Porte de la Villette’e doğru motosikletle gidiyorduk. Laura üşüyordu. Kollarını karnıma dolamış, sırtıma yaslanmıştı. Bir süre Zenith’de durup play-backle şarkı söyleyenlere baktık, sonra Tiquetonne sokağında bir Afrika lokantasına gittik. Limonlu tavuk yedik, ayakkabılarımı çıkardım ve ona
“Ben oğlanları da seviyorum” dedim.
“Ben oğlanları da seviyorum” dedim.
Uzun bir süre banka oturduk. Karşımızda bir duvarın üstüne geniş bir fresk yapılmıştı; çatlamış gri taşın üzerinde renk lekeleri. O “Sana gelmek istiyorum” dedi.
- Pek harika bir yer değil, küçük, aldırmazsın değil mi?”
Eski bir Cure, galiba “Seventeen Seconds”ı koydum, yatağın üstünde birbirimizi okşadık. Cinimin üstünden bana sürtünüyordu, göğüslerinin ucunu emdim. Kısa kılları vardı, sert bir kedi. Fermuarımı açtı, cinimi çıkarmak istedi; ona yardım ettim çünkü tek başına yapamayacağı kadar dardı. Slipimi çıkardım. Uzun süredir bu kadar tahrik olmamıştım. Laura göğsümün üzerinden kaydı, organımı ağzına aldı ve bunu geçekten seviyormuş gibi emdi.
Bu kızla yatacaktım. Onyedi yaşındaydı, hoşuma gidiyordu, Onunla birlikte olmaktan mutluydum. Carol’leyken hiç hissetmediğim delikanlılık arzuları duyuyordum; bir kadın isteği.
Görünüşte bu çok basitti: Oğlanları, sevdiklerimi, yırtıcı gecelerde bana darbelerinden, spermlerinden, sidiklerinden başka bir şey bırakmamış olanları unutabilirdim. Heyra’nın sesini hatırladım; o andaki kehanetlerinden Laura’yla uzun bir serüvenim olacağına dair sözlerini aklımda tuttum. Bu başlamadan her şeyi mahvetme riskine giremezdim. Zaten evde prezervatif yoktu, ben de seropozitif olduğumu itiraf etmekten acizdim.
O zaman Laura’yı sırtüstü yatırdım, üstüne çıktım, organımı yönlendirdi. Uzun süre seviştik; niçin bu kadar iyi olduğunu anlamıyordum. Tırnakları derime saplı, bağırarak tatmin oldu. Onu yeniden öptüm, sonra da ciddi bir sesle bağırarak boşaldım, hiç böyle zevk almadığıma inanıyordum.
Bir tarafa yuvarlandım. Carol’la olduğu gibi orgazmdan sonra gelen o rahatsızlık duygusu, o gri ve asitli şey başıma gelmedi. Yüzüyor gibiydim, bir yandan ona öldürücü virüsle zehirlenmiş spermimi boşalttığımı biliyordum, ama bir yandan da bunun önemli olmadığını, hiçbir şey olmayacağını, çünkü “bir aşk hikâyesi” demek zorunda olduğum bir şeyin başını yaşadığımızı düşünüyordum.
Ama Laura'ya saf olarak dönüyordum. Onunla gecelerimde yaptığım gibi seksin en aşırı uçlarına kadar gidebilirdim, ama bu hiçbir şeyi değiştirmezdi. Çamur, salya, sidik, sperm ya da bok, su ve sabunla yıkanır.
Memelerini göğsünde, organımı içinde hissetmek hoşuma gidiyordu. Ona çok az sarılıyordum; vücudunun ayrıntılarına çok az dikkat ediyordum. Okşamak istediğim Samy’di, sarılmak istediğim Samy’di, ama o kadınları seviyordu.
Samy’yi seviyordum, Laura’yı seviyordum, yırtıcı gecelerimin günahlarını seviyordum. Ben bu kadar bölünmüş olarak mı doğdum? Yoksa bir olarak, tek parça olarak çok tehlikeli, denetlenemez hale geleceğim için zamanla, yavaş yavaş mı beni parçalara ayırdılar?
Korkaktım: Laura’ya gecelerimin pisliklerinden arınmış olarak geldiğimi sanıyordum, ama ona sesimi çıkarmadan kanımın çürümüşlüğünü veriyordum. Virüsümü ona boşaltıyor ve hiçbir şey söylemiyordum. Bu sessizlik beni hayalet gibi izliyordu.
Ona anlatmak istediğimde yapamıyordum: Henüz yeni onsekiz yaşına girmişti, yalnızca kirletilmiş bir masumiyet, mahvedimiş bir hayat görüyordum.
Zaman bana iki uzlaşmaz maddeden yapılmış gibi geliyordu: kader ve kesiklik. Geçmişim, hastalık ve Heyra’nın kehanetleri tarafından yazılmış bir öykü yaşıyordum; ama aynı zamanda kıskançlık ve arzulardan oluşmuş, birbirlerine hiç de bağlı olmayan olay adacıkları gibi başka hikâyeler de yaşıyordum.
Seviştikten sonra, bir daha prezervatif kullanmamam konusunda anlaştık: Laura etimi hissetmek istiyordu; ben de onun her şeyini hissetmek istiyordum. Hayatlarımız bu birleşmeyle doruğa çıkıyordu: Bir lateks parçasının zevki gölgelemesine izin vermeyecektik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder