Les Nuits Fauves (1993, Cyril Cottard)


 Cyril Collard (1957 - 1993)

1993’te Yırtıcı Geceler'in (Les Nuits Fauves) hem en iyi film hem de en iyi ilk film dallarında, Fransa’nın Oscar’ı sayılan Cesar ödülünü kazanması, heteroseksüel çoğunluğun bu safhanın anlamını kavramasını sağladı. Eşcinsel aşkın “alenen” sergilendiği sahnelerle dolu olmasına rağmen film basının topyekûn övgüsünü kazandı: Kültür bakanı, “bütün bir kuşak bu filmde kendini buldu” diyerek filmi neredeyse resmen takdis etti. Yazarı tarafından dile getirildiği ve seyirci tarafından da anlaşıldığı üzere film, bir kadına âşık olan bir eşcinseli değil, “çelişkilerini kıyasıya eşeleyen, parçalanmış bir adamı” anlatıyordu.



 Filmin senaryo yazarı, yönetmeni ve başrol oyuncusu Cyril Collard bir çeşit kült kahramana dönüştü, ama James Dean’in yeni bir versiyonu değildi bu kahraman, sadece huzursuz, asî bir genç değildi. Collard ondan bir adım öndeydi, çünkü derdinin ne olduğunu anlamayı ve bunu, aynı trajik çıkmazı kendisiyle paylaşmayanları bile ikna edecek şekilde anlatmayı biliyordu. Amaçsızlıktan kaçmak için kıvranıyordu Collard: “Bir ülkeden diğerine koşturarak listelerine olabildiğince çok şehir eklemeye çalışan Amerikalı turistler gibi geçiyordum hayatın içinden [ve] tam anlamıyla yalnızdım.”



Mümkün olduğunca çok erkekle sevişiyordu, ama ilişkileri “aynı trajedinin sonsuza kadar yinelenmesi”nden başka bir şeye benzemiyordu; arzuları “birer ada gibiydi, birbiriyle asla birleşmiyorlardı.” Erotik heyecanlar ona anlık bir “kadiri mutlaklık” duygusu bağışlasa da, “cehennemin derinliklerine gömülüşüm bir gölge oyunundan öteye gitmiyordu... okşadığım kıçlar, memeler, cinsel organlar ve göbekler kimseye ait değildi.”





Collard bu sevgililerle hemen hemen hiç konuşmuyordu. önemli olan arzunun anlık tatminiydi, ama eline geçen sadece orgazm oluyordu, “kısacık bir mutluluk anı”. Bir süre sonra orgazm olmadan uyuyamaz hale geldiğini keşfetti, “bir seks müptelası” olarak görüyordu kendini, tıpkı bir kokain müptelası gibi; ihtirasını körüklemek ve orgazmı geciktirmek için kokain kullanıyordu; acı, hayatta olduğunu hissettiriyordu ona, ama bu yeterli değildi; seksin nasıl kolayca şiddete kayabildiğini, şiddetin nasıl heyecan verici bir şeye dönüşebildiğini görmek dehşet vericiydi, kendinden iğrenmesine neden oluyordu bu.



Ne var ki Collard, James Dean’den daha akıllıydı: Matematik bölümünden mezun olduktan sonra mühendislik eğitimi görmüş, bir rock grubunun başına geçmek uğruna mühendislikten vazgeçmiş, Fransa’nın en önemli editörü Françoise Verny tarafından yayımlanan iki roman yazmış ve birkaç film çekmişti; ayrıca okumaya düşkünlüğünü sürdürüyordu. Bir dizi oyuncunun, fazla dobra buldukları Yırtıcı Geceler"de rol alarak isimlerini lekelemeyi reddetmesiyle oyunculuğa başladı. Collard’ın en önemli özelliği, hepsinin hakkını verecek yeteneğe sahip olup olmadığı şüphesinden hiç kurtulamasa da, bunca değişik kişiliğe bürünmekten rahatsız olmamaktaki kararlılığıydı, filminin otobiyografik nitelikte olduğunu saklama gereğini de duymamıştı. Kendisini, onu yeterince sevmemekle suçlayan bir kadına yarım yamalak âşık olduğunda, onu sadece “benimle benim aramda bir sandviç” olarak gördüğünü itiraf etmekten kaçınmıyordu. Neticede kadın, sevmediği ama hiç değilse bir tür gelecek umabileceği başka bir adamı tercih ediyor, Collard ise sevginin her derde deva olduğuna dair evrensel inanışa meydan okuyordu.



Aşkın da, tıpkı özgürlük gibi sadece bir başlangıç olduğu anlaşılıyordu: Aşkın peşi sıra verilmesi gereken daha bir yığın karar vardı. Collard, bir şeye iyice bir bakmadan onu geri çevirmeyi de reddediyordu, cinselliği dahil olmak üzere herhangi bir şekilde sınıflandırılmayı da. Eşcinsel, biseksüel veya başka bir şey olarak tanımlamıyordu kendini, genellikle erkek olduğunu, ama kendini bazen kadın gibi hissettiğini, ona o kadar âşık olan kız arkadaşı bile bazen nasıl başka birine ihtiyaç duyuyorsa, kendisinin de feminenliğin tek bir görüntüsüyle tatmin olmadığını söyleyerek bir aşama öteye geçiyordu. Collard’a göre gerçek anlamda yaşamak, başka bir insana duyduğumuz sevgi aracılığıyla dünyadaki savaşın içinde yerimizi almak, “tarihin parçası olmak”tı ama aynı zamanda başkalarının da savaşa katılacağını ve hep birlikte uğrunda savaşılacak bir şey bulabileceğimizi umarak; Ben olmak yetmiyordu, Sen ve Ben olmak da öyle. Nihai ve soylu bir amacı ima eden bu irade beyanı hâlâ muğlaklığını koruyor; bilmecenin çözülmesi için daha pek çok film gerekecek.


Cyril Collard, otuz beş yaşında,
 ödülünü teslim alacağı günden iki hafta önce AIDS’den öldü.



*
yazı,  
İnsanlığın Mahrem Tarihi kitabından.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder