Ölüm

Sıçrayarak uyandım, Ölüm oradaydı; yatağımın ucunda, karanlığın içinde ayışığının belirginleştirdiği iskemlenin üstünde, üstüste atılmış giysilerden oluşma korkunç bir biçime bürünmüştü. İki yıldır, gün gün, dakika dakika oradaydı; beni dünyadan ayırıyordu. Beynim lapalaşmıştı. Kararmış, kanlı bir sığır ciğeri gibi yumuşak, biçimsiz bir kütleye dönüşmüş, kafatasımın içine sıkıştırılmıştı.


AIDS’le ilgili ilk yazıları okuduğum andan beri oradaydı. Hastalığın milyonlarca diğer lanetli gibi beni de götürecek olan gezegen çapında bir felaket olduğunu hemen kavramıştım. Hemen cinsel tavrımı değiştirdim. Eskiden sokakta hoşuma giden oğlanlar arardım; kolay kolay beğenmezdim. Kendimi arkadan düzdürürdüm. O anda, bir daha içime sokturmamaya, yatakta aşk yapmamaya karar verdim. Benzerlerimi aramak için şehre gidiyordum: bir bedenin içinde tatmin olmak istemeyenlerin, spermi kendiliğinden fışkırıp yeraltındaki toza karışanların yanına.

Mastürbasyon kısa sürede bana yetmez oldu. Yeniyetmeliğimin saplantıları geri döndü: organların biçimine bürünen dar pantolonların önleri, donları ıslatan sidik...




Lisede, onüç yaşındayken, boş spor salonlarının giyinme odalarına dalar, benden daha genç, daha ince çocukların unuttuğu ya da sağa sola attığı şortları arardım. Onları alıp eve götürürdüm. Banyodaki aynanın karşısında giyerdim. Sanırım o sıralarda daha otuzbir çekmiyordum. Kamışımın kumaşın altındaki biçimini görmekten duyduğum o haz, orgazmdan önce doğmuştu. Korkumu yenebildiğim zamanlar, jimnastik dersinde o çalınmış şortlardan birini giyer; çocuklardan birinin gözü bacak arama takılsın diye heyecanla beklerdim...

Bu yeni yetmelik devrinden kalma saplantılara, artık deriyi, bağları ve acıyı da eklemiştim. Eziyet ve eziyetin verdiği zevk sayesinde, hastalığın gerilimi ve dehşeti sakinleşiyordu.

Kurbana susamış kutsal bir yere düzenli olarak gidiyordum. Seine nehrinin sol yakasında, Bercy ve Austerlitz köprülerinin arasında, kare biçimli beton direklerin arasında uzanan geniş bir galeriydi burası. Platon’un mağarasındaki gibi burada da ışık yansımayla, varlıklar gölgeleriyle algılanıyordu. Sapık adamlar, sert organlar, aşağılayıcı hareketler, güçlü kokular peşindeydim. Bazı bedenler tereddüt eder, çevremde dolanır, konuşurlardı; benim için her şey hemen olmalıydı. Zevklerimi
sıralıyordum: eğer cevap hayırsa, hemen sert bir el hareketiyle karşımdakini uzaklaştırıyordum; evetse, peşinden köprünün öbür ucuna gidip demir bir merdivenin basamaklarında zevkimi alıyordum.




Orgazmdan sonra, kirlenmiş, ezilmiş bir halde nehrin kenarında keyfim yerinde, akışkan ve dupduruydum. Şeffaf.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder