Bir Düşüncenin Yaşamöyküsü —
Nietzsche'ye Sıkı Bir Giriş
Ne çok “meta-kitap”, üstmetin okuduk gençliğimizde! Bunu Üniversite’ye, kılavuz-öğretmen eksikliğine bağlıyorum bugün. Spinoza’yı ya da Bergson’u Deleuze’e sığınarak anlamaya; Hegel’i Hyppolite’in içinden görmeye; Presokratikleri Beaufret’nin düşürdüğü ışığı izleyerek keşfetmeye çalışırdık. Nietzsche yorumları kafamızı karıştırırdı: En yakın acaba hangisiydi? Bir noktada tövbe edenlerdenim ben: Anlayabileceğim kadarını kendim anlama çabası veririm diyerek ana metinlerle başbaşa kalmaya karar verdiğimde 30’umu bulmuştum.
Gene de, her vakit tutmamıştır tövbe! İyi ki de öyle olmamıştır ayrıca: Bazı yorumlar tadına doyulmaz türdendir, hani düşünürün dönüp okuyacak olanağı olsa, “vay canına” diyebileceğini getirir akla.
Son, Rüdiger Safranski’nin Nietzsche, Bir Düşüncenin Yaşam öyküsü'nü okudum bu çerçevede; hızıyla, Schopenhauer üzerine kurduğu ilk kitabını da edinmeye karar verdim.
Niyet, amaç, hedef kitabın başlığında açığa vurulmuş: Bir yaşamın değil, bir düşüncenin öyküsünü kaleme almak. Bir yaşamı doğurduğu yapıttan ayırmak, koparmak ne kadar eldeyse, bir yapıtı içinden çıkıp geldiği yaşamdan o kadar soyutlamak eldedir. Safranski belgelerden, özellikle Nietzsche’nin yazışmalarından uzaklaşmıyor, bir bakıma birinci elden kaynağa bel bağlamakla yetiniyor, güzergahı izlerken — güven duygusu aşılayan bir yaklaşım modeli bu.
Kaldı ki, o zaman öne çıkamıyor kitap, onu ısrarlı, kesintisiz bir alt ses olarak döşüyor metnin zemine. Üstüne, geniş çapta kronolojiyi, yapıtın (burada yazı'nın demek daha doğru olur, bir noktadan sonra paramparça, tamamlanmamış bir gövde oluştuğuna göre) zaman-dizinini esas alan bir kule çıkmayı deniyor.
Böyle de olsa, Nîetzsche’nin bütün bütüne geridönüşsüz yeni bir düşünsel örgüyle karşımızda durmuyor oluşu, Safranski'nin yeri geldikçe ileri-geri hareket etmesine yolaçıyor. En sonunda varacağı kimi eşikler ilk tohumlara bağlanıyor sık sık, Nıetzsche'de.
Çağdaşlarının, Jacob Burckhardt’ın bile özüne sağır kaldığı bir düşünce-dil alaşımı bugün dönüp baktığımız.
Hiç mi borçlu değiliz yorumlarına? Tam tersine, yapıtın kendisini seçemez hale gelecek ölçüde aşırı bir borçlanma, gerekliliği tartışılır bir payanda sistemiyle mi yüzyüzeyiz?
Bu soruları tartmak için, kitabın sonuna bir bölüm eklemiş Safranski: Yeni bir yüzyılın ilk aylarında ölen Nietzsche’yi, sonraki kuşakların büyük temsilcilerinin nasıl değerlendirdiğini orada kuşbakışı tarıyor; Thomas Mann’dan Heıdegger’e, Jaspers’ten Foucault’ya ilerleyerek. Marx’ı ayırırsak, Nietzsche’nin doğurduğu yankılar başka düşünsel çıkışlarla kıyaslanmayacak orandadır, bilinen gerçek bu.
Düşüncesini başlıca evrelerine bölüyor Safranski: Metafiziğin köklü eleştirisinden değerlerin egemenliğini tersyüz etmeyi üstlenen yepyeni bir ahlâk felsefesine, Üstüsandan Bengi Dönüşe, oradan Güç İstemine yönelen bir çekiçle düşünce dersini adım adım söken bir okuma denemesine girişiyor. Aklın bir yakasında, ötekine geçmekten çekinmeyen adımlarıyla Ürpertici bir dansın arkasındaki koreografı görmemizi sağlıyor. Neden yanlış anlaşılmaya, saptırılmaya enikonu yatkın bir düşünsel gizilgüç olduğunu da. Efsane pışpışçısı değil Rüdiger Safranski. Ucuz bir totem kırıcılığı yüz sürmüyor öte yandan. Olabildiğince nesnel bir duruşa oturtmuş bakışını, her okura kendi çıkarımlarını geliştirebileceği bir dua aralık pencere bırakmayı savsaklamadığı için aynca kutlamayı gerektiren bîr çalışma koymuş ortaya.
İthaki'nin Nıetzsche’nın ‘Bütün Eserleri’ni, hem de Montinari yayını üzerinden üstlenmesi ve sürdürmesi çok anlamlı bir atılım oldu. Dağınık biçimde yayımlandığında bütünlüğü zedelenecek yapıtlardan Nietzsche’ninki. Baştan uca devanası bir monolog bu, biriki kitabın yaratacağı okuma sarhoşluğuna teslim edilmemeli.
Safranski’nin kitabına gelince hem başlarken hem bitirirken ustalıkla toplayan özelliğiyle, gecikmeksizin dilimize konuk edilmeli.
Schopenhauer üzerine kitabı Kabalcı'dan çıkmış, ama bilmem Nietzsche sırada mı? Gecikmeksizin okumak istiyorum.
YanıtlaSil