Mort dans l’Ame ve La Dernière Chance. L’Age de Raison, romanın kahramanı Mathieu’nün,
sevdiği kadına kürtaj yaptırmak için para arayışını anlatır. Mathieu’nün sevgilisinin adı Marcelle’dir. Anlatılan olaylar 1938 yılında yer almıştır. Le Sursis’de Münih buhranı, La Mort Dans L’Âme’da ise Fransa’nın düşman eline geçişi söz konusu edilmiştir. Dört yapıt boyunca aynı tiplerin serüvenlerini anlatan hikâye, bu romanların sonuna kadar devam eder gider.
Les Chemins, insanların dopdolu bir varlık ve inanç arayışlarının ve bu arayış içinde özgürlüklerini benimseyişlerinin ya da inkâr edişlerinin hikâyesidir. Sartre L’Etre et le Néant’da, bu arayışın, insan bilincine özgü bir şey olduğunu söylemiş ve Bulantı’da, aynı arayışın tasvirini yapmak istemişti. Ne var ki, Bulantı’da, insan tasarısının bomboşluğu soyut bir biçimde göz önüne serildiği halde, Les Chemins’de çeşitli insanların bu amacı çeşitli biçimlerde gerçekleştirme çalışmaları anlatılmıştır. Sartre bu romanlarında, bilincin üç ana tipi olarak kabul ettiği biçimleri incelemiştir. Bu üç biçim şunlar- Sartre'ın dört kitaptan oluşan ırmak-romanıdır: Etkinliği olmayan aydın (Mathieu), Daniel ve komünist (Brunet). Bunların yanı sıra, birtakım küçük tiplerin de çözümlemeden
geçirildiğini ve yerine «oturtulduğunu» görüyoruz.
Bu üç tipin en basiti Daniel’dir. Daniel, tıpkı Roquentin gibi öz-varoluşunun kaypaklığından tedirgindir. Bilincinin hiçliğini, sürekli ve sağlam bir nesnemsi varlık haline sokmak istemektedir. Sartre’ın tasvirleri yerindeyse, hepimizin ortaklaşa duyduğu bir eğilimin Daniel’de sürekli ve bilinçli bir uğraş şeklinde bulunduğu söylenebilir. Daniel, hayatı, günlük insan amaçlarının izlenmesi olarak değil de, içeriği her zaman değişebilen ama biçimi hiçbir zaman değişmeyen bir tasarı olarak görmesi bakımından, Roquentin’e benzemekte ve Les Chemins’deki öteki karakterlerden ayrılmaktadır. Düşünme gücü, ona, belli bir yapının her zaman varolduğunu duyurmaktadır. Ama Roquentin, yapmış olduğu bu felsefî keşfin orta yerinde durup kendini dünyadan ayrı tutmakla yetinirken Daniel, aynı keşif yüzünden bir sinir hastası olarak ortaya çıkmaktadır. Daniel, metafizik susuzluğu bir saplantı ve felsefî yukardan-bakışı bir psikanaliz sezgisi haline gelmiş olan bir Roquentin’dir. Daniel’in hikâyesi, metafizik bir incelemeden çok, Freud’cu bir hastalık olayı niteliği taşımaktadır.
Daniel, «bir meşe ağacının meşe ağacı olduğu gibi bir homoseksüel olmak» ister. Bununla birlikte, benliğinin bu kötü alışkanlıkla tepeden tırnağa çakıştığını ve bir olduğunu hiçbir zaman duyamaz. Kötü alışkanlığına, yani homoseksüelliğine her zaman biraz uzaktan bakar. Her zaman bir gözlemci ya da bir olabilirliktir Daniel. Alışkanlığı ile çakışmağa kalkıştığında, bu davranışı bir kendi-kendini-cezalandırma haline gelir. Böylece kendi içinde, acı çeken ve acı çektirenin birliğini yaratmak amacındadır. Bu çeşit kısmî bir intihar, aynı zamanda, özgürlüğünün de ortaya çıkışı olacaktır. Nitekim Daniel, kendine ve Mathieu’ye, insanın, istediğinin tam tersini yapmasının özgürlük olduğunu söyler. Bu aynı zamanda, geçici bir süre için de olsa, kaypak bilincin kendi kendisiyle çakışır hale getirilmesidir. Demek ki, paradoksal bir biçimde, insan kendisinin bir nesne haline dönüşmesini ve acı dolu bir süre haline gelmesini isteyebilir. Daniel, özgürlüğü, özgürlüğün tam karşıtında bulmaktadır.
Ama kendine acı çektirmesi de hayal kırıklılığına uğratır onu. Tiksindiği Marcelle ile evlenir ve evliliği, dayanılmaz bir yaşama biçimi olarak duyar. İğrenç bir nesne olarak görülüşünün sağlayacağı tadı alabilmek için bir tanık arar ve Mathieu’yü bularak ona en gizli sırlarını açar. Ama Mathieu, sert bir tanık olamayacak kadar aklı başında ve hoşgörü sahibi bir kimsedir. Daniel, dinsel yaşantıda daha doyurucu bir çözüm yolu bulur. Tanrının kendisini gördüğünü anlayıp çarpılır sanki. Artık, bütün kötü alışkanlıklarını bir nesne haline dönüştüren ve birer sağlam varlık haline getiren suçlayıcı bakışı bulmuştur; Tanrının bakışıdır bu. Ama bu da, Daniel’in sonu gelmez arayışlarının bir aşamasıdır sadece. Daniel, üçüncü cildde (Paris’in düşüşü), kendisine en uygun kimse gibi görünen küçük Philippe ile karşılaşır. Philippe tipi, Sartre’ın Baudelaire üzerine düşündüklerinden türetilmiş bir tiptir. Sartre, bu düşüncelerini, Baudelaire üzerine yazdığı «varoluşçu psikanaliz» incelemesinde ileri sürmüştür. Daniel, delikanlıyı avucunun içine alır ve düşmanla işbirliği yapmaları için harekete geçer.
Bu incelemeler sağlam ve güçlüdür. Sartre’ın anormal durumları iyice bildiğinden şüphe edilemez. Ama Sartre da, tıpkı Freud gibi, anormalde, normalin aşırı durumlarının ortaya çıktığını düşünür. Sartre’ın en korkunç kahramanları, ya doğrudan doğruya (Daniel), ya da yarı- simgesel bir biçimde (Charles), özgürlük karşısında insan yüreğinde beliren tedirginliği anlatmak için ele alınmışlardır. Herhangi bir kimsenin ruhsal durumunu tasvir edebilmek için Sartre da, tıpkı Freud gibi, kendisinden yararlanabileceği bir zihin tasviri ya da mitolojisi kullanır. Ama bir psikanalizci olarak Sartre, her zaman Descartes'çı olarak kalır. Sartre, Esquisse d ’une Théorie des Emotions' adlı yapıtında şöyle yazıyordu: «Her psikanalizin çelişken tarafı, fenomenler arasında hem bir nedenlik bağlantısının,
hem de bir kavrayış bağlantısının bulunduğunu ileri sürmesidir.» Sartre, bilinçte ortaya
çıkan bir şeyin, ancak bilinç dolayısıyla bir anlam kazanabileceğini ileri sürer. Psikolojik anormallik, öznenin dünyayı kendine maledişinin özel bir «biçimi» ve yine öznenin bile bile kullandığı bir simgeliğin (sembolizmin) sonucu olarak anlaşılmalıdır.
Bir Freud’cu, Daniel’in homoseksüel olmasından dolayı duyduğu kabahatlilik duygusunun,
kendisine eziyet etmesi sonucunu doğurduğunu söyleyebilir. Oysa, Sartre, bu durumu, Daniel’in önceden yaptığı ve yarı yarıya bildiği bir tasarı şeklinde anlar ve açıklar. Daniel bu hayat biçimini, yani homoseksüelliği bile bile seçmiştir. Son sözü söyleyen daima öznedir. Psikanaliz yapanlar da bunu bilirler. Ama iş kurama gelince bu gerçeği unuturlar. Sartre, böylece, bilinç-dışı zihin kavramını reddeder. Ama bu kavram yerine, bir başka kavramı ileri sürer. Sartre’ın ileri sürdüğü bu önemli kavram, insanın kendi kendisini yarı-bilinçli bir halde ve iyice düşünmeden aldatması demek olan «kötü-niyet»dir. (mauvaise foi). Sartre, metafizikçi, ahlâkçı ve psikanalizci olarak hep aynı araçlarla çalışır; zihin hakkında kabul etmiş olduğu aynı tasviri her alanda kullanır. Özgürlük temel olduğuna göre, psikanaliz ile ahlâklılık arasında hiçbir çatışma yoktur.
Sartre’ın okurlarına sunduğu ikinci bilinç tipi komünist Brunet’dir. Daniel, hasta bir bilin'çle içeriği hiçbir zaman olduğu yerde durmayan ve daima değişen bir tamamlanışın peşindeyken, Brunet, hiç düşünmeden kendini somut bir tasarı ile özdeşleştirmektedir. İlk iki cild boyunca ve üçüncü cildin büyük bir kısmında Brunet, basit ve körükörüne inanmış bir parti üyesi olarak görülmektedir. Evren, Marxist çözümlemenin dediği biçimde sağlam ve güven verici bir şeydir, Brunet için. Brunet’nin kendisi de, işlevi tarih tarafından belirlenmiş bir Parti aracıdır. Brunet bu konularda düşünmez; sadece hareket eder. Hattâ niçin Parti’de olduğunu bile düşünmeğe kalkışmaz. «Ben bir komünistim, çünkü komünistim, hepsi bu kadar işte!» der. Daha sonraki gelişmesi çok ilgi çekici bir kimse olan Brunet, Les Chemins’in ilk bölümlerinde kaskatı bir insan olarak ortaya çıkar. Ama yazarın bu tipi
sevdiği ve ona saygı duyduğu bellidir.
İlk üç cildin bütün serüvenleri, bu romanların merkezi sayılabilecek olan Mathieu çevresinde geçmektedir. Mathieu, içebakış metodunu en geniş biçimde kullanan bir psikanaliz gözlemcisidir. Roman, onun dilinden yazılmıştır. Mathieu'nün, Sartre’ın kendisi olduğundan şüphe edilemez. Mathieu, Daniel’in bile bile kendini alçaltan sapık karakteri ile Brunet’nin 'çocuksu ama bağımlı mizacı arasında yer almaktadır. Bu iki tip de Mathieu’yü etkiler. Mathieu, Daniel’in nedensiz davranışına (acte gratuit) ilgi duyar; Brunet’nin güven dolu bağımlanışını denemek ve yaşamak ister. Daniel, Mathieu’ye, Marcelle ile evlenmesi gerektiğini telkin ettiği zaman, ona kötülük yapmak istemekle kalmaz, aynı zamanda kendisinin gerçekleştirmek istediği bir kurtuluş programını da benimsetmek ister (kedilerini boğmağa kalkışması) ve bu programı, daha sonra, Marcelle ile evlenerek gerçekleştirir. «İnsanın, istediği bir şeyin tam tersini bile bile yapması kadar eğlendirici bir davranış yoktur. Bunu yapan insan, kendisinin bir başka insan haline geldiğini duyar.» Brunet’nin de Mathieu'ye sunduğu bir program vardır. Bu program gereğince, Mathieu’nün komünist partisine katılması gerekmektedir.
«Özgür olmak için her şeyden yüz çevirdin. Bir adım daha at, özgürlükten de vazgeç. O zaman her şeyi yeniden kazandığını göreceksin.»