.
...En azından bir süre eskisine göre daha az korkunç bir
görünüm içinde olmak: iyi giyinmek, ayakkabıların boyalı, saçların taralı
olması, gülücükler dağıtmak...
VERLAINE'DEN RIMBAUD'YA
İki adam Paris’te XIV. Arondismanda Didot Sokağı’nda
yürüyor. Yirmi yaşlarında gösteriyorlar. Okul arkadaşları. Hiç konuşmuyorlar.
Kaldırımda hızlı hızlı yürüyorlar.
Sol taraflarında Broussai
Hastanesi duvarlarını gösteriyor. Sundurmadan geçiyorlar, iki taraflı ağaçlı
yolları izleyerek önce bir binaya daha sonra başka bir binaya gidiyorlar,
nihayet uzunca bir salona giriyorlar ve beklemeleri rica ediliyor. Aradıkları
adam sabıkalı, eski mahkûm yok orada.
Soruyorlar. Beklemelerini
istiyorlar. Nihayet bir hemşire oldukça geniş bir salona götürüyor onları; bu
salonda bahçeye bakan bir pencerenin iki tarafına altı demir karyola
yerleştirilmiş.
Ziyaretine geldikleri hasta
pencerenin sağ tarafında, ortadaki karyolada yatıyor. Adı baş ucunda bir
tabelada yazılı. Saçları gri, gözleri bir kır tanrısının gözleri, alnı geniş,
sakalı yabani otları andırıyor. Başında bir başlık, üstünde hastanenin adının
yazılı olduğu bir gömlek var.
İki ziyaretçi geliyor. Yataktaki
adam doğruluyor, yatağındaki dergileri ve gazeteleri kaldırıyor. Sonra
kalkıyor. Eski bir pantolon, lekeli bir yelek ve üstüne de gene hastanenin
verdiği robdöşambrı giyiyor, belini sıkıyor.
Ziyaretçilerinin önüne düşüyor ve
koridora çıkıyorlar.
Daha sonra bahçeye çıkıyorlar.
Bir saat boyunca samimi bir sohbet içinde dolaşıyorlar, yanlarından geçen
hasta ihtiyarlar kendi dünyalarına dalmış iki öğrenci ve serseri kılıklı bir
hastadan oluşan bu tuhaf üçlüye pek sempatik olmayan bakışlar atıyorlar.
Ayrılıyorlar.
Bir yıl sonra Broussai
Hastanesi’ndeki hasta taburcu oluyor. Bastonuna dayanarak zor yürüyor.
Montmartre'da bir sokakta o genç ziyaretçilerinden birine rastlıyor ve
tanımıyor onu. Genç ziyaretçisi duruyor ve tanıtıyor kendisini. Kısa bir süre
sohbet ediyorlar.
Eski mahkûm “bir kadeh bir şey
ısmarla bana" diyor.
Karşısındaki küçük para cüzdanını
çıkarıyor ve bütün servetini gösteriyor. Birkaç kuruş... Ayrıca biraz önce bir
garsonun kendisini, kıyafetini uygun bulmadığı için oturduğu bistrodan
attığını söylüyor.
Bir kafeye giriyorlar ve
siparişlerini veriyorlar.
“Nerede oturuyorsunuz?” diye
soruyor öğrenci.
Karşısındaki hüzünlü bir tavırla
omuz silkiyor.
“Bir yerde oturmuyorum, geceler
sokaklarda geçiyor.”
Böyle diyordu şair. Bu yüzyılın
sonunda değil, geçen yüzyılın sonunda. Evi barkı olmayan adam Paul Verlaine’dir.
Onu dinleyenler de Pierre Louys ve Andre Gide.
Bugün hayatta olsaydı metroda yaşardı Verlaine.
Bugün hayatta olsaydı metroda yaşardı Verlaine.
Sefalet hiç acımaz.
*
Kitap: Bohemler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder