I
...Acımasız Kader’in azgınca, giderek daha azarak peşine düştüğü bahtsız usta; sonunda ezginden tek bir nakarat kalır geriye, sonunda umudunun kasvetli ezgileri şu melankolik nakaratı benimser:
Asla!
Bir daha asla!
Edgar Poe, Kuzgun
Tunç tahtının üzerinde dünyayı umursamayan Mukadderat Acı safra emdirir sünger gibi onlara, Ve Zorunluluk kıvrandırır kıskacında.
Theophile Gautier, Karanlık
Şu son zamanlarda, mahkemelerimizin karşısına bir bahtsız çıkarıldı; alnı az rastlanır ve eşi benzeri olmayan bir dövmeyle süslüydü: Şanssız! Alnında, tıpkı bir kitabın adını taşıması gibi, hayatının damgasını taşıyordu, ve iri harflerle yazılmış bu tuhaf yazının gerçeğe zalimce uygunluğu sorgu tarafından kanıtlandı. Edebiyat tarihinde benzer alınyazıları, hakiki cehennem azapları vardır - esrarengiz harflerle yazılmış talihsizlik kelimesini alınlarının yılankavi kıvrımlarında taşıyan insanlar.
Onlar kefaretin kör meleğinin elindedir ve başkalarına örnek olsunlar diye bu melek onları var gücüyle kırbaçlar. Hayatlarının yetenek, erdem ve iyilik örneği olması boşunadır; toplum onları özel olarak aforoz etmiştir ve zulmünün neden olduğu zaafları nedeniyle onları suçlar. -Hoffmann’ın kaderi yatıştırmak için yapmadığı ne kalmıştı, Balzac feleği başından savmak için neler yapmadı ki?- Zarif ve meleksi yaradılıştaki insanları, arenalara atılan kurbanlar gibi, düşmanca ortamlara taammüden atan, mutsuzluğu beşikten itibaren hazırlayan şeytansı bir Tanrı mı var? Kendi yıkımlarının arasından ölüme ve zafere yürümeye mahkûm, sunakta kurban edilmeye adanmış kutsal ruhlar mı var? Karanlığın kâbusu bu seçkin ruhlara ilelebet musallat mı olacak? Boş yere çırpınıyorlar, Karanlığın öngörülerine, kurnazlıklarına karşı bu dünyada kendilerini boş yere yetiştiriyorlar; boş yere tedbirlerini artıracaklar, bütün delikleri tıkayacaklar, talihin mermilerine karşı pencereleri boş yere kıtıkla dolduracaklar; Şeytan kapının kilit deliğinden girer; bir delik, zırhlarının kusuru olur ve aşırı yetenek de çektikleri cehennem azabının tohumu. Kartal, kırmak için kafalarını, gökkubbenin yükseklerinden Açık alınlarına bırakacaktır kaplumbağayı Çünkü zorunludur ölmeleri... Yazgıları vücutlarının her zerresine yazılmıştır, bakışları ve tavırlarında uğursuz bir parıltıyla ışıldar, kanyuvarlarının her biriyle birlikte dolaşır damarlarında.
Çağımızın ünlü bir yazarı, şairin ne demokratik, ne aristokratik bir toplumda, ne bir cumhuriyette ne de mutlak ya da ılımlı bir monarşide kendisine yer bulabileceğini kanıtlamak için bir kitap yazdı. Ona kim kesin olarak karşı çıkabildi? Onun tezine dayanak olarak bugün yeni bir ermişin yaşamöyküsünü getiriyorum, kurbanlar listesine yeni bir aziz ekliyorum; şiir ve tutku zengini bu ünlü bahtsızlardan birinin hikâyesini, alçalmış ruhlar arasında dehanın zahmetli çıraklığını yapmak için başka birçok bahtsızın ardından bu dünyaya gelmiş birinin hikâyesini yazacağım.
Edgar Poe’nun hayatı içler acısı bir trajedi!. Ölümü, bayağılığı yüzünden korkunçluğu artmış, ürkütücü çözüm! Okuduğum bütün belgelerden, Amerika Birleşik Devletlerinin Poe gibi, daha hoş kokulu bir dünyada nefes almak için yaratılmış bir varlığın hummalı bir sıkıntıyla baştan başa dolaştığı geniş bir hapishane, gaz lambalarıyla aydınlatılmış büyük bir barbarlık olduğu ve onun şair ve hatta ayyaş olarak iç dünyasının, ruhsal yaşamının bu sevimsiz atmosferin etkisinden kaçmak için yaşam boyu süren bir çabadan başka bir şey olmadığı inancını edindim. Demokratik toplumlarda kamuoyunun merhametsiz diktatörlüğü! Ahlaki hayatın sayısız ve karmaşık durumlarına toplum yasalarının uygulanışında bu kamuoyundan ne merhamet, ne hoşgörü ne de herhangi bir esneklik dileyin. İnançsız sevgiden ve özgürlükten yeni bir despotluğun, yırtıcı duyarsızlığıyla Jagannatha’nın putuna benzeyen bir hayvanlar despotluğunun ya da zookrasinin doğduğu söylenebilir. Bir biyografi yazarı -çok iyi niyetlidir bu namuslu yazar- Poe’nun, dehasını düzene sokmak ve yaratıcı yeteneklerini Amerikan toprağına daha uygun bir biçimde uygulamak islemiş olsaydı, paralı bir yazar -a money making author- olabileceğini bize ciddi ciddi söyler; bir başkası -bu, katıksız bir edep düşmanıdır- Poe’nun dehası ne kadar hayranlık verici olursa olsun, keşke sadece yetenekli olsaydı, der; yetenekten es geçmek dehadan es geçmekten her zaman daha kolaydır. Gazete ve dergiler yönetmiş ve şairin arkadaşı olan bir başkası, Poe’yu çalıştırmanın zor olduğunu ve herkesin anladığının çok ötesinde bir üslupla yazdığı için ona diğer şairlerden daha az para vermek zorunda kalındığını itiraf eder. Joseph de Maistre’in deyişiyle, ambar kokuyor ortalık!
Kimileri daha fazlasına cüret etti ve Poe’nun dehası karşısındaki akılsızlığın en kabasını burjuva ikiyüzlülüğünün yırtıcılığıyla birleştirerek Poe’ya hakaret etmekte birbirleriyle yarıştılar; ve ani ölümünün ardından onun cesedini sertçe payladılar. Bay George Graham’ın öç alan ifadesini burada hatırlarsak o dönemde özellikle Bay Rufus Griswold “ölümsüz bir alçaklık” izledi. Poe, ani sonunun uğursuz önsezisini belki hissederek, Bay Griswold ve Bay Willis’i eserlerini düzene koymak, hayatını yazmak ve anısını canlı tutmakla görevlendirmişti. Bu pedagog-vampir Griswold, Poe’nun eserlerinin ölümün¬den sonra yapılan baskısının hemen başında, kişiliksiz ve kin dolu korkunç bir makaleyle dostuna uzun uzadıya kara çaldı. - Amerika’da köpeklerin mezarlıklara girmesini yasaklayan bir karar yok mu? Bay Willis’e gelince, tersine, iyi yürekliliğin ve utanma duygusunun her zaman gerçek ruhla bir arada bulunduğunu ve ahlaki bir görev olan, meslektaşlarımıza karşı merhametin aynı zamanda bir beğeni buyruğu olduğunu kanıtladı.
Bir Amerikalıyla Poe hakkında konuşun, belki dehasını itiraf eder, hatta belki onunla iftihar eder gözükür; fakat olumlu insan tipini bildiğim hissettiren üst perdeden alaycı bir tonla size şairin hırpani yaşamından, bir mum alevinden ateş alan alkollü nefesinden, serseri alışkanlıklarından söz edecektir; size onun yeri yurdu olmayan, kural dışı bir varlık ve yörüngesinden sapmış bir gezegen olduğunu, hiç durmaksızın Baltımore'dan New York’a, New York’tan Philadelphia'ya, Phıladelphıa'dan Boston'a, Boston’dan Baltimore’a, Baltimore’dan Rıchmond'a sürtüp durduğunu söyleyecektir. Ve, bu acı hikâyenin ilk bölümleriyle kalbiniz heyecan içinde, tek suçlunun birey olmadığını, milyonlarca egemenin bulunduğu bir ülkede, doğrusunu söylemek gerekirse, merkezi ve aristokrasisi olmayan bir ülkede rahat rahat düşünmenin ve yazmanın güç olması gerektiğini ima etmeye kalkışırsanız, o zaman, karşınızdakinin gözlerinin büyüdüğünü ve kıvılcımlar saçtığını, yurtseverlik salyasının acı içinde dudaklarının ucuna geldiğini ve bu Amerikalının ağzından Avrupa’ya, yaşlı annesine ve geçmiş günlerin felsefesine küfürler yağdığını göreceksiniz.
Edgar Poe ile vatanının aynı düzeyde olmadığına inandığımı tekrarlamalıyım. Amerika Birleşik Devletleri, yaşlı kıtayı doğal olarak kıskanan dev ve çocuk bir ülkedir. Anormal ve neredeyse canavarca olan maddi gelişiminden gururlanan, tarihin bu yeniyetmesi, sanayinin mutlak gücüne safça iman etmektedir, içimizdeki kimi zavallılar gibi, sanayinin sonunda Şeytanı yeneceğine inanmıştır. Zamanın ve paranın önemi orada çok büyüktür! Ulusal kaçıklığa varan oranlarda abartılan maddi faaliyet, dünyevi olmayan şeyler için insan ruhunda çok az yer bırakmıştır. Sağlam bir kökten gelen ve ülkesinin en büyük felaketinin soylu bir aristokrasiye sahip olmamak olduğunu zaten ifade eden Poe, dolayısıyla, aristokrasinin olmadığı bir halkta Güzellik kültünün ancak çürüyebileceğini, azalacağını ve ortadan kaybolacağını söylüyordu. Yurttaşlarındaki, tumturaklı ve pahalı şatafatlara varan, sonradan görmelerin karakteristik beğeni bozukluklarının bütün belirtilerini suçlayan; Gelişmeyi, bu büyük modern düşünceyi, bön adamın esrimesi olarak kabul eden ve insanın bulunduğu yeri mükemmelleştirmesini dikdörtgen yara izleri ve iğrençlikler olarak adlandıran Poe, orada, tuhaf biçimde yalnız bir beyindi. Yalnızca değişmez ve sürekli olana, selfsame'’e inanıyordu ve tarih çölünün ortasında ışıklı bir sütun gibi, bilgenin önünde yürüyen Machiavelli tarzı bu büyük sağduyudan yararlanıyordu - kendine âşık bir toplumda ne dayanılmaz imtiyaz! Duygu İlahiyatçısının insan soyuna duyduğu dostlukla Cehennem’i ortadan kaldırdığını, rakamlar filozofunun savaşı ile ölüm cezasını ve imlayı -bağlantılı bu iki çılgınlığı!- ortadan kaldırmak için kişi başına bir meteliklik katılım bedeliyle bir sigorta sistemi önermiş olduğunu ve esin kaynakları kadar fır dönen çekici fanteziler yazan, kulağı kirişte başka birçok hastayı işitmiş olsaydı bu bahtsız ne düşünür, ne yazardı? Eğer gerçeğin bu eksiksiz görüntüsüne belirli koşullardaki hakiki sakatlığı, yanlış bir notanın acı verdiği mükemmel bir duyu zarafetini, doğru oranlar dışındaki her şeye isyan eden bir beğeni inceliğini, marazi bir tutkudan güç almış açgözlü bir Güzellik sevgisini de eklerseniz, böyle bir insan için hayatın cehenneme dönmüş olması ve sonunun kötü bitmesi sizi şaşırtmayacak, hatta bu ömrün bu kadar uzun sürmüş olmasına hayran kalacaksınız.
II
Poe ailesi Baltlmore’un en saygın ailelerinden biriydi. Anne tarafından büyükbabası Bağımsızlık Savaşı'nda Quarter master general olarak hizmet vermişti ve Lafayette’in büyük saygı ve dostluğunu kazanmıştı. Lafayette, Amerika Birleşik Devletleri'ne yaptığı son yolculuk sırasında generalin dul eşini görmek ve kocasının yapmış olduğu hizmetler karşısında minnettarlığım belirtmek istemişti. Büyükdede, İngiliz Amirali MacBride’ın kızlarından biriyle evlenerek İngiltere'nin en soylu ailelerinden birine dahil olmuştu. Edgar’ın babası ve generalin oğlu David Poe güzelliğiyle ünlü bir Ingiliz aktrisi olan Elızabeıh Arnold'a tutkuyla vurulmuş; onunla kaçmış ve evlenmişti. Kaderini karısının kaderiyle sımsıkı birleştirmek için oyuncu olmuş ve birlikte, Amerika’nın belli başlı şehirlerindeki değişik tiyatrolarda sahneye çıkmışlardı. Karıkoca, Edgar’ın da aralarında olduğu küçük yaştaki üç çocuğu tam bir yoksulluk içinde yüzüstü bırakarak, Richmond’da, hemen hemen aynı zamanda öldüler.
Edgar Poe, 1813’te Baltimore’da doğmuştur. Bu onun söylediği tarihtir, çünkü doğum tarihini 1811 olarak açıklayan Griswold’a karşı çıkmıştır. Şairimizin bir deyimini kullanarak diyebilirim ki, eğer roman ruhu -uğursuz ve çalkantılı bu ruh! - hiçbir doğuma asla yön vermemişse, onun doğumuna yön verdiğine hiç kuşku yoktur. Poe gerçekten tutkunun ve maceranın çocuğu oldu. Şehirdeki zengin bir tüccar, doğanın hoş bir biçimde donatmış olduğu bu sevimli bahtsızı sevdi ve kendi çocuğu olmadığından onu evlat edindi. Bundan böyle adı Edgar Allan Poe oldu. Böylece geçim rahatlığı ve karakterine gösterişli bir güven veren bu servetlerden birinin sahibi olacağı meşru umuduyla yetiştirildi. Manevi anne babası İngiltere, İskoçya ve İrlanda’ya yaptıkları bir yolculuğa onu da götürdü ve ülkelerine geri dönmeden önce, Poe’yu Londra yakınlarında Stoke Nevvington’da önemli bir özel okulu yöneten Doktor Bransby’nin yanında bıraktılar. Poe, “William Wilson" adlı eserinde eski Elizabeth tarzında inşa edilmiş bu garip evi ve öğrencilik hayatı izlenimlerini anlatır.
*Poe, 1809 yılında, Boston'da doğmuştur.
1822'de Richmond’a geri gelen Poe, öğrenimine Amerika’da bölgenin en iyi hocalarının denetiminde devam etti. 1825 yılında girdiği Charlottesville Üniversitesi’nde yalnızca neredeyse mucizevi zekâsıyla değil, aynı zamanda, âdeta uğursuz tutkularının bolluğuyla da dikkati çekti - gerçekten Amerikalılara özgü bu erken gelişmişlik, sonunda üniversiteden atılmasına neden oldu. Bu arada, Poe’nun, daha Charlottesville’deyken, fizik ve matematik bilimlerinde dikkate değer bir yetenek göstermiş olduğunu belirtmekte yarar var. Daha sonradan, olağandışı hikâyelerinde bu yeteneğini sıkça kullanacak ve hiç beklenmedik imkânlar yaratacaktır. Ama en fazla önemi bu kompozisyon düzenine vermediğine ve -belki de bu erken gelişmiş yetenek yüzünden- onları, katıksız hayal gücü ürünü eserleriyle kıyasladığında, basit hokkabazlıklar olarak kabul etmekten uzak olmadığına inanacak nedenlerim var. Bazı şanssız kumar borçları manevi babasıyla arasında geçici bir küskünlüğe neden oldu ve Edgar -en ilginç olaylardan biridir ve hakkında söylenenler ne olursa olsun duyarlı beyninde oldukça güçlü miktarda şövalyeliğin varlığını kanıtlar-,Yunan Savaşı’na katılma ve Türklerle savaşa girme tasarısını benimsedi. Bunun üzerine Yunanistan’a gitti. Doğu’da ne oldu, orada ne yaptı, Akdeniz’in emsalsiz kıyılarını mı inceledi, niçin Saint Petersburg’da tekrar karşımıza çıkıyor, hem de pasaportsuz -tehlikede, ama ne tür bir olay belli değil- Rus mahkemesinden kaçmak ve evine dönmek için Amerikalı Bakan Henry Middleton’ı niçin çağırmak zorunda? Bunlar bilinmiyor; bu arada sadece kendisinin doldurabileceği bir boşluk var. Edgar Poe’nun hayatı, gençliği, Rusya’daki maceraları ve mektuplaşmaları Amerikan gazeteleri tarafından uzun süre duyuruldu ama asla yayımlanmadı.
1829 yılında Amerika’ya geri döndüğünde West Point Askeri Okulu’na girme isteği gösterdi; gerçekten de kabul edildi ve orada, diğer yerlerde olduğu gibi olağanüstü yetenekli, ama disipline gelmez bir zekânın işaretlerini verdi ve birkaç ayın sonunda defteri dürüldü. Bu sırada, manevi ailesinde, bütün hayatı üstünde çok ciddi sonuçlar olacak bir olay cereyan etti. Poe’yu gerçekten bir evlat gibi sevmiş olan Bayan Allan ölüyor ve Bay Allan çok genç bir kadınla evleniyordu. Burada, aile içi bir tartışma geçer; anlatamayacağım garip ve karanlık bir hikâye, çünkü hiçbir biyografi yazarı tarafından açıkça ifade edilmemiştir. Bunun üzerine Poe’nun Bay Allan’dan kesin olarak ayrılmış olmasında ve ikinci evliliğinden çocukları olan Bay Allan’ın, onu mirasından tamamıyla yoksun bırakmasında şaşacak bir durum yoktur.
Poe, Richmond’u terk ettikten kısa bir süre sonra şiirlerini küçük bir ciltte yayımladı; gerçekte bu parlak bir tan sökümüydü. İngilizce şiiri hissetmeyi bilenler için daha bu kitapta büyük şairlerin özelliği olan yeryüzü dışı bir vurgu, melankoli içindeki sükûnet, nefis bir görkem, erken bir deneyim -sanırım, doğuştan bir deneyim demek daha doğru olur- vardı.
Yoksulluk nedeniyle bir süre askerlik yaptı; gelecekte yazacaklarının -sanki güzelliğin ayrılmaz parçalarından birinin tuhaflık olduğunu bize kanıtlamak için yaratılmışa benzeyen tuhaf bileşimin- malzemesini hazırlamak için garnizon hayatının ağır eğlencelerinden yararlandığı düşünülebilir. Poe kimi düşkün varlıkların nefes alabileceği tek ortam olan edebiyat yaşamına girdiğinde aşırı sefalet içinde ölüyordu ki, mutlu bir tesadüf imdadına yetişti. Bir dergi sahibi iki ödül koymuştu, biri en iyi hikâyeye, diğeri en iyi şiire. Eşsiz güzellikte bir yazı, komiteye başkanlık eden Bay Kennedy’nin dikkatini çekti ve elyazmalarını bizzat inceleme arzusu uyandırdı. Poe’nun iki ödülü de kazanmış olduğu belli oldu; ama sadece bir ödül verildi. Komisyon başkanı meçhul adamı merakla görmek isti-yordu. Gazetenin yayın yönetmeni, düğmeleri çenesine kadar ilikli, yırtık pırtık giysiler içinde ve aç olduğu kadar gururlu bir centilmen havasında, çarpıcı güzellikte genç bir adamla çıkageldi. Kennedy iyi davrandı. Poe’yu, Richmond’da Southern Literary Messenger’ı kurmuş olan Bay Thomas White’la tanıştırdı. Bay White yürekli, ama edebiyata hiç yeteneği olmayan bir insandı; bir yardımcıya ihtiyacı vardı. Böylece Poe, çok genç yaşta -yirmi iki yaşında- kaderi tümüyle ellerine bırakılan bir derginin yöneticisi oldu. Dergi onun ellerinde gelişti. Southern Literary Messenger bundan böyle alıcılarını ve kazanç getiren ününü bu lanetli, acayip adama, bu yola gelmez ayyaşa borçlu olduğunu her zaman bildi. “Hans Pfaall Denen Birinin Eşi Benzeri Olmayan Macerası” ve okurlarımızın gözleri önünden bir bir geçecek başka birçok hikâye ilk kez bu dergide çıktı. Yaklaşık iki yıl boyunca Edgar Poe, harikulade bir istekle, yeni türdeki bir dizi yazısıyla ve canlılığı, kesinliği, düşünülüp taşınılmış ciddiyeti sayesinde, dikkatleri çekecek kadar iyi hazırlanmış eleştiri makaleleriyle okurlarını şaşırttı. Bu makaleler her türden kitap üzerineydi ve genç adamın güçlü eğitimi vasatın çok ötesinde işine yarıyordu. Bu önemli işin yılda beş yüz dolar, yani iki bin yedi yüz frank için yapıldığının bilinmesi gerekir. Derhal -der Griswold; bu şu demektir: aptal, kendini yeterince zengin sanıyordu!- güzel, cazibeli, sevimli ve yiğit, ama tek meteliği olmayan -diye ekler yine Griswold, küçümseyici bir ayrıntı olarak- genç bir kızla evlendi. Bu genç kadın, kuzeni Virginia Clemm’di.
Gazetesindeki hizmetlerine rağmen Bay White yaklaşık iki yılın sonunda Poe’yla bozuştu. Bu ayrılığın nedeni elbette şairin hastalık hastalığı nöbetlerinde ve sarhoşluk krizlerinde yatmaktadır - en romantik manzaralara aniden telafi edilmesi imkânsız görünen bir melankoli havası veren iç karartıcı bulutlar gibi ruhsal göğünü karartan ayırt edici tesadüfler. O günden sonra, bu bahtsız adamın bir çöl insanı gibi, çadırını oradan oraya taşıdığını ve önemsiz yuvasını Amerika Birleşik Devletleri’nin belli başlı şehirlerine götürüp durduğunu göreceğiz. Her yerde dergiler yönetecek ya da kusursuz katkılarda bulunacaktır. Şaşırtıcı bir hızla eleştirel ve felsefi makaleler ve Tale of Grotesque and the Arabesque adı altında -dikkat çekici ve kasıtlı isim; çünkü grotesk ve arabesk süslemeler insan figürünü dışlar, zaten Poe’nun edebiyatının da birçok bakımdan insanüstü ya da insandışı olduğu görülecektir- bir araya gelen büyü dolu hikâyeler yazacaktır. Gazetelere sıkıştırılmış saldırgan ve skandal yaratıcı haberlerden, Bay Poe’nun ve karısının Fordham’da, mutlak bir sefalet içinde, tehlikeli biçimde hasta olduklarını anlayacağız. Bayan Poe’nun ölümünden kısa süre sonra şair, ilk delirium tremens krizlerine maruz kalır. Aniden bir gazetede çıkan yeni bir haber -bu, daha ziyade zalim bir haberdir- Poe’yu insanları küçümsemek ve onlardan tiksinmekle suçlar ve kamunun gerçek suçlamalarından biri olan eğilimlerinden dolayı Poe’ya saldırır; Poe bu suçlamalara karşı sürekli olarak kendisini savunmak durumunda kalacaktır. Bildiğim en boşu boşuna, en yorucu kavgalardan biridir bu.
Poe kuşkusuz, para kazanıyor ve edebi çalışmalarıyla kıt kanaat geçinebiliyordu. Ama daima aşması gereken iğrenç güçlüklerle karşılaştığına dair kanıtlarım var. Birçok başka yazar gibi kendine ait bir dergi hayal etti, kendi evinde olmak istedi. Düşüncesi için gereken bu sığınağı hararetle isteyerek yeterince acı çekmiş olduğu bir gerçektir. Bu sonuca ulaşmak, yeterince para elde etmek için konferanslar verdi. Bu konferansların ne olduğu iyi bilinir - College de France’ın bütün edebiyatçıların hizmetine sunduğu bir tür spekülasyon; yazar, konferansını ancak ondan alınabilecek bütün reçeteleri çıkardıktan sonra yayımlayabilir. Poe daha New York’tayken, büyük tartışmalar yaratmış olan evrendoğuma ilişkin şiiri Eureka üzerine bir konferans vermişti. Bu kez kendi eyaletinde, Virginia da konferanslar vermeyi hayal etti. Wiilis’e yazdığı gibi, Batıda ve Güney’de bir turne yapmayı tasarlıyor, edebiyatçı dostlarının ve kolejden ve West Point’ten eski tanışlarının yardımını umuyordu. Bunun üzerine Virginia’nın belli başlı şehirlerini ziyaret etti; Richmond çok genç, çok yoksul ve partal giysiler içinde tanıdığı kişiyi yeniden gördü. Poe’yu henüz tanınmadığı günlerinden bu yana görmemiş olan herkes ünlü hemşerilerini hayranlıkla seyretmek için yığın yığın koştu. Poe yakışıklı, şık ve bir dâhi gibi kibar biçimde ortaya çıktı. Alçakgönüllülüğü, bir süredir, içkiyle savaş derneğine kabul edilecek kadar ileri götürmüş olduğunu sanıyorum. Hem önemli hem de seçkin bir konu seçti: Şiirin ilkeleri; ve kendisine özgü bir açıklıkla konuyu geliştirdi. Hakiki bir şair olarak şiirin amacıyla ilkesinin aynı nitelikte olduğuna ve şiirin kendinden başka amacı olamayacağına inanıyordu.
İyi karşılanmış olması zavallı kalbini gururla ve sevinçle doldurdu; öyle mutlu gözüküyordu ki, kesin olarak Richmond’a yerleşmekten ve hayatını, çocukluğunun önemli kıldığı yerlerde tamamlamaktan söz ediyordu. Bununla birlikte New York’ta işi vardı ve 4 Ekim’de, titremeden ve zayıflıktan şikâyet ederek yola çıktı. 6 Ekim akşamı, kendisini hâlâ oldukça kötü hissederek Baltimore’a vardığında, Philadelphia’ya yola çıkacağı rıhtıma doğru bagajlarını taşıttı ve sakinleştirici bir şey almak için bir tavernaya girdi. Orada, ne yazık ki, eski tanıdıklarına rastladı ve takılıp kaldı. Ertesi sabah, şafağın soluk karanlığında yolda bir ceset -ceset mi demeli?- hayır, hâlâ canlı, ama Ölüm’ün eşsiz damgasıyla çoktan damgalanmış bir vücut bulundu. Kim olduğu bilinmeyen bu vücudun üzerinde ne kimlik ne de para vardı ve bir hastaneye götürüldü.
7 Ekim 1849 Pazar gecesi, otuz yedi yaşında, delirium tremens’e, beynine bir ya da iki defa musallat olmuş olan korkunç ziyaretçiye yenik düşen Poe orada öldü. Böyle- en büyük edebiyat kahramanlarından biri, “Kara Kedi”de şu yazgısal kelimeleri, “Alkolle boy ölçüşebilecek hastalık var mıdır?”ı yazmış olan dâhi insan bu dünyadan göçtü.
*Poe, kırk yaşında öldü.
Bu ölüm neredeyse bir intihardır - uzun süreden beri hazırlanmakta olan bir intihar. En azından, skandala neden olmuştur. Büyük gürültü patırtı koptu ve etki gücü, tumturaklı cant’inin özgürce ve zevkle ortaya çıkmasına imkân tanıdı. Cenaze törenindeki en bağışlayıcı konuşmacılar, böyle güzel bir fırsatı kaçırmayarak hiç eksik olmayan burjuva ahlakına yer vermemezlik edemediler. Bay Griswold kara çaldı; samimi olarak acı çeken Bay Willis, olabileceğinden daha dürüsttü. - Yazık! Estetiğin en sarp yüksekliklerini aşmış ve insan zekâsının en az keşfedilmiş uçurumlarına dalmış bu insan, asla yatışmayan bir fırtınaya benzeyen bir yaşamın ortasından, hayal gücünü şaşırtmak, Güzelliğe susamış ruhları baştan çıkartmak için bilinmeyen yöntemler, yeni araçlar bulmuş bu insan, bir hastane yatağında birkaç saat önce ölmüştü - ne kader! Ve bu ne büyüklük ve şanssızlıktır ki, buıjuvalara özgü boş sözler kasırgasına yol açmış, erdemli gazetecilerin kurbanı ve konusu olmuştur!
Bu gösteriler yeni değildir; taze ve ünlü bir mezarın bir skandal randevusu olmaması enderdir. Toplum zaten bu bahtsız çılgınları sevmez; çünkü ya onlar toplumun önemli günlerinde karışıklık yaratır ya da toplum onları bir vicdan azabı gibi safça kabul eder; toplum tartışmasız haklıdır,
uygun bir şekilde ölmeyi bilmiş olan Bâlzac’ın ölümü dolayısıyla Parislilerin tumturaklı sözlerini kim hatırlamaz? Ve daha yakın bir tarihte, tam bir yıl önce bugün, 26 Ocak’ta, hayranlık duyulacak dürüstlükte, üstün bir zekâya sahip ve her zaman aklı başında olmuş bir yazar kimseyi rahatsız etmeden gizlice çekip gittiğinde -öyle gizlice ki gizliliği aldırışsızlığa benziyordu- ve bulabildiği en karanlık sokakta ruhundan kurtulduğunda - ne iğrenç ahlak öğütleri! Ne incelikli cinayet! Isa’nın yücegönüllü olmayı asla öğretemeyeceği ünlü bir gazeteci onu kaba bir cinasla övecek kadar macerayı eğlenceli bulur. 19. yüzyıl bilgeliğinin sıkça ve kibarca işlediği insan haklarının çok sayıdaki maddesi arasında oldukça önemli ikisi unutulmuştur; bunlar, insanın kendisiyle çelişme ve çekip gitme hakkıdır. Ama Toplum, çekip gidene saygısız gözüyle bakar; bir ceset görünce çileden çıkan kan emiciliğe yakalanmış toplum, bu bahtsız askerinki gibi kimi kasvetli cesetleri seve seve cezalandırır. Oysa bazı koşulların baskısı altında, bazı aykırılıkların ciddi sınavının ardından, bazı dogmalara ve ruh göçüne kesin inançla, intiharın bazen hayatın en akla uygun eylemi olduğu', tumturaklı sözlere ve kelime oyunlarına başvurmadan söylenebilir. Ve böylece, şimdiden çok kalabalık, dostça peşimizde dolaşan ve her bir üyesi bize o anki dinginliğini öven ve inançlarını aktaran bir hayaletler topluluğu oluşur.
Bununla birlikte, “Eureka” yazarının iç karartıcı sonunun teselli edici bazı istisnalara da neden olduğunu ekleyelim; bunlar olmasa, umudu yitirmek gerekirdi ve bulunduğumuz yere katlanamazdık. Bay Willis, söylediğim gibi, Poe’yla her zaman iyi olmuş ilişkilerinden dürüstçe ve hatta duyguyla söz etti. John Neal ve George Graham, Bay Griswold’u utanmaya davet ettiler. Bay Longfellow -bu adam, Poe’nun acımasızca "kötü davranışı fazlasıyla hak etmişti- şair ve nesir yazarı olarak poe’nun büyük gücünü bir şaire yakışır biçimde övmeyi bilmişti. Meçhul biri, Amerikan edebiyatının en güçlü kafalarından birini kaybetmiş olduğunu yazmıştı.
Fakat kalbi yaralı, kalbi paramparça, kalbi yedi keskin kılıçla delik deşik olan kişi, Bayan Clemm’di. Edgar onun hem oğlu, hem kızıydı. Bu ayrıntıları neredeyse kelimesi kelimesine almış olduğum Willis, acı kader, der; Bayan Clemm’in Poe’yu gözetmiş ve korumuş olması acı kader! Çünkü Edgar Poe güç bir insandı; usanç verici bir güçlükle ve kendisine pahalıya mal olacak kadar genel entelektüel düzeyin çok üzerinde bir üslupta yazmış olmasının ötesinde, her zaman parasal sorunlar içindeydi ve hasta karısıyla birlikte, yaşamak için en gerekli şeylerden daima yoksundu.
Bir gün Willis bürosuna yaşlı, hoş, ciddi bir kadının girdiğini gördü. Bu, Bayan Clemm’di. Sevgili Edgar’ı için iş arıyordu. Biyografi yazarı, kadının sadece oğlunun yeteneklerini anlatırkenki kusursuz övgüsünden ve doğru değerlendirmelerinden değil tüm dış görünüşünden de -yumuşak ve hüzünlü sesinden, biraz geçkince de olsa güzel ve soylu davranışlarından- özellikle etkilendi. Ve yıllar boyunca, diye ekler Willis, dehanın bu yorulmak bilmez hizmetçisini, yoksul ve yetersiz giyimiyle, bazen onun hasta olduğunu söyleyerek-oğlu, sinirli yazarların bildiği verimsizliklerden birine geçici olarak uğradığında bulduğu değişmez özür, tek açıklama, tek neden- ve gözbebeğinin dehasına ve iradesine güven azaltacak, bir kuşku olarak yorumlanabilecek tek bir hecenin dudaklarından çıkmasına asla izin vermeyerek, kâh bir şiir, kâh bir makale satmak için bir gazeteden diğerine giderken gördük. Kızı öldüğünde, felaket dolu savaştan sağ kalana güçlü bir anne ateşliliğiyle bağlandı, onunla birlikte yaşadı, onu gözleyerek, hayata ve kendisine karşı koruyup esirgeyerek ona özen gösterdi. Kuşkusuz -sonucunu çıkardı Willis, yüksek ve tarafsız bir sağduyuyla- bir ilk aşkla birlikte doğmuş ve insani tutkuyla sürdürülen kadının fedakârlığı, nesnesini yüceltiyor ve kutsuyorsa, ona böyle saf, karşılıksız ve ilahi bir nöbetçi gibi aziz bu fedakârlığı esinleyen insandan yana neler söylenmez? Poe’yu çekiştirenler böyle güçlü çekiciliklerin erdemden başka bir şey olamayacağını gerçekten de fark etmiş olmalıdır.
Bahtsız kadın için ölüm haberinin ne kadar ürkünç olduğu tahmin edilebilir. İşte, Willis’e yazdığı mektubun birkaç satırı:
Çok sevgili Eddie’min ölümünü bu sabah öğrendim... Bana birkaç ayrıntı, birkaç olay iletir misiniz?.. Ah! Zavallı dostunuzu bu derin üzüntü içinde bırakmayın... M—ye beni görmeye gelmesini söyleyin; ona, zavallı Eddie’min borcunu ödemek zorundayım... Ölümünü duyurmak ve onun hakkında iyi konuşmak için size rica etmeme gerek yok. Bunu yapacağınızı biliyorum. Ama yas içindeki zavallı annesi için, benim için onun ne şefkatli bir oğul olduğunu söyleyin...
Bu kadın bana soyluluğun ve eski zamanlardan kalmanın da ötesinde gelmektedir. Telafisi mümkün olmayan bir darbe yemişken, kendisi için her şey demek olan insanın ününden başka bir şeyi düşünmemektedir; ve bu kadını mutlu etmek için Poe’nun bir dâhi olduğunun söylenmesi yetmiyor, bir görev ve şefkat insanı olduğunun da bilinmesi gerek. Açıktır ki bu anne -gökyüzünün en yükseklerinden bir ışınla yakılan bu meşale ve ocak- fedakârlığa, kahramanlığa ve görevden
daha yüksek olan her şeye pek dikkat etmeyen bizlere örnek olsun diye gönderilmiştir. Şairin eserlerinin üzerine yaşamının manevi güneşi olan insanın adını yazmak dürüstlük olmaz mı? Şefkatiyle yaralarına merhem olmayı bilen ve anısı edebiyat kurbanları listesinin üzerinde sürekli dalgalanacak kadının adı, Poe’nun ünüyle yayılacaktır.
III
Poe’nun hayatını, yaşam tarzını, davranışlarını, fiziksel varlığını ve kişiliğini oluşturan her şeyde parıltı ile karanlığı bir arada görmek mümkündür. Kişiliği eşsiz, baştan çıkarıcı ve eserleri gibi tanımsız bir melankoli mührüyle damgalanmıştı. Bununla birlikte, ne olursa olsun dikkate değer biçimde yetenekliydi. Gençliğinde, her tür spora ender bir kabiliyet göstermişti ve ufak tefek olmasına rağmen kadınsı el ve ayaklarla, zaten bütün varlığı bu kadınsı incelik özelliğini taşırken, güçlü kuvvetli olmanın da ötesindeydi ve gücünü mükemmel biçimde gösterebiliyordu. Gençliğinde, mümkün olanın sıradan ölçüsünü aşan bir yüzme bahsini kazanmıştı. Doğanın, çok şey almak istediği insanlara enerjik bir ruh hali verdiği söylenebilir; tıpkı yası ve acıyı simgelemekle görevli ağaçlara büyük bir yaşam gücü vermesi gibi. Bazen silik görünümlü bu insanlar, atletik vücutlu, safahata ve çalışmaya yatkındır, aşın durumlarda çabuk davranır ve şaşırtıcı bir tahammül gücü gösterirler.
Edgar Poe’ya ilişkin herkesin hemfikir olduğu birkaç nokta vardır, örneğin doğal soylu kibarlığı, hitabeti ve biraz övündüğü söylenen yakışıklılığı. Soylulukla zarif bir tatlılığın eşsiz karışımı olan davranışları kesinlik doludur. Fizyonomisi, tutumu, jestleri, başını tutuşu; tüm bunlar, özellikle iyi günlerinde onun seçilmiş bir yaratık olduğunu gösteriyordu. Tüm varlığından nüfuz edici bir görkem taşıyordu. Yoldan geçerken görenin dikkatini çeken ve hafızasını meşgul eden insanlar gibi, gerçekten doğanın damgası vardı üzerinde. Ukala ve yılan dilli Griswold bile, Poe’yu ziyarete gittiğinde ve onu karısının hastalığı ve ölümü dolayısıyla hâlâ solgun ve hasta bulduğunda, sadece davranışlarının mükemmelliğinden değil, dahası aristokratik fizyonomisi ve oldukça mütevazı döşenmiş dairesinin hoş kokulu atmosferi dolayısıyla da aşırı ölçüde etkilendiğini itiraf eder. Griswold, Parisli ve İspanyol kadına atfedilen o harika imtiyazı, hiçle süslenmeyi şairin herkesten daha fazla bildiğini ve her şeyde güzelliğe âşık Poe’nun bir köylü kulübesini yeni tür bir saraya dönüştürme sanatını keşfetmiş olduğunu bilmemektedir. Döşeme tasarılarını, kır evi, bahçe planları ve manzara değişikliklerini en özgün ve en tuhaf ruhla yazmamış mıdır Poe?
Poe’nun dostlarından biri olan Bayan Frances Osgood’un Poe’nun alışkanlıktan, kişiliği, ev yaşamı üzerine bize en ilginç ayrıntıları veren çok hoş bir mektubu var. Kendisi de seçkin bir edebiyatçı olan bu kadın, şaire yöneltilen bütün kusur ve hataları cesurca reddeder. “Erkeklerle,” demektedir Griswold’a, “belki sizin anlattığınız gibiydi ve bir erkek olarak haklı olabilirsiniz. Ama gerçekte, kadınlarla çok başka olduğunu ve Bay Poe’yu tanıyan hiçbir kadının ona derin bir ilgi duymadan edemeyeceğini ortaya koyabilirim. O, benim gözümde sadece bir zarafet, farklılık ve cömertlik modeliydi “İlk karşılaşmamız Astor House’da oldu. Yemek sırasında Willis bana Kuzgun’u uzattı ve yazarının benim düşüncemi öğrenmeyi arzuladığını söyledi. Bu tuhaf şairin esrarengiz ve doğaüstü musikisi içime öylesine işledi ki, Poe’nun bana takdim edilmek istediğini öğrendiğimde eşi benzeri olmayan ve dehşete benzer bir duygu hissettim. Poe, seçici bir ışık, bir duygu ve düşünce ışığı yayan koyu gözleri, güzel ve gururlu başıyla, yücelik ve inceliğin dile getirilemez bir karışımı olan davranışlarıyla karşımdaydı - sakin, ciddi, neredeyse soğukça beni selamladı, ama bu soğukluğun altında öyle belirgin bir sempati titreşiyordu ki, derinden etkilenmekten kendimi alamadım. Bu andan ölümüne kadar dost kaldık .... ve son sözlerinde benim anımın payı olduğunu ve aklı hükümranlık tahtından düşürülmeden önce, dostluğa bağlılığının yüksek bir kanıtını bana verdiğini biliyorum.
“Edgar Poe’nun karakterini, özellikle hem basit hem de şiirsel iç dünyasının en güzel ışığı içinde görüyordum. Delişmen, şefkatli, nükteci, bazen uslu ve bazen şımarık bir çocuk gibi huysuz Poe’nun genç, tatlı ve taparcasına sevdiği karısına ve hatta en yorucu edebi çalışmalarının ortasında gelen herkese karşı her zaman hoş bir çift lafı, iyi dilekli bir gülümseyişi, nazik ve kibar yakınlıkları vardı. Yazı masasının başında, sevgili ve ölü Lenore’sinin portresinin altında, her zaman titiz, her zaman mütevekkil ve hiç durmaksızın uyanık şaşırtıcı beyninden geçen parlak düş ürünlerini hayranlık verici yazısıyla tespit ederek bitmez tükenmez saatler geçiriyordu. Bir sabah onu her zamankinden daha sevinçli ve canlı görmüş olduğumu hatırlıyorum. Tatlı karısı Virginia onları görmeye gelmemi rica etmişti ve ısrarlarına direnmem olanaksızdı. Onu The Literati of New York başlığı
altında yayımladığı makaleler dizisine çalışırken buldum. Çok sayıda küçük kâğıt ruloyu (dar şeritler üzerine yazmasının nedeni, müsveddesini gazetelerin satır boyutuna uydurmaktı kuşkusuz) bir zafer gülümseyişiyle açarken bana, ‘Bakınız,’ dedi, ‘uzunluk farklılıklarıyla sizin edebiyatçı milletinin her bir üyesine verdiğim farklı değerleri göstereceğim. Bu kâğıtların her birinde sizlerden biri pohpohlanıp enine boyuna tartışılıyor. Gelin buraya Virginia, bana yardım edin!’ Ve bütün ruloları bir bir açtılar. Sonunda, bitmez tükenmez gözüken biri kaldı. Virginia, kahkahalar içinde, ruloyu bir ucundan tutarak odanın bir köşesine kadar çekilirken kocası da rulonun diğer ucuyla öteki köşeye gitti. ‘Bu sınırsız iyiliğe layık gördüğünüz talihli kim?’ dedim. ‘İşitiyor musunuz?’ diye haykırdı. ‘Sanki küçük, gururlu yüreği bunun kendisi olduğunu söylememiş!’ “Sağlığım nedeniyle yolculuk etmek zorunda kaldığımda, Poe üzerinde bir etki ve iyileştirici bir nüfuz sağlayabileceğime inanan karısının kuvvetli isteklerine boyun eğerek, Poe’yla düzenli mektuplaşmayı sürdürdüm Karısıyla
aralarındaki aşka ve güvene gelince, bu benim için tadına doyum olmaz bir seyirdi, bundan büyük bir inançla, büyük bir içtenlikle söz edebilirim. Hayalperest mizacının onu içine attığı bazı önemsiz küçük şiirsel olaylardan söz etmiyorum. Her zaman gerçekten sevdiği tek kadının o olduğuna inanıyorum..."
Poe’nun hikâyelerinde asla aşk yoktur. En azından “Ligeia" ve “Eleonora", doğrusunu söylemek gerekirse, aşk hikâyeleri değildir, eserin etrafında döndüğü temel düşünce çok farklıdır. Belki de düzyazının bu garip ve neredeyse dile getirilemeyen duygu düzeyinde bir dil olmadığına inanıyordu; çünkü buna karşılık, şiirleri bu duyguyla adamakıllı doluydu. Tanrısal tutku, şiirlerinde göz kamaştırıcı, yıldızlı ve çaresiz bir melankoliyle her zaman örtülü olarak ortaya çıkar. Makalelerinde bazen aşktan söz eder ve hatta adı kalemin ucunu titreten bir şey gibi. The Domain of Amheim'de mutluluğun dört temel koşulunun açık havada yaşamak, bir kadının aşkı, her türlü ihtirastan
uzaklaşmak ve yeni bir Güzelliğin yaratılması olduğunu ileri sürecektir. - Poe’nun kadınlara olan şövalyece saygısına ilişkin Bayan Frances Osgood’un düşüncesini destekleyen şey, groteske ve iğrençliğe olan şaşılacak yeteneğine rağmen bütün eserlerinde şehvetliliği ya da hatta tensel zevkleri ele alan tek bir bölümün bile olmamasıdır. Kadın portreleri sanki haleyle çevrilidir; doğadışı bir sis içinde parlarlar ve tutkun birinin tumturaklı tarzında çizilmişlerdir. Hayalperest mizacının onu içine attığı bazı önemsiz küçük şiirsel olaylara gelince, belki de temel özelliği Güzelliğe susamışlık olan bu kadar canlı bir varlığın, zaman zaman, tutkulu bir istekle çapkınlığı, tercih alanları şairlerin ateşli beyinleri olan bu volkanik ve misk kokulu çiçeği iş edinmesinde şaşkınlığa düşecek bir neden var mıdır?
Birçok biyografi yazarının söz ettiği eşsiz kişilik güzelliği üzerine düşünen kişi, sanırım, romantik sözcüğünde içerilen bütün belirsiz, ama yine de karakteristik kavramları yardımına çağırarak yaklaşık bir fikir edinebilir; Romantik sözcüğü, özellikle ifadede içerilen güzellik türlerini genel olarak dile getirmeye yarar. Poe’nun, bazı yüksekliklerin temsil etmekle görevli oldukları aşırı yetenekleri -yapı, kıyas, nedensellik- açığa vuran ve sakin bir kibir içinde ülküselliğin anlamının, en üstün estetik anlamın taht kurduğu geniş ve egemen bir alnı vardı. Bununla birlikte, bu yeteneklere rağmen ya da hatta bu pek aşırı ayrıcalıklar sayesinde bu baş, profilden görüldüğünde, belki pek sevimli gelmiyordu insana. Bir yanıyla aşırı her şey gibi, bolluktan bir eksiklik, gasptan bir yoksulluk doğabilir. Hem karanlık hem de ışık dolu, menekşe rengine çalan belirsiz ve gizemli renkteki iri gözler, soylu ve sağlam burun, hafifçe gülümser olsa da ince ve hüzünlü ağız, kumral ten, genellikle solgun yüz, biraz dalgın ve alışılmış bir melankolinin anlaşılmaz biçimde makyaj yapttğı bir fizyonomisi vardı.
Konuşması en dikkat çekici ve özü bakımından besleyici konuşmalardandı. Tiksinti verici biçimde “iyi hatip” diye adlandırılanlardan değildi ve zaten sözü de kalemi kadar yapmacıklıktan tiksiniyordu; ama geniş bir bilgi, güçlü bir dilbilim, çetin çalışmalar, birçok ülkeden toplanmış izlenimler bu konuşmayı bir derse dönüştürüyordu. Özünde şiirsel, yöntem dolu, ama bununla birlikte bilinen her türlü yöntemin dışında devinen belagatli hitabeti, gizli ve yeni genel düşüncelerin açık ve kesinlikle kabul edilebilir önermelerini çıkarmanın, şaşırtıcı bakış açıları ortaya sermenin inanılmaz sanatı ve -tek kelimeyle- hayran bırakma, düşündürme, hayal ettirme, ruhları rutinin çamurundan çıkarma sanatı; bunlar Poe’nun birçok insanda anısı hâlâ taze olan şaşırtıcı yetenekleridir. Ama bazen yüzü bir kapris içinde olmaktan hoşlanan şairin, yeryüzündeki dostlarını hüzün verici bir kinizmle aniden hatırlayarak tinsel yaşamının eserini hoyratça yıktığı oluyordu - en azından böyle olduğu söylenir. Bununla birlikte bu, dinleyicilerinin pek fark edemeyeceği ve sanırım okurun her türlü dostluğun mümkün olduğu başka büyük ve özgün zekâların tarihinde de güçlük çekmeden bulacağı bir şeydir. Kalabalığın ortasında yalnız ve monologla beslenen kimi ruhlar insanlar karşısında kibar olmaktan başka bir şey yapamaz. Bu, özünde, küçümseme üzerine temellenen bir dostluk türüdür.
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki, Poe hariç, bütün yazarların ılımlılık melekleri olduklarına inandırmaya yol açabilecek bir ısrarla yüceltilen ve kınanan bu ayyaşlıktan da söz etmek gerekir. Birçok yorum akla yatkındır ve hiçbiri diğerini dışlamaz. Her şeyden önce, çok küçük bir miktar şarabın ya da likörün Poe’nun düzenini tamamıyla bozmaya yettiğim Willis’in ve Bayan Osgood’un doğruladıklarını belirtmek zorundayım. Gerçekten bu kadar yalnız, bu kadar derinden mutsuz ve tüm toplumsal sistemi her zaman bir paradoks ve bir aldatmaca olarak düşünmüş bir insanın, merhametsiz bir kaderin hırpaladığı bir insanın toplumun bir sefiller kalabalığı olduğunu sık sık tekrarladığını varsaymak zaten kolaydır (bunu aktaran Griswold’dur; bu yüzden aynı şeyi düşünebilecek, ama bunu asla söylemeyecek bir adam olarak saldırıya uğramıştır); daha çocuk yaşta özgür yaşamın tesadüflerine atılmış, kafası çetin ve içerikli bir çalışmayla meşgul bu şairin, unutmanın şehvetini zaman zaman şişelerde aramış olması doğaldır. Edebi kinler, sonsuzluk sarhoşluklar, evlilik acıları, sefaletin hakaretleri; bütün bunlar karşısında Poe, mezara hazırlanır gibi, sarhoşluğun karanlığına kaçıyordu. Ama bu açıklamayı ne kadar güzel görünse de yeterince geniş bulmuyorum ve acınacak basitliği nedeniyle güvenmiyorum.
Tamamen Amerikanvari bir faaliyet ve zaman tasarrufuyla, oburca değil fakat vahşice içtiğini öğreniyorum; insan öldüren bir işlevi yerine getirir gibi, sanki içinde öldürülecek bir şey, a worm that would not die varmış gibi. Zaten bir gün, yeniden evlenirken (evlilik ilamı asılmıştı ve büyük bir mutluluğun ve refahın koşullarını ellerine veren bu birleşme nedeniyle kutlanırken şöyle demişti: “Evlilik ilamlarını görmüş olmanız muhtemel, ama şunu iyice aklınızda tutun: ben evlenmeyeceğim”) körkütük sarhoş, karısı olması gereken kadını yakınlığından dolayı utandırdı, böylece hayali daima içinde yaşayan ve “Annabel Lee”sinde hayranlık verici biçimde dile getirdiği zavallı ölüye karşı yalan yemininden kurtulmak için kötü alışkanlığının yardımına başvurmuş oldu. Dolayısıyla, birçok durumda, taammüdün son derece değerli özelliğini sonradan kazanılmış ve doğrulanmış kabul ediyorum.
Diğer yandan Southern Literary Messenger’daki -yazgısının başladığı bu dergideki- uzun bir makalede duruluğunun, üslubundaki mükemmelliğin, düşüncesindeki kesinliğin, çalışma isteğinin bu müthiş alışkanlıkla asla değişmediğini; eserlerinin mükemmel bölümlerinin birçoğunun tamamlanışından önce ya da sonra krizlerinden birinin geldiğini; “Eureka”nın yayımlanmasından sonra kendini acınacak şekilde alışkanlıklarına kaptırdığını ve New York’ta, daha Kuzgun’un yayımlandığı sabah, şairin adı herkesin ağzındayken, aşırı biçimde sendeleyerek Broadway’den geçtiğini okudum. Önce ya da sonra kelimelerinin, sarhoşluğun dinginlik olduğu kadar uyarıcı olarak da hizmet edebileceği anlamına geldiğine dikkat edin.
Oysa ne kadar geçici olurlarsa geri gelişleri de o ölçüde çarpıcı olan, bazen dışsal bir belirtiyi, çan sesi, bir müzik notası ya da unutulmuş bir koku gibi bir tür uyarıcıyı izleyen ve önceden bilinen bir olaya benzeyen başka bir olayın ardından gelen ve önceden ortaya çıkarılmış bir zincirde aynı yeri işgal eden bu geçici ve şaşırtıcı duygulara benzeyen; uykularımızda düzenli olarak sık sık ortaya çıkan bu eşsiz düşleri andıran sarhoşlukta, sadece art arda gelen düşlerin değil, doğdukları ortamda yeniden meydana gelmeleri için ihtiyaç duydukları düşünme dizilerinin de olduğu tartışmasızdır. Eğer okur bıkmadan beni takip etmişse çıkaracağım sonucu önceden keşfeder: Elbette hepsinde olmasa da birçok durumda Poe’nun sarhoşluğu hafızaya yardımcı bir araçtı, bunun bir çalışma yöntemi, enerjik ve ölümcül, ama tutkulu doğasına uygun bir yöntem olduğu kanısındayım. Şair, titiz bir edebiyatçının not defterleri tutmayı öğrenmesi gibi içmeyi öğrenmişti. Olağanüstü güzel ya da korkutucu görüntüleri, önceki bir fırtınada rastlamış olduğu incelikli düşünceleri yeniden bulma isteğine karşı koyamıyordu; onu zorunlu olarak çeken eski bilgileriydi ve onlarla yeniden ilişki kurmak için en tehlikeli, ama en dolaysız yolu tutuyordu. Bugün bize zevk veren şeylerin bir bölümü onu öldürmüş olan şeylerdir.
Bu eşsiz dehanın eserleri üzerine söyleyecek pek bir şeyim yok; eserleri hakkındaki düşünceyi okura bırakıyorum. Poe’nun yöntemini aydınlığa kavuşturmak, izlediği yolu.açıklamak, özellikle temel etkisi iyi düzenlenmiş bir çözümlemeye dayanan eserlerinde benim için belki güç olacaktır ama imkânsız değildir. Okuru eserlerini hazırlayışının esrarına sokabilirim; bir güçlüğü yenince, bir bulmacayı açıklayınca, güç bir işi başarınca sevindiren -çocuksu ve neredeyse sapkın bir şehvetle olasılıklar ve tahminler dünyasında oyun oynamaya ve incelikli sanatının eşi benzeri olmayan bir yaşam verdiği olmayacak şeyler yaratmaya iten- Amerikan dehasının bu bölümü üzerinde uzun uzadıya durabilirim. Poe’nun harika bir hokkabaz olduğunu kimse inkâr edemeyecektir; üstelik herkesin özellikle eserlerinin başka bir bölümüne değer verdiğini biliyorum. Daha önemli ama çok kısa birkaç saptama yapacağım.
Düşünen insanların hayranlığını fethetmesi, ününe neden olmuş bu maddi mucizelerinden değil, güzellik sevgisinden, güzelliğin uyumlu koşullarını bilmesinden, derin ve dertli, yine de inceden inceye işlenmiş, kristal bir mücevher gibi parlak ve düzgün şiirinden, bir zırhın halkaları gibi sıkı, kibar ve titiz ve en hafif bir niyetin okuru istenen hedefe doğru yavaşça itmeye yaradığı katıksız ve tuhaf, hayranlık verici üslubundan ve nihayet, özellikle bu çok özel deha sayesinde ahlaki düzendeki istisnayı kusursuz, şaşkınlık verici, dehşetli biçimde betimlemesini ve açıklamasını sağlamış olan bu eşsiz mizacından kaynaklanır. Yüz yazar arasından bir örnek alırsak Diderot kanlı canlı bir yazardır; Poe ise, sinir sisteminin yazarıdır, hatta daha fazlasıdır - tanıdıklarımın en iyisi. Onda, konuya her giriş bir kasırga gibidir, şiddete başvurmaz ama çekicidir. Gösterişliliği insanı aniden yakalar ve zihni
uyanık tutar. Ciddi bir şeylerin söz konusu olduğu hemen hissedilir. Ve yavaşça, bütün ilginin algılanamaz bir zekâ sapmasına, gözüpek bir hipoteze, acayip bir yetenekler karması içindeki Doğa’nın sakınımsız düzenlenişine dayanan bir hikâye azar azar gelişir. Baş dönmesiyle bağlanan okur, yazarın sürekleyici çıkarımlarında izlemek zorundadır.
Tekrar ediyorum: Hiç kimse insan yaşamının ve doğanın istisnalarını ondan daha büyülü anlatmadı. Nekahet döneminin tuhaf şiddeti; sinir bozucu ihtişamla dolu mevsim dönümleri, güney rüzgârının sinirleri bir enstrümanın yayları gibi gevşetip gerdiği, gözlerin yürekten gelmeyen gözyaşlarıyla dolduğu sıcak, nemli ve sisli havalar; önce kuşkuya yer bırakan, sonra bir kitap gibi güvenli ve ahkâm kesen sanrı; - zekâya yerleşen ve onu tüyler ürpertici bir mantıkla yöneten saçma; iradenin yerini alan histeri, ruhla sinirler arasında ortaya çıkan karşıtlık ve acısını gülerek ifade edecek kadar ahengi bozulmuş insan. Poe en geçici olan şeyi çözümler, tartıya gelmeyen şeyi ölçüp biçer ve sinirli insanın etrafında dolanan ve onu kötülüğe yönelten tüm bu düşselliği müthiş sonuçları olan titiz ve bilimsel tarzıyla betimler.
Onu grotesk aşkıyla groteske ve ürkünçlük aşkıyla ürkünçlüğe atan yüreklilik de eserinin samimiyetini ve insanla şairin uyumunu doğrulamama yarar. Birçok insanda bu yürekliliğin genellikle içi boş geniş bir yaşam enerjisinin, bazen inatçı bir namusluluğun ve hatta bastırılmış derin bir duyarlılığın sonucu olduğunu zaten biliyorum; insanın kendi kanını akarken gördüğünde hissedebileceği doğaüstü şehvet, ani, şiddetli, gereksiz hareketler, ruh gırtlağa hükmedemeden boşluğa atılan şiddetli çığlıklar aynı düzeye konulması gereken olaylardır.
Ruh, havanın seyrekleştiği bu edebiyatın içindeki muğlak iç sıkıntısını, gözyaşlarına dönüşmeye hazır bu korkuyu ve engin ve eşsiz yerlerde rastlanan bu yürek tasasını hissedebilir.
Ama hayranlık çok daha güçlüdür ve sanat öylesine büyük! Bu sanatta arka plan ve ikincil ayrıntılar kişilerin duygularına uygundur. Doğanın yalnızlığı ya da şehirlerin hareketliliği; her şey sinirli ve fantastik biçimde betimlenmiştir. Sanatını büyük şiirin düzeyine çıkarmış olan bizim Eugene Delacroix’mız gibi Edgar Poe da figürlerini çürümenin yakamozlarının ve fırtına kokusunun ortaya çıktığı morumsu ve yeşilimtırak zeminlerde hareket ettirmeyi sever. Cansız denen doğa, canlı varlıkların doğasına katılır ve onlar gibi doğaüstü ve galvanik bir ürpertiyle titrer. Uzam afyonla derinleştirilmiştir; afyon bütün ara renklere büyülü bir anlam verir ve bütün gürültüleri daha manidar bir sesle titretir. Bazen mânzaralarında ışık ve renk dolu göz kamaştırıcı açıklıklar çıkıverir ortaya ve ufukta, mesafenin buğulaştırdığı, güneşin altın yağmurlar yağdırdığı mimarilerin ve Doğu şehirlerinin ortaya çıktığı görülür.
Poe’nun kişileri, daha doğrusu kişisi, aşırı yetenekli, sinirleri gevşek, ateşli ve sabırlı iradesiyle güçlüklere meydan okuyan insan, baktıkça büyüyen nesnelere bir kılıç sertliğiyle bakışını yönelten kimse - bu, Poe’nun ta kendisidir. Ve hepsi ışık saçan ve hasta, tuhaf illetlerden ölen ve musikiye benzeyen bir sesle konuşan kadınları da Poe’nun kendisidir; ya da en azından, garip esinleri, bilgileri ve onulmaz melankolileriyle yaratıcılarının doğasına şiddetle katılırlar, ideal kadınına, Dişi Titan’ına gelince, çok az sayıdaki şiirlerinin orasına burasına saçılmış çeşitli portreler altında; portrelerde, daha doğrusu yazarın mizacının belirsiz ama duyarlı bir birlik içinde aralarında benzerlik kurduğu ve ayırt edilemez hale getirdiği ve en büyük başlığının, yani şairlerin sevgisini ve saygısını kazanan başlıklarının özeti olan bu açgözlü Güzellik sevgisinin hiçbir yerde olmadığı kadar daha incelikli yaşadığı güzelliği hissetme tarzında ortaya çıkar.
Fransızcadan çeviren: Işık Ergüden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder