Cyril Collard etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cyril Collard etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Laura & Jean

Pencerelerimi kuşatan aynı beyaz ve gri renk. 
Gün ışığı camlara boşalacaktı; şafak spermi de evlerin cephelerine, binanın dibine akacaktı.



Samy

 Kırk yaşlarında, sağlam yapılı bir adam odanın ortasında ayakta duruyordu, ayak bilekleri zincirliydi, V şeklindeki kolları başının üstünde tavandan sarkan zincirlere bağlanmıştı. Hemen hemen beyaz renkte sarı, çok kısa kesilmiş saçları, tüysüz bir vücudu, traş edilmiş bacakları vardı. Siyah naylon ceket, deri kemer takmış genç bir adam, bağlı adamı deri bir kemerle dövüyordu; diğerlerinin girdiğini görünce durdu. Adam “Ah! Rugbymen, işte asıl tercihim!” Genç adam bir iki adım geriledi. Polis “Monsieur Andrt, yeni birisi var, Samy, diğerlerini tanıyorsunuz."

Odanın bir köşesinde bir adam, üzeri kırbaçlar, ipler, deri eyerler, göğüs kıskaçları, krom ve çelik karışımı kolyeler, mumlar, kukuletalı papaz cüppeleri, deri sliplerle dolu bir masanın yanında oturuyordu. Monsieur Andre ona “Pierre gidip biraz oyalanın, sonra gelin” dedi. Adam kalktı ve delikanlıyı yanına alıp çıktı. O zaman Andre “Biz bize kaldık! Hazırım. ” dedi Polis oyunculardan birini sırtından itti: “Hadi Thierry.”

Monsieur Andre gözlerini kapattı, Thierry arkadan yaklaştı, bir iki tokat attı; sonra yumruğunu sıktı ve tokatlar darbelere dönûştû: kıçına, sırtına, beline. Samy gözlerini çevirdi, çıkmak istedi; polis onu tuttu; "Kal ve bak.” Samy polisin organının kalktığını gördü. Thierry zincirli adamın yüzüne döndü, cinsel organına bir diz attı, yûzûnû tokatladı, karnına bir yumruk ve göğüslerine de birkaç darbe indirdi. Monsieur Andre’nin gözleri hâlâ kapalıydı, yüzünde bir gülümseme vardı; bileklerine takılı zincirlerin ucunda bir ceset gibi sarkıyordu.





Birden gözlerini açtı, Samy'e baktı ve "Yeniyi deneyeceğim” dedi. Polis “Samy git elbiselerini al.”

Samy giysileri ve spor çantasıyla döndü. Monsieur Andre ona yaklaşmasını işaret etti ve tatlı tatlı: “Şortunu ve atletini giy, ayrıca kramponlu ayakkabılarını da.”

Samy giyindi. Andre “Gel... Benimle istediğini yapabilirsin, ama ne istersen...” dedi. O zaman Samy onun iyice yakınına geldi ve yüzüne tükürdü. Bir an hareketsiz durdu, sonra şiddeti patladı: yumruklar, tekmeler. Sarhoşluk.

Pierre odaya geri döndü. Samy masanın üstündeki araçlardan yararlandı, sonra zincirleri çözdü ve Monsieur Andre’yi yere uzattı. Üstüne çıktı ve kramponlu ayakkabılarıyla bütün vücudunun üstünde yürüdü. Monsieur Andre sağ eliyle kendini tatmin ediyor ve zincirlerin şakırtısı da bileğinin gidiş gelişine eşlik ediyordu. Boşaldı, rugby alanının çamuruna bulanmış spermi ayakkabıların kramponlarına takılı kaldı. Pierre Samy’nin şortuna baktı. Samy’nin organı kalkmıştı.

Eric

Eric’e kanımda koşuşturan virüsten söz etmiyordum. Ama ona bulaştırma tehlikesini de göze almış değildim. Karşılıklı otuzbir çekiyorduk; o beni düzmüyordu, ben onu düzmüyordum. Her birimiz diğerinin bedeninde kaybolmuş yeniyetmeliğin izlerini okşuyorduk.

Eric’i yeniden gördüm. Champs-Elysees’de sinemaya gittik. Main diyalogunda bizim zaten birbirimize söylemiş olduğunuz sözleri duyuyordum.

Çıktığımızda gece olmuştu ve bir elektrik kesintisi caddeyi karanlığa boğmuştu. Eric bana yaklaştı, sürtündü; bakışlar, duran zaman. Aşkımızın ya da aşkımız dediğimiz yanılsamanın geri döndüğünü sandım.

Ama ışık caddeye geri döndü ve büyü bozuldu. Eric arkama, motosikletime bindi. Onu Montmartre’a götürdüm. Yol boyunca ellerini kalçalarıma koydu; parmakları benim eldivenli parmaklarımı kavradı.

Ayrılırken onu öpmek istedim, onun beni öpmesini istedim. Bu anı uzatmak.
Kaçamak bir öpücükten ibaret kaldı: “Seni ararım...” Onu tutmaya çalıştım: “Ne yapabilirim?
"Sana bittiğini ve bunun değişmeyeceğini söylediğimden beri ben daha iyiyim.” 

Uzaklaştı, Blanche meydanını geçti.

 Bir pazar, hafta sonu. Eric kapıyı çaldı, onu içeri aldım. Soyundu, beni soydu, yatağıma uzandı.

Sevişiyorduk. Derisine yapışmıştım, ama aynı zamanda birbirine sarılmış bedenlerimizin üstünde havada asılıydım.

İki oyuncusundan biri olduğum bu sahneye inanamadan bakıyordum.

Samy


Laura

Porte de la Villette’e doğru motosikletle gidiyorduk. Laura üşüyordu. Kollarını karnıma dolamış, sırtıma yaslanmıştı. Bir süre Zenith’de durup play-backle şarkı söyleyenlere baktık, sonra Tiquetonne sokağında bir Afrika lokantasına gittik. Limonlu tavuk yedik, ayakkabılarımı çıkardım ve ona

 “Ben oğlanları da seviyorum” dedim.

Uzun bir süre banka oturduk. Karşımızda bir duvarın üstüne geniş bir fresk yapılmıştı; çatlamış gri taşın üzerinde renk lekeleri. O “Sana gelmek istiyorum” dedi.

- Pek harika bir yer değil, küçük, aldırmazsın değil mi?”

Eski bir Cure, galiba “Seventeen Seconds”ı koydum, yatağın üstünde birbirimizi okşadık. Cinimin üstünden bana sürtünüyordu, göğüslerinin ucunu emdim. Kısa kılları vardı, sert bir kedi. Fermuarımı açtı, cinimi çıkarmak istedi; ona yardım ettim çünkü tek başına yapamayacağı kadar dardı. Slipimi çıkardım. Uzun süredir bu kadar tahrik olmamıştım. Laura göğsümün üzerinden kaydı, organımı ağzına aldı ve bunu geçekten seviyormuş gibi emdi.

Bu kızla yatacaktım. Onyedi yaşındaydı, hoşuma gidiyordu, Onunla birlikte olmaktan mutluydum. Carol’leyken hiç hissetmediğim delikanlılık arzuları duyuyordum; bir kadın isteği.



 Görünüşte bu çok basitti: Oğlanları, sevdiklerimi, yırtıcı gecelerde bana darbelerinden, spermlerinden, sidiklerinden başka bir şey bırakmamış olanları unutabilirdim. Heyra’nın sesini hatırladım; o andaki kehanetlerinden Laura’yla uzun bir serüvenim olacağına dair sözlerini aklımda tuttum. Bu başlamadan her şeyi mahvetme riskine giremezdim. Zaten evde prezervatif yoktu, ben de seropozitif olduğumu itiraf etmekten acizdim.

O zaman Laura’yı sırtüstü yatırdım, üstüne çıktım, organımı yönlendirdi. Uzun süre seviştik; niçin bu kadar iyi olduğunu anlamıyordum. Tırnakları derime saplı, bağırarak tatmin oldu. Onu yeniden öptüm, sonra da ciddi bir sesle bağırarak boşaldım, hiç böyle zevk almadığıma inanıyordum.

Bir tarafa yuvarlandım. Carol’la olduğu gibi orgazmdan sonra gelen o rahatsızlık duygusu, o gri ve asitli şey başıma gelmedi. Yüzüyor gibiydim, bir yandan ona öldürücü virüsle zehirlenmiş spermimi boşalttığımı biliyordum, ama bir yandan da bunun önemli olmadığını, hiçbir şey olmayacağını, çünkü “bir aşk hikâyesi” demek zorunda olduğum bir şeyin başını yaşadığımızı düşünüyordum.

Ama Laura'ya saf olarak dönüyordum. Onunla gecelerimde yaptığım gibi seksin en aşırı uçlarına kadar gidebilirdim, ama bu hiçbir şeyi değiştirmezdi. Çamur, salya, sidik, sperm ya da bok, su ve sabunla yıkanır.



Cyril Collard

Cyril Collard Là bas (Les nuits fauves)




"Les Nuits Fauves" (Savage Nights),1992 French film by Cyril Collard, comes with one of the best movie soundtrack albums:

Les Nuits Fauves (1993, Cyril Cottard)


 Cyril Collard (1957 - 1993)

1993’te Yırtıcı Geceler'in (Les Nuits Fauves) hem en iyi film hem de en iyi ilk film dallarında, Fransa’nın Oscar’ı sayılan Cesar ödülünü kazanması, heteroseksüel çoğunluğun bu safhanın anlamını kavramasını sağladı. Eşcinsel aşkın “alenen” sergilendiği sahnelerle dolu olmasına rağmen film basının topyekûn övgüsünü kazandı: Kültür bakanı, “bütün bir kuşak bu filmde kendini buldu” diyerek filmi neredeyse resmen takdis etti. Yazarı tarafından dile getirildiği ve seyirci tarafından da anlaşıldığı üzere film, bir kadına âşık olan bir eşcinseli değil, “çelişkilerini kıyasıya eşeleyen, parçalanmış bir adamı” anlatıyordu.



 Filmin senaryo yazarı, yönetmeni ve başrol oyuncusu Cyril Collard bir çeşit kült kahramana dönüştü, ama James Dean’in yeni bir versiyonu değildi bu kahraman, sadece huzursuz, asî bir genç değildi. Collard ondan bir adım öndeydi, çünkü derdinin ne olduğunu anlamayı ve bunu, aynı trajik çıkmazı kendisiyle paylaşmayanları bile ikna edecek şekilde anlatmayı biliyordu. Amaçsızlıktan kaçmak için kıvranıyordu Collard: “Bir ülkeden diğerine koşturarak listelerine olabildiğince çok şehir eklemeye çalışan Amerikalı turistler gibi geçiyordum hayatın içinden [ve] tam anlamıyla yalnızdım.”



Mümkün olduğunca çok erkekle sevişiyordu, ama ilişkileri “aynı trajedinin sonsuza kadar yinelenmesi”nden başka bir şeye benzemiyordu; arzuları “birer ada gibiydi, birbiriyle asla birleşmiyorlardı.” Erotik heyecanlar ona anlık bir “kadiri mutlaklık” duygusu bağışlasa da, “cehennemin derinliklerine gömülüşüm bir gölge oyunundan öteye gitmiyordu... okşadığım kıçlar, memeler, cinsel organlar ve göbekler kimseye ait değildi.”