Aurelia

Gerard de Nerval’in sağında, solunda, önünde, arkasında seçebileceği bir sürü uçurum açılmıştır. Bu korkunç çekiciliklerin dengesi Nerval’i o yaşantısının son beş yılının ve Aurelia'nın konusudur.
Ölümünden sonra arkadaşları onun kimliğini saptamak için geldiklerinde, Aurelia, Gerard de Nerval’in giyisileri içindeydi. Aurelia’nın metni, yaşam ve düş arasındaki çatışmanın öyle bir betimlemesiydi ki, -bu iki sözcük Goethe’de olduğu gibi edebi anlamlarında değil, öz anlamlarında kullanıldılar- yaşama son veren eylem için, intihar için, isteyerek ve tutkulu bir biçimde yazılmış önsöz niteliğini taşımaktaydılar. Bu, tereddütler içinde bocalayan bir ruhun aydınlanma ve kutsanma çabasıydı, Bengal’in bütün ışıklarında aydınlanan bir cesedin, hemen hemen umutsuz bir vakkanın neredeyse tıbben incelenmesiydi. Herkesin kutsal bir anlam yüklediği bu metni, Nerval'in, ölümünden, kendisinden başkasını sorumlu tutacak her türlü şaşırtmacayı ortadan kaldırmak için yazdığı söylenir. Aurelia, Nerval'in seçtiği ölüm gibi, bir yok oluşun, bir etten kemikten sıyrılışın, bir paltamanın öncülüğünü yapan çağrıdır, Aurelia, bize, bulunduğumuz düzlemde yazılmamış bir metin izlenimi verir; kimi zaman düş gücümüzün ortalarında yer alır, kimi zaman da büyük acılarımızın derin noktalarında değil ama ortalarında bir yerde yazıldığını duyumsatır. En yüksek noktadan en alttakine sürekli geçişler nefesimizi keser ve Narval'in bize sunduğu mekânları, yani bakımevlerini, yani tımarhaneleri, neredeyse “huzur” evleri olarak görmemizi sağlar. Bu cehennemi dünyanın ve de özellikle Paris’in heyecan verici bileşimine okuyucunun dikkatini çekmek gereksizdir çünkü, ne zaman bu buğu dağılsa, yabancı olmadığımız bir dekor netleşir. Şafak vakti Montmartre’dan bir tufan yükselirken Paris’in horozları öttüğünde, bu yazgılarla paramparça olmuş bedende Paris’le ilgili ne kaldıysa buna dikkat çekmek gereksizdir. Aniden inen sessizlikle bir köyün ya da Valois’daki bir ırmağın birden belirişine, okuyucunun dikkatini çekmeye gerek yoktur. Ben okurun dikkatini sadece, son sıralarda Aurelia üzerine yayımlanan çalışmaların yanlış yorumları üzerine çekmek istiyorum. Bu çalışmaların en dikkatli ve özenli olanı, geçen yıl, Pierre Audiat’nın Champion Yayınevi’nde çıkan incelemesidir. Pierre Audiat’nın ortaya koyduğu şekliyle, Aurelia'run öyküsü, ilk bakışta, aceleyle düşünülmüş ve yazılmış bir metin olmadığı yolundadır... Aurelia , Nerval'in daha önce de kullandığı bir dizi olayı ve betimlemeyi içerir... Nerval'in anlattığı olayların kronolojisi gerçek değildir... Ancak, P. Audiat’nın da amacı "efsane romanlarının, insanın kendi sırlarını açtığı romanlardan daha çok gerçeği içerir göründüklerini" ispatlamaktır. Daha da ileri gideceğim. Aurelia‘yı, Nerval'in alçakgönüllülükle kendini sanatına emanet edişini görerek okumak, mesleğine güvenişini, edebî bir yazın biçimini itiraflara tercih edişini hissederek okumak, bana çok daha heyecan verici geliyor. 

Aurelia'nın muhteşem bir şiir dersi olduğunu düşünüyorum. Şair, ters çevrilmiş bir yazıyı aynadan okuyan biri gibi yaşamını okuyor; yazısına ve edebî gerçeğe, yetenek dediğimiz bir düşünceyle, yaşamda her zaman olmayan bir düzeni aksettirmeyi biliyor. Gerard de Nerval, şiirsel bir yaşamın öğelerinin, metinde bolca ancak beceriksizce sıralandığını kabul edebiliyordu. Ona başka bir kadının acısını unutturmak üzere gelmesi gereken kadın, acı veren kadından önce gelmişti, sonra değil... Olacağı önceden haber veren düşler kimi zaman olaydan sonra görülmüşlerdi. Gerçek şair, insanların zaman içinde yaşadığını ve yaşantılardaki olayların neden-sonuç ilişkisinden oluştuğunu bilmeyen Tanrı’nın ve adalet duygusunun canlandırdığı bir insandan başkası değildir. Nerval, Aurelia’yı zenginleştirerek, biçimlendirerek sadece yaşamı iyi anladığını belirtmek istemişti. Bir yazarın -belki de bu onun için yegâne hoşluktur- kendi içindeki yaratıcı tanrı Demiurgosa güvenir gibi, yeteneğine güvenmesi hoş bir şeydir; çünkü, yetenek, yetenekli olma sevinci, Nerval’in üstündeki dehalara üstün gelmiştir; bu yüzden, Aurelia, bizim anlaşılmaz, tutarsız düş yorumlarımızı sunmak yerine, tam bir mantık, sonsuz mutluluk ve onama metni olduğu izlenimini verir. Günümüzde “fröydcülük” sözcüğünün Freud’den değil de Freudeî’den, yani mutluluk -sevinçten, geldiğini bilmeyi yeğleriz. Yaptığı işin içeriğiyle bağlantılı olarak ölen bir sanatçı, ölürken nasıl yücelirse, Nerval’e olan hayranlığımız da, onun özel hayatının en şeytansı, en uç noktasında, mesleğinin sevincini ve tutarlılığını yaşamıyla birlikte korumasını görmemizle birlikte artar.

 Jean Giraudoux (1918 - 1944)

*

Blogda Aurelia: 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder