Gustav Herling’in Geceleri Tutulmuş Günlük’ünü türün benim okuduğum en koyu örneklerinden biri olarak gördüğümü ve ne yazık ki özgün dilinden değil de kırpılmış bir çevirisinden tanımak durumunda kaldığımı daha önce yazdığımı anımsıyorum. Ona da, benzeri hizaya yerleştirdiğim günce örneklerine de ikidebir dönmemin gerekçesi yazı ayarları kaygısına dayanıyor; irtifa kaybını bir ölçüde önleme yolunun has metinlerle çarpışma alışkanlığını sürdürmekten geçtiğine inanıyorum.
Napoli’de, 10 Kasım 1978 günü defterine yazdığı, Nietzsche’nin son günlerine ilişkin bölümü yeniden okuduğumda, daha önce dikkatimi çelmemiş canalıcı bir ayrıntı oyaladı beni. Son paragraflarda, yeni okuduğu bir kitaptan yazdıklarının kıvılcımının çaktığını belirtiyor Herüng: Yalnızca İtalyancasının izine rastlayabildiğim, Analecto Verrecchia’nın Nietzsche’nin Torino Felâketi, sözkonusu kitap. Bu bölümde, elinde hiçbir kanıt olmaksızın, aklın öteki yakasına geçmezden az önce, düşünürün Suç ve Cezayı yeniden okuduğunu söylediğini itiraf ediyor.
“Oyaladı” dedim, şöyle: Uzun bir geceyi, yaklaşık dört saat, Colli-Montinari edisyonu “Bütün Eserleri”nin, Nietzsche’nin son dönem metinlerini içeren cildini arşınlayarak, bir de pür dikkat Dostoyevski'nin romanının ilk bölümünün beşinci perdesini okuyarak geçirdim. Arada, Son Mektupları ve Colli'nin iki kitabını da taradığımı eklemeliyim.
Nietzsche’nin Dostoyevski okumalarına ilişkin bir dolu eleştirel basım notuna rastlıyoruz. Onu nereye koyduğunu, kendi sözleriyle açığa vuruyor Putların Günbatımı'nda: Stendhal’den de yükseğe, “bana bir şey öğreten tek psikolog.” Ecinniler'den etkilendiği, Dostoyevski nin “budala” figürüne köprü attığı sır değil. “Suçlu bağlamında da dönüyor Petersburgluya.
Suç ve Ceza’da, Raskolnikov'un düşüne giren çocukluk anısını yazarın kaleme alış biçimi, şüphesiz o yaşantı kesitinin yakıcı özellikleriyle de, bir sara nöbeti uğultusunu taşır. Sahibinin sonsuz bir gaddarlıkla öldürdüğü atın boynuna sarılan çocuğun sahneyi ömür boyu taşımış olmasında, gördüklerinin onun bünyesini yoğurumunda şaşırtıcı bir yan bulamayız.
Epi topu bir yakıştırma sayıyor ya Herling, sahnenin 3 Ocak 1889 günü Torino sokaklarında yinelenmiş olmasını, her durumda gerçeksi görünüyor bana gerçekleştirdiği buluşturma.
Oradan, Belâ Tarr’ın filmine, Torino Atı'na bir adım.
Aklın öteki yakasına gidip orada demir atmak, sözgelimi Nietzsche’nin son onbir yılında indiği koyu kuyu karanlık içinde günlerini tamamlamak başka, gidip dönmek, yarıyarıya da olsa geri gelmek bambaşka: Dino Campana bütünüyle sönmüştür. Artaud ya da Oscar Palazzi yakıcı metinler çıkarabilmişlerdir her şeye karşın, bir de yazdıklarında gelgitin payını tam kestıremediğimiz tahteravalli konumlar var: Femando Pessoa kırılgan ruhsal bünyesiyle her döneminde baş etmeye çalışmış, birkaç kez akıl hastalıkları kliniğine yatırılmayı dilemişti. Huzursuzluğun Kitabı'nı nereye kadar bir üst ya da yan kimliğin kayıtları olarak görebiliriz? öte yandan, özellikle siyasal ve düşünsel savruluşlarının önemli bir gerekçesini geçirdiği sarsıntılara bağlamak büsbütün yanlış olmaz sanırım.
Herkesin, hepimizin sokağa fırlamak ve orada sahibinin kamçıladığı bir atın boynuna sarılarak öteye geçme isteği duymak yazısı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder