ÖLÜMSÜZ FELİX


Felix’in Yeteneği

20 yaşında ölen İspanyol yazar Felix Francisco Casanova’nın (1956 – 1976) bir yarışmaya yetiştirmek üzere kırk dört gün içinde yazdığını söylediği tek romanı Vorace’nin Yeteneği. 17 yaşındaki bir gencin yazdığı bir roman bu, açık etkiler taşıyor: Kafka’nın Dönüşüm’ü, Camus’nun Yabancı’sı, Hesse’nin Bozkırkurdu, Rimbaud, Baudelaire, Sade... henüz taze olan okumaların etkisi ile yazıldıkları çok belli olan satırlara yansımışlar.  İspanyolların Rimbaud'su demişler onun için, şiirlerini bilmiyoruz, ama ben bu romanla Rimbaud'dan çok Lautreamont'a yakın buldum.

Roman, Bernardo Vorace’nin son intihar girişiminin ardından şakağında bir kurşun deliğiyle uyanışıyla açılıyor. Sayısız kez intihar girişiminde bulunmuş ama ölmemiş olan Vorace sonunda ölümsüz olduğunu düşünüyor ve kendinden kurtulmanın mümkün olmadığını anladığı anda (gerçekte tamamiyle istediği belleğini yitirmek ve yeniden başlamaktır) kendisini tanıyan herkesten kurtulmaya karar veriyor. "Beni bir ölümlü olarak tanıyan herkesle işim bittikten sonra, yeniden doğacağım geçmişe ait hiçbir iz taşımadan. "

Kitabı aşağıda yer alan paragrafla tanımış ve bana hiç de uzak olmayan bu hisler  karşısında meraklanmış, okumak istemiştim:  

"Zayıflıklarımı bilen herkesi ve her şeyi, geçmişin tüm izlerini yok etmeliyim. Ayın altında, sükunet içinde denize girmeliyim. Hayatımın kusurlarını bilen kişilerle dolu aşamalarını, geçmişteki insani sakarlıklarımın tanıklarını silmeliyim. Baştan başlamalıyım."

Ama kitabın kahramanına ait bu sözleri yazarının bir anlatı ve hayalgücü ile ne kadar ileri taşıyabileceğini kestirememişim.  Ölümsüzlük düşüncesi ile suça ve kötülüğe bulaşan Vorace, önce masum aptal ve zavallı aşığı Debora’yı bir köprüden aşağı atar, sonra kızı Debora’nın ölümünden sonra Vorace’ye üzüntüsüyle vicdan azabı yaşatan annesinden kurtulur. Ölmeden önce bitirmek istediği son çalışmasını daktilo etmek üzere yanında işe girdiği Hitler hayranı faşist yazar David Peces’in ölümüyle (Vorace’nin ölümsüz olduğunu söylemesine katlanamamıştır) geçmişine ait bir kişi daha ortadan kalkar. Ama Vorace tüm bunlarla yetinmemekte, geçmişinden tamamen kurtulmak için canice bir plan hazırlamaktadır: Deniz kenarındaki evinde hayvan kostümleri giymenin şart olduğu ve tüm tanıdıklarını davet ettiği bir parti düzenler: Çocukluktan beri kusurlarını bilen Damaso, sevgilisi Marta ve arkadaşları, Debora’nın arkadaşları, David'in kır evinde tanıştığı ve onu insani bir anında yakalayan hizmetçi kız; tüm tanıdıklarını ve tanıdıklarının tanıdıklarını ve hatta posta kutusuna bıraktığı davetiyeyi gördüğünde onunla dalga geçmiş olduğunu düşündüğü komşusunu.

Vorace de şeytan kostümleri içinde yer alıyor ve özenle hazırladığı bu hayvan kostümlü parti için Nuh’un gemisi gibi dolduruyor evi. “Aklımdaki fikrin daha estetik bir hal alması için hayvan kostümleri giymeleri gerekiyor." diye açıklıyor cani planını Vorace. Evi bir benzin bidonu ile ateşe verdikten sonra pencereden atlayıp kaçıyor. Bu hayvan kostümlü partiden ve bu cehennemi geceden bir Bosch tablosu yaratabildiği için mutlu, kalabalığın şaşkın bakışları arasında kahkahalarla alevleri seyrediyor: "tanıdıklarımın silüetleri kavruluyor" “Her şey planladığım gibi gelişti: insansı zayıflıklarımı bilen her kim varsa yok oldu”.

Vorace’nin kötülükle bu oynaşısı daha çocukken başlamış: 

“ Tahta kulemde mutlu muydum çocukken, gözlerken billurlara çarpan dalgaları binlerce kilometreyi sevgilisine kavuşmak için kat eden bir aşık gibi? Kartondan bir askerle oynar ve kollarını, bacaklarını, başını kesip ardından da hepsini başka bir düzenle yeniden inşa ederken mutlu muydum? Mutlu muydum kafatası kasık kemiklerinde belirdiğinde, boynun yerinde baldır yer aldığında? Hala tekrar erişmeyi başaramadığım bir zevkle bir ninenin torununu tıpkı benim askerimi parçalara ayırışım gibi kesip biçmesini yazarken mutlu muydum?  Evet, mutluydum harika Alice ile beraber labirentte, gelmiş geçmiş en etkileyici labirentte dolaştığımızı hayal ederken…” (sf. 122)

Yine aylak gezintilerinden birinde bir banka oturmuş Sade okuyan siyahlar içinde bir kadınla karşılaşıyor. Bu Vorace'ye büyükannelerini öldüren çocuklar hakkında korkunç öyküler anlatan eski hocası.

 Büyükanne’nin bir makasla torununu dilim dilim kestiği bir hikayeye rastlıyor çocukken tuttuğu defterde: 

" ilkokul zamanlarından kalma, çizgili, sarı bir defterin sayfalarını karıştırıyorum: hep sadisttim." 

“ Tıpkı doğurdukları gibi ölümü verecekler bana” diyor hapishane hücresinde idam mahkumu Vorace. Geçmiş soykırımı yaptığı o yangın gecesinin ardından bununla da kalmıyor, hücresinde, parmaklıklar arkasındayken özgürlüğünü kıskandığı bir kuşu öldürüyor.

 Ve idam sehpasında biten son, yine bir düş mü, yoksa gerçek mi? Ve Vorace gerçekten de söylediği gibi bir ölümsüz mü? Yoksa başarısız intihar girişimlerinin ardından kendini ölümsüz olduğuna inandırmış, şeytanla pazarlık içindeki bir başka faust mu? "Ben Ölümsüzlere üyeyim" diyor kitabın bir yerinde, Bach gibi, Rilke gibi…  Ölümsüz olduğunu düşündükten sonra yazmayı da bırakan Vorace'nin ölümsüzlük düşüncesi ebedi sanatçı mitinden (kaprisinden) beslenen bir tema ve bana kalırsa iyi de kullanılmış. İronik, acı ve gerçek olansa ölümsüz bir kahraman yaratan Felix Francisco Casanova’nın henüz yirmi yaşında banyo yaptığı sırada gaz kaçağından ölmüş olması. 

“Bir ölümsüzü kendisi dışında kim efsaneleştirebilir?” 

"Uyu artık uzun saçlı deli."


12

Pencere aralık, perde bir kadın başı gibi hafifçe kalkıyor. Gece bana bakıyor ve kışın nefesi dudaklarıma dokunuyor, rüzgâr beni ışığa gelen kelebekler misali saran çimen parçala­rı taşıyor. Düşünmüyorum bile. Yastık otların hiç kesilmediği bir bahçeye benziyor, başım denizin dibindeki kum gibi derine gömülüyor. Parmaklarım parmaklarımla oynuyor. Tüm tatlar dilime dolanıyor, Babil’in delisi olarak zihnimdeki dilleri karış­tırıyorum. Midas’ın dokunduğu her şeyin yaldızlarını döküyo­rum. Bir ölümsüzü kendisi dışında kim efsaneleştirebilir? Ka­ranlıkta parıldayan yarı değerli taşlar hayvan gözleridir, artık ölmüştür hepsi, sahiplerini gözlüyor ve uçuruma giden yolla­rını aydınlatıyorlardı. Marta ve binlerce ikizi yanımda yatıyor. Camda sonsuz yansımamı görüyorum. Bu gecenin tek müziği Marta’nın midesinden yükseliyor. Annemin pudralı kalçala­rımda, dövülen halı gibi, insanı hapşırtan bir toz yayarak davul çalışını anımsıyorum. Marta’cık gözlerini açıyor:

 "Uyu artık uzun saçlı deli."

*
Vorace'nin Yeteneği / Felix Francisco Casanova


Hırsızın Güzel Talanı / Zeki Z. Kırmızı'dan



Bir hırsızın talanından ancak bu kadar mutlu olunabilirdi ve kendime dün akşamdan beri, beni çokça etkileyen ve duygulandıran bu olay karşısında, bunu hak etmek için gerçekten ne yaptım ki, diye sordum durdum. 

Benimkini aratmayan ve belki de aşan senin okurluğunla onurlandığımı baştan belirtmek istiyorum, bu benim için önemli. Okurluğum ve buna bağlı gelişen yazım, dikkatli bir gözün odağında bu biçim ve içerikle hiç yer almadı, okunmadı. Hiç kimse beni, yalnızca yazımdan söz etmiyorum, senin gibi yakından ve içeriden okumadı (ki bunu kestirmek hiç zor değildi. Okuyacağım, demen yetmişti bana.) Zaten en başta ben başkasının beni, hele de böyle okuması için bir neden, gerekçe bulabilmiş değildim. 

Seni ve senin gibileri bambaşka ve özel kılan şey de tam bu. Kemiklerle, görünmez dokularla, tırnaklarla, döküntü ve atıklarla da ilgilidir bizim gibilerin yaptığı okumalar. Bütün bunlar bizde, içimizde buluşsunlar diye değil, bizden ayrı, orada var olmalarına saygı duyabilmemizden ötürü; atladığımız, kendimizi haklı görmemize yol açacak bir hafifliği bağışlayamayacağımız için  tinin boşluklarında ıslık sesi çıkararak estiği kemiklerle, kemiklerin iliğiyle de ilgiliyiz.

Kemiklerime değin okunduğumu, yazdıklarımdan öte, yazabileceklerimin, yani aslında doğrudan benim okunduğumu görüyor ve ürperiyorum. Kendimi saklamadım ama göstermeyi de istemiş değildim. Senin okumansa başlangıç imgesine, ilkörneğe (arketip) dönük bir okuma girişimi. Kusursuz, etkileyici bulduğumu söylemek zorundayım ve bunu sen yaptığın için hiç huzursuz, tedirgin olmadığımı hemen belirtmeliyim, senin röntgeninle ortaya çıkabilecek tüm olumsuz verinin bile benim için önemli, anlamlı bir girdi olacağını varsaydığımdan. 

Genç, diri ödünsüzlüğün başlı başına göz yaşartıcı bir erdem, bu erdem sözcüğü sayısız çağrışımıyla gıcık olmana yol açabilse de. Onayla(n)malarla uzaktan yakından ilgin olmaz senin. Sınırın ötesinden düşünen, yazan, seslenen birisin. Bütün bunları üçüncü kişilere anlatmak nasıl da zor. Ama gerekli mi?

Sana neden teşekkür etmeliyim? 

Bunun için gerek ve yeter nedenlerin bir çoğunu sen de kestiriyor olmalısın. Yinelemem anlamsız olur. 

Ama ayrıca teşekkür ediyorum, 66 yaşımda ilk kez kendimi saçılmış başka başka, uzam/zaman birliğinden yoksun ve dağınık yaşamlar olarak kabul etmişken, üstelik tüm bu paramparça şeyleri artık bir araya getirme çabasından tümüyle vazgeçmişken, bana yazınla bir sahici ayna tutarak kendimden bir şey anlamamı, bir imge çıkarabilmemi sağladığın için.

Ve yine teşekkür ediyorum, her ne yapmışsam ve bir şeyler yapmaktan vazgeçmezken bile yapıp ettiklerimi hiçler, önemsemezken, dahası tüm bunları yapmak için geçerli neden bulma sıkıntım giderek artarken, yalnız olmadığımı, bütün bunların bir ses, fiziksel bir alan yaratarak başka bir yerden, benzer bir ten ve tinden yankılanabileceğini bana gösterdiğin, neyi aradığımı bilmeden sürdürdüğüm arayışımda yalnız olmadığımı duyumsattığın, gösterdiğin için.

Teşekkür ediyorum, sana, senin için. Sendeki Rimbaud, sendeki Camus, sendeki adını sayamayacağım tüm ötekiler için. Evet, sen içinden çıkamadığım, yanıtını kıskançlık krizleriyle belki bulmayı olanaksız kıldığım süreğen sorumun yeni bir kanıtı olarak önüme dikildiğin için. Zaman ve su yalnızca sıralı akan bir şey değildir, bazen ters ya da beklenmedik biçimlerde sıçrayabilir, delebilir, usumuzu bir yerinden kesip kanatabilir. Belki de hazine (imge) orada gömülü, saklıdır.

Zamanın patladığı yerden yer yeniden bireşimlenebilir. Rimbaud 17-20 yaş arasında o hiçbir okumanın tüketemeyeceği Illumination'u yazabilir ve hiç kimse bu yüzden bir tansımayla, kayrayla (mucize) karşı karşıya olduğunu düşünmek gibi bir hafifliğe kapılmasın, kapılmamalı. 

Sana teşekkür ediyorum çünkü sen tanıdığım ender dil (ve düşünce) emekçilerinden birisin. Tanıdığım derken üreten, yaratan sanatçıları da içine katarak söylüyorum.

Ve sevgili Yalnız İnsan, dostum, bir teşekkür daha etmeliyim unutmadan.

Gizilgücün, yarın ortaya çıkaracağın yapıtın (nedir bunu kestirmek zor) için şimdiden teşekkür etmek istiyorum. 

ZEKİ Z. KIRMIZI OKUMALARI (BİR OKURUN OKUMA NOTLARI)

ZEKİ Z. KIRMIZI OKUMALARI
(BİR OKURUN OKUMA NOTLARI)


Sevgili Zeki Z. Kırmızı, doğru büyüğüm, haftalardır kütüphanenizde kitaplarınızı karıştırıyorum, beni hiç mi fark etmediniz? Birkaçını da çaldım üstelik: biliyorsunuz kitap hırsızıyım ben, sabıkam kabarık.

Okumalarınız nihayet bitti. Sizin okurluğunuz pek çok insanın okurluğuna haddini bildirecek cinsten. Yalnız okura değil, yazara da. En zor olanı da sizin okurunuz olmak zaten. Sorumluluk bilinciniz, sorumluluk duygularınız var. Her şeyden önce saygınız var yazı’ya, yazın’a, yazar’a, okur’a.

Kitaplarla, genel olarak okurluk ve yazarlık ile ilgili ne kadar büyük kaygılar taşıdığımı biliyorsunuz.  Size geçen sene şunları yazdığımı hatırlıyorum:

“İnsan kendi kitaplığının gönüllü tutsağı da değil midir aynı zamanda? Ben bunu istiyor muyum henüz emin değilim. Bu konuda direnmek elimde olan bir şey mi onu da bilmiyorum. Ama dışarıda yanıma içinde birkaç kitap ve defterden oluşan çantamı almadığım ve elimi kolumu sallayarak dolaşmanın keyfini çıkardığım nadir zamanlarda özgürlük hissinden keyif aldığım oluyor, sonra, çok geçmeden kocaman, büyük bir boşluğun içinde ilerlediğimi hissetmeye başlıyorum yine.”

En son Rimbaud üzerine yazarak (kaotikbenlik.blogspot.com/2018/11/rimbaud) bu kaygı ve endişelerin üzerine gitmiştim biraz da. Sizse bir ömür harcamışsınız okurluk yaşamınıza, işte, kendi kitaplığının gönüllü tutsağı olmuş bir büyük okur var karşımda.  

Etkin bir şekilde okumaya lisede başlıyorsunuz. Sık sık 60’lardan, lise yıllarınızdan, Urfa’da, Naci İpek’in Özlem Kitabevi’nden bahsediyorsunuz. Balzac’ı, Flaubert’i, Faulkner’i, Caldwell’i, Stendhal’i, Dickens’ı,Thomas Mann’i lise yıllarında okumuş, tanımışsınız. Ortaokul’da tanışmışsınız Nazım’la.  Emily Bronte’nin Uğultulu Tepeler’ini sizi siz yapan okumalardan sayıyorsunuz. Sizdeki bu erken gelişmiş okuma bilinci nereden diye de ben sormak istiyorum şimdi. Biz lisede neler okurduk bir bilseniz.

Yine lise yıllarından bir okuma: Flaubert’in Ermiş Antonious ve Şeytan’ı kırk yıl sonra tekrar elinizde.

“Çok heyecanlanmış, büyülenmiş, gençlik sorgulamalarının vahasını bulmuştum bu anlatıda sanki. Demek ki fena halde bir arayış içerisindeymişim. Hatta o zaman yazdığımı anımsadığım bir öykü-şiir demek Flaubert etkileriyle yazılmış. İnanç hesaplaşması içindeydim. On beş yıllık yaşamımın en üst hesaplaşmasını yapıyordum.”

Bir başkası, Kızıl ile Kara. “ Kırmızı ve Siyah ile buluşmamı 15 – 16 yaşlarında bir ayinsel okuma olarak anımsadım ve içimde yaşamım boyu taşıdım.”


Sizin okurluk yaşamınız, okuma tutkunuz, kitaplara olan inancınız ve sevginiz bütün kaygılarımı silip süpürdü. Bütün bu sevgiye, birikime, emeğe, özene, duyarlığa hayran kalmamak elde değil.  Bana büyük bir kılavuzluk yapacak okurluğunuz. Okuma notlarınız aynı zamanda bir okurluk dersi, okurluk okulu. Bana da okuma bilincini ve dil bilincini aşıladılar.  Ne kadar da gerisindeyim Türkçe yazınımızın, dünya edebiyatı cumhuriyetinin ne kadar uzağında bir vatandaş, bir arpa boyu yol anca almışım, ne kadar çok katedecek yolum varmış daha.

Okurluk üzerine, kişisel okurluk yaşamınız üzerine bir okur kitabı yazmalısınız Sevgili Zeki Bey,  yazılarınızın birinde söz ediyorsunuz da böyle bir tasarıdan: “ Ülkemizde okurluğun tarihini, bir manifesto, okur manifestosu biçiminde yazma düşüncesi. Okurun çilesi yazarınkinden az olmamıştır. Türkiye okur deneyimimin, gerçekte çilemin dökümünü yapmaya. İlginç, öğretici bir tanıklık olacaktır bu.”

Yazara verilen kıymeti ve değeri yazardan alıp okura verebilecek yegane insanlardansınız.

TÜRK EDEBİYATI

İlginç, 2000’li yıllarda okuyorsunuz Oğuz Atay’ı. “30 yıllık bir gecikmeyle.” Urfa’daki lise yıllarınızla, 2000’li yıllardan başlayan okuma notlarınız arasında bir büyük boşluk var zaten. Ne seksenlere ne de doksanlı yıllara dair bir değini hatırlıyorum. Oğuz Atay okur okumaz çarpmış sizi.  Onu dünya çapında bir yazar saymış, Tutunamayanlar’ı Ulyses’in yanına koymuş, Swift’le, Sterne’le karşılaştırılabilecek kerte büyük bir kitap saymışsınız.  “Kalan yaşamımın başucu kitabıdır bu kitap ve kafamla birlikte her yerde olacak, tıpkı Moby Dick, Don Quijote gibi. Bu roman benim öykümdü, Oğuz Atay’ın da, bizim gibilerin…“ Tüm Atay yapıtını Kafka’nın Değişim’i altından toplayabiliriz diyor ve soruyorsunuz: Atay’ın esini Karasu mu? Atay Leyla Erbil’e neler borçlu? “Oğuz Atay özgün bir yazar mı?” “Türk ve Dünya yazınının da hangi etkileri taşımış, kime, neyi borçlu?” “ Oğuz Atay’ınki bir Cumhuriyet hesaplaşması mı?” “ Kemal Tahir’le ilişkisi organik mi yapay mı?” “ Oğuz Atay geleneği arkasından gelen yazınımızı kimler üzerinden, nasıl etkiledi?” “Oğuz Atay modernist mi postmodernist mi”  Oğuz Atay’ın Atılgan’la yazınsal ilişkisi ne olabilir?”   

Beni edebiyatın tam ortasına bırakıp gittiğiniz bu ve benzer soru ve düşüncelerle dolu yazılarınız.

Yaşam arkadaşınız saydığınız iki ismi, Oğuz Atay ve Karasu kitaplarını yan yana diziyor, Türkçe’yi yarattığı için sırtını Dağlarca kitaplarına yaslıyorsunuz. Büyük bir dil deneyimiydi demişsiniz Karasu okumalarınıza. Ben Bilge Karasu’nun bir öyküsünü, şimdi hangisi hatırlamıyorum, ilk kez yayınlandığı Türk Dili Dergisinin sayfaları arasında okumuş, etkilenmiş ve çok sevmiştim. Keza aynı sayfalar arasında okuduğum Çeşitlemeli Korku isimli şiiri de ara sıra açıp okunacak şiirlerden sayarım. Sizin yaptığınız gibi toplu bir Karasu okumasına girişeceğim yakın zamanda. 

Bir erkek olarak pek çok kadına sahipsiniz: Nezihe Meriç en büyük aşkınız, gönlünüzün nobeli onda. Ölümü sizi derinden yaralamış. Bir doruk dil, bir dil devrimcisi olarak selamladığınız Leyla Erbil’le de büyük bir aşk yaşamışsınız, Sevim Burak’la Yanık Saraylar’la başlıyor ilişkiniz, Afrika Dansı ile sürüyor. Füruzan, onunla yaşadığınız aşk da büyük olmuş,  Ayfer Tunç’a Ömür Diyorlar Buna romanını okuduktan sonra cesaretinizi toplayıp bir mektup yazıyorsunuz. “ Benden beklenmeyecek birçok şeyi yapar oldum. Hoşuma gittiği için. Artık kendim için yaşayabilirim gibi geliyor bana.” Tomris Uyar son aşkınız, yazı eceniz.  Siz onun “yazma işini sancılı, kutsal kılan, aşka dönüştüren” okurusunuz.  Kadınlarla ilişkileriniz saymakla bitmez. Sevgi Soysal, İnci Aral, Adalet Ağaoğlu, Gülten Akın… Tezer Özlü ile beraberliğiniz ise kısa sürüyor. Anlaşamadınız belli ki. Her zaman platonik olarak kalacak aşkınızsa Türkan Şoray.