ne de Kübizm'le uzaktan yakından ilişkili bir resmetme biçimine götürürdü. Tepeden inme istilacının "eylemle propagandasıdır bu. Kübizm' in özünü oluşturan, o yirminci yüzyıla özgü gelecek görüsüyle hiçbir ilgisi yoktur.

Gene de bu resim, Picasso'nun yaşamındaki büyük istisna döneminin başlangıcını belirler. Kimse, Picasso'nun içindeki değişikliğin nasıl başladığını tam olarak bilemez. Yalnızca sonuçları görebiliriz. Avignon'lu Kızlar, Picasso'nun daha önceki resimlerinin tersine, hiçbir beceri belirtisi taşımaz. Tam tersine beceriksizce yapılmış, aşırı uğraşılmış, bitirilmeden bırakılmıştır. Picasso'nun onu resmederken duyduğu büyük öfke, yeteneklerini mahvetmiştir sanki.

Bu yorum, başka bir önemli olguya da uygun düşer. 1907'ye kadar Picasso, resimde, görünüşte kendi yalnız yolunu izlemiştir. Paris'teki çağdaşlarını etkilemediği gibi kendisi de onlardan etkilenmemiş gibidir. Avignonlu Kızlar'dan sonra Picasso bir gruba dahil oldu. Apollinaire ile diğer yazar arkadaşları, Picasso'ya neyin peşinde olduklarını açıkladılar. Picasso, Braque'la öylesine yakın bir işbirliği içindeydi ki bazen ikisinin resimleri birbirinden ayırt edilemiyordu. Daha sonra Picasso, Leger, Juan Gris, Marcoussis ve diğerlerinin önderi oldu. Sanki dahice yeteneğinin yok olmasıyla birlikte Picasso, yalıtılmışlığından, geçmişe bağlılığından kurtulmuş, serbest fikir alışverişine açılmıştı.

İnsanların ve çağının ruhunu yakalamakta (resmin ruhunu yakalamaya göre) olağanüstü duyarlı olan Apollinaire, bu değişikliği hemen fark etti. Birkaç yıl sonra, 1912'de bu konuda şunları yazdı:

"öyle şairler vardır ki yapıtlarını onlara bir esin perisi yazdırır; öyle ressamlar vardır ki, kendilerini bir araç gibi kullanan, bilinmeyen bir varlık tarafından yönetilirler. Onlar için yorgunluk söz konusu değildir, çünkü çalışmazlar, ama herhangi bir zamanda, herhangi bir günde, herhangi bir ülkede, her mevsimde pek çok şey üretebilirler; insan değil, şiirin ya da resmin araçlarıdır bunlar. Akılları onların karşısında güçsüz kalır; mücadele etmek zorunda kalmazlar ve yapıtlarında hiçbir mücadele izi görülmez. Tanrısal değildirler; kendileri olmadan da edebilirler; doğanın bir uzantısıdırlar. Yapıtları, zekâyı es geçer. Devinim içinde olabilirler ama yakaladıkları uyumlar hiçbir zaman insanlaştırılmaz. Buna karşılık öyle şairler, öyle ressamlar vardır ki, boğuşurlar. Sürekli doğaya ulaşmak için mücadele ederler, ama doğayla doğrudan bir yakınlıkları yoktur; herşeyi kendilerinden bulup çıkarmaları gerekir, onlara esin veren ne cinler ne de esin perileri vardır. Yalnızdırlar ve kendi kekelemelerinin ötesinde bir şey ifade edemezler; öylesine çok kekelerler ki, bazen, ancak pek çok çaba ve uğraştan sonra istedikleri şeyi formüle etmeyi becerebilirler. Tanrı'nın kendi imgesinden yarattığı bu insanlar, bir gün durup yarattıklarını hayranlıkla seyredeceklerdir. Ama onca yorgunluk! Onca eksiklik! Onca emek!"

Picasso ilk türden bir ressamdı. Onun ikinci türden bir ressama dönüşürken geçirdiği başkalaşım ölçüsünde göz kamaştırıcı bir şey yoktur.

Olağanüstü duyarlılığına karşın, Apollinaire'in göremediği, kendisi, arkadaşları ve Braque'ın Picasso'nun başkalaşımına ne büyük bir katkıda bulunduklarıydı. Bunu bilemezdi, çünkü daha sonra, grup dağılıp Picasso tekrar kendi başına kalınca, onun tekrar ilk türden bir ressama dönüşeceğini o zamanlar bilmiyordu.

Avignonlu Kızlar'ı yapmakla Picasso Kübizm'i kışkırtmış oldu.


Kendiliğindenlik taşıyan ve her zaman olduğu gibi ilkel bir başkaldırmadan doğan bu resimden, uygun tarihsel nedenlerle Kübizm devrimi doğdu ve gelişti.

*
John Berger
Picasso'nun Başarısı ya da 
Başarısızlığı kitabından

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder