Giysi genel olarak bedeni korumak
ve saklamak için varsa da, ayrıca bedenin biçimini belirginleştirmeye ve onu
açığa çıkarmaya da yarar. Aslında, giyimli bedenin betimi beden deneyimini her
zaman az ya da çok ülküsel olan çıplağa oranla çok daha canlı bir biçimde
yansıtır. David türlerin farkının altını çizmek amacıyla, kasten biraz da
çelişkili bu aykırılık üstüne oynamıştır sanki: Soyunmuşluktan pekâlâ farklı
olan çıplaklık öyküsel resme uygun düşer, giysiyse ressamın tüm meslek yaşamı
boyunca büyük bir beceriyle gerçekleştirdiği portrelerde geçerlidir.
Joubert'in portresi'ne bakalım (Montpellier, Fabre Müzesi):
Şişman beden giysiyi
sıkıştırır; ceketle yeleğin düğmeleri patlayacak gibidir; koca koca kalçalar
pantolon yırtmacının çevresinde kıvrımları yelpaze şeklinde yayılmış kısa
pantolonu bütünüyle doldurmaktadır; bütün bunlar ağırlığı, hacmi, yaşamın
olağan koşullarına boyun eğen gerçek bir bedenin tüm özelliklerini akla getirir.
Horatius Kardeşlerin Yemini'ndeki bedenler, çıplak olmasalar da, yalnızca
yüzüyle elleri açıkta olan Joubert'inkinden çok daha görünür durumdadırlar; ama
aynı gelip geçici yaşam izlenimini yaratmazlar.
Genelde David'den ziyade
artçılarına yöneltilen, insandan ziyade yontu resmetme eleştirisi haksızdır;
tersine, David'in her zaman canlı modelden hareketle resim yapılmasını
istediği bilinmektedir ve Horatius'lardaki yorumu tenin altında akan kanın
duyumsanmasını sağlar. Ne ki aynı zamanda belle nature düşüncesi de hissedilir,
bunların giyinmiş çıplaklar olduğu söylenebilir: Kusursuz gerçekdışı
bedenlerdir karşımızdaki; canlı ama ülküsel bir yaşama sahip bedenler.
David'in öyküsel resmindeki portreyi ayrı kılan şey yalnızca hatların ve
fizyonominin bireyselleştirilmesi, kısaca benzerlik etkisi değil, temelinde
farklı bir varlık anlayışıdır.
Çıplak dövüşen savaşçılar
düşüncesi (üstlerinde yalnızca tolga, omuz kayışı ve sandalet vardır!),
öyküsel resimde bedene bakışın ne ölçüde düşselleştirildiğini göstermektedir.
Ressamın "Yunan"a en çok yaklaşan resmi, erkeklerle güzel
delikanlılar arasındaki eşcinsel şehvetin apaçık olduğu Leonidas'ta, cinsel
bölgeleri gizlemeye yönelik hile bir yeğinseme gibi sunulmuştur. David cinsel
bölümleri göstermekte bir sakınca görmemiştir:
Leonidas'ın cinsellik organını
kılıcının kını ancak yarı yarıya kapatmıştır,
ön planda sandaletlerini bağlayan güzel delikanlının da her şeyi meydandadır:
Buna karşın, resmin sağında, kendisinden yaşça büyük biriyle birbirlerini okşayan bir başka delikanlının cinsel organıysa yapmacıklı biçimde kılıç kını tarafından bütünüyle kapatılmıştır,
böylece organı gizlerken bir yandan da kalkık bir cinsel organı düşündürür. Bütün bunlar iyi niyetle yapılmıştır çünkü öyküsel resimdeki bedenler, olağan yaşamın yasaklarına bağlı olmayan, güzelleştirilmiş bedenlerdir. Çıplak sanki öyküsel resmin simgesidir, yersiz kaçma pahasına da olsa ister istemez bu resim türüyle ilişki kurar.
ön planda sandaletlerini bağlayan güzel delikanlının da her şeyi meydandadır:
Buna karşın, resmin sağında, kendisinden yaşça büyük biriyle birbirlerini okşayan bir başka delikanlının cinsel organıysa yapmacıklı biçimde kılıç kını tarafından bütünüyle kapatılmıştır,
böylece organı gizlerken bir yandan da kalkık bir cinsel organı düşündürür. Bütün bunlar iyi niyetle yapılmıştır çünkü öyküsel resimdeki bedenler, olağan yaşamın yasaklarına bağlı olmayan, güzelleştirilmiş bedenlerdir. Çıplak sanki öyküsel resmin simgesidir, yersiz kaçma pahasına da olsa ister istemez bu resim türüyle ilişki kurar.
Çıplak hiçbir zaman tam anlamıyla
aşırı utangaçlığın dönemi olan 19. yüzyılda olduğu kadar işlenmemiştir. Buna
karşılık, gündelik yaşamda, beden, özellikle kadınınki asla özenle
gizlenmemiştir. insanlar bedeni gizlemekle kalmaz, giderek bir bedensel
çirkinlik kültürüne de tanık olunur, en azından erkekler arasında. Leon de
Laborde, Winckelmann'ın Antik Yunan'da düşlediği şeyin tam tersi olan bir ruh
hali betimler:
"Kibarlar âleminden ve iş dünyasından erkekler aşırı
şişko, ağır olmaya, rahat yürüyememeye, paltolarının içinde top haline gelmeye
razı olurlar; bu biçim bozukluğunu toplumsal konumlarının bir özelliği olarak
kabul ederler; bütün olarak daha az çirkin olmak onlara yakışıksız görünür. -
Sanata yansımazlar. - İnsan biçimleri bir fosilin biçimlerinden daha bilinmez
bir şeydir. - Bu da bir kısırdöngü yaratır, çünkü ondan sonra çıplak,
umursamazca izlenmek yerine, etkileyici bir özellik kazanır ve insan bedeni
incelemesinin karşısına yasal ahlak kuruntuları çıkarılır."
İşte bu tehlike yüzünden çıplak
ile soyunmuş arasındaki karşıtlık tüm şiddetiyle gelişmeye başlar. Betimlenen
bir bedenin asla gerçek bir beden olmadığını anımsatmaya gerek var mı?
Üstelik, betimleme bizim yaşam deneyimimize seslenir ve bu deneyim de yalnızca
görsel değildir, tüm duyuları etkiler; bir bedenin bir kokusu, bir ağırlığı,
bir hacmi vardır... Burada Voltaire'in Candide'in başında yaptığı betimlemeyi
anımsatacağım sadece: "... On yedi yaşındaki Cunegonde al yanaklı, körpe,
dolgun, iştah kabartıcıydı." Bir bedeni betimleyen sanatçının elinde bir
olanaklar yelpazesi vardır: Daha çok görme duyusuna seslenebilir, ama aynı
zamanda çeşitli hilelerle bedene ilişkin daha eksiksiz bir deneyimi
esinleyebilir. Klasik kuram betimlemeyle gönderge arasındaki uzaklık üstünde
ısrarla durur, ama bu ülkü 19. yüzyıl boyunca bu uzaklığı azaltma, imgeyi
gerçekliğe, sanatı doğaya yaklaştırma istenciyle karşı karşıya kalır. Romantik
ülkü sanatla yaşam arasındaki sınırı ortadan kaldırmak olacaktır: İzleyici
imgenin karşısında gerçeklikle ilişkisinde olduğu gibi tepkiler vermelidir.
Girodet'den Geröme'a dek betimlemeyle gerçek arasındaki sınırın olası yok
oluşunu simgeleyen Pygmalion söylencesi, öncesinde sanatla yaşam arasındaki
uzaklığa saygı gösterilmesine önem veren sanatçıları hem ilgilendirmiş hem de
kaygılandırmıştır.
Tür olarak çıplak, David'in
çevresinde umulmadık bir önem kazanır: Yağlıboya bir "çıplak resmin"
(academie) yapılması, yani doğaya uygun olarak çıplak bir modelin
betimlenmesi, Fransız Enstitüsü'nün Roma ödülünü kazananları gönderdiği Medici
Villası'ndaki öğrenciler için zorunlu bir ödevdir. Kimileri, 1778'te
sergilenen akademisini Hektor olarak adlandıran David gibi, resimlerine bir ad
koyarlar. David'in gözde öğrencisi Drouais 1784'te Can Çekişen Atlet ya da
Yaralı Savaşçı adıyla bilinen, pek iddialı bir yapıt sergiler;
resimde acıyı
son derece ilginç bir biçimde dışavuran bir erkek görünmektedir. Basit bir
bilgi gösterisinin çok ötesinde, belli bir yazınsal ya da anlatısal gönderme
yapılmaksızın, sanatçının kendini ifade etmesi için tek bir bedenin yettiği
gerçek bir tabloyla karşı karşıya kalır insanlar. Yaranın önemsiz ya da çok az
görünmesi olgusu, bedenselden ziyade içsel bir acıyı bütün bedeniyle ifade eden
bu figürün iletişim gücünü artırmaya yarar yalnızca.
Girodet'yse 1791'de resmettiği ve
1793 Salonu'nda büyük bir başarıyla sergilediği Endymion resminde, daha pek
çok benzeri yapılacak Winckelmann'cı bir çıplak ortaya koyar. Buradaki de yine
bir okul alıştırması, bir "çıplak beden"dir, ama daha köklü biçimde
resme dönüştürülmüştür, çünkü ressam ikinci bir figürü, Zephyros kılığına
girmiş Eros'u devreye sokar. Yazınsal bir ruha sahip olan, üst düzey bir eğitim
almış Girodet, çıplak betimlemesine yalnız mitolojik bir ad vermekle kalmamış, başta kendisinin bu şekilde boy ölçüştüğü Poussin olmak üzere, ressamların bir
hayli sık baş vurdukları bir konunun yeni ve derinlemesine özgün bir yorumunu
hazırlamıştır. Yakışıklı çoban Endymion'a âşık olan Selene (yani Ay tanrıçası
Diana) gece uyurken onu izlemeye gelir. Girodet'nin parlak buluşu tanrıçayı
sadece Endymion'un uykuya dalmış bitkin bedenini okşamaya gelen Ay ışığı olarak
betimlemesinde yatar. Tanrıçanın yüreğinde bu aşkı uyandıran ve Zephyros
kılığına giren Eros da ışınların geçmesi için dalları aralar. Esnek biçimli,
parlak tenli, çevre çizgileri yumuşacık ve kadınsılaştırılmış Endymion,
Winckelmann'ın çekici güzellik ülküsünün sınırlarını zorlayan yeni bir şehevi
figürdür. İzleyiciye doğru dönüp, Eros'un bilgiççe gülümsemesinin altında
tanrıçanın sarıp sarmalayın ışığına olduğu kadar bizim bakışlarımıza da teslim
olur.
Bu güzel oğlan türü büyük bir başarı kazanacaktır. David de 1793'ten sonra kökeni Winckelmann'a dayanan törel-siyasal özgürlük izleğini bütünüyle yeniden ileri sürdüğü Bara'nın Ölümü'yle bu konuyu ele alacaktır:
Verilebilecek başka örneklerse
daha karmaşıktır ve David'in etki alanı olarak adlandırılabilecek çerçevede
bir cinsel kimlik bunalımının belirtilerini oluştururlar sanki. Eşsiz bir
öğrenci olan Ingres, 1801 yılında kendisine Roma ödülünü kazandıran Agamemnon'un
Elçilerini Kabul Eden Akhilleus'ta bunun eksiksiz bir özetini sergiler:
Kahramanların arasındaki kavganın nedeni olan kadın, Briseis, karanlığa sürülmüştür ve her şey ön plandaki erkekler arasında gelişirken, o basit anlatısal bir anımsatmadır yalnızca. Ingres neredeyse yeniyetme denebilecek delikanlıdan yaşlı adama dek beden türlerini kusursuz biçimde farklılaştırmıştır. Özellikle güzel oğlan türünün kadınsılaştırılması konusunda kuşkuya yer bırakmayan Patroklos'un neredeyse karikatürsü kalça hareketine dikkat çekilecektir. Bu şekilde, Solomon-Godeau'nun vurguladığı üzere, cinsel rollerin ayrımı kadınların dışlandığı bir erkek toplumunda yeniden yaratılır.
Kahramanların arasındaki kavganın nedeni olan kadın, Briseis, karanlığa sürülmüştür ve her şey ön plandaki erkekler arasında gelişirken, o basit anlatısal bir anımsatmadır yalnızca. Ingres neredeyse yeniyetme denebilecek delikanlıdan yaşlı adama dek beden türlerini kusursuz biçimde farklılaştırmıştır. Özellikle güzel oğlan türünün kadınsılaştırılması konusunda kuşkuya yer bırakmayan Patroklos'un neredeyse karikatürsü kalça hareketine dikkat çekilecektir. Bu şekilde, Solomon-Godeau'nun vurguladığı üzere, cinsel rollerin ayrımı kadınların dışlandığı bir erkek toplumunda yeniden yaratılır.
18. yüzyılın sonunda, sanatın
yenilenmesi konusunda David okulu tek kavşak değildir. İngiliz yontucu John
Flaxman 1793'te İlyada'yı resimleyen desenlerinden hareketle bir gravür
derlemesi yayımlar, bunu 1795'te Odysseia'nınki izler, sonra da Dante'ye dek
klasik geleneğin önemli metinleri üstüne gerçekleştirilmiş başka diziler
izler. Flaxman'ın derlemeleri Avrupa'da büyük bir yankı uyandırır.
"Çizgili gravür" adı verilen yepyeni bir türde gravürlerdir bunlar.
Flaxman her şeyin gölgesiz ve kabartısız çevre çizgileriyle verildiği Yunan
vazo resimlerinden esinlenmiştir. Klasik Yunan sanatında olduğu gibi, yer
bilgileri en aza indirgenmiştir: Figürler her şeydir, ama Flaxman'da bu
figürler maddi değildir: soyutlamadır, beden düşünceleridir onlar. Werner
Busch'un haklı olarak dikkat çektiği gibi, Flaxman'ın betimlemenin merkezinde
yarattığı bu boşluğun önemli sonuçlarından biri, imgeleme ve hayale kapıyı
açmak olmuştur. Lavater'in ve ozan-ressam William Blake'in dostu olan, Winckelmann'ın
düşüncesini yaygınlaştıran İsviçreli ressam Heinrich Füssli'yle birlikte
İngiltere'de gelişen çok özel sanatın gücü işte buradan gelir.
Özellikle Blake bedene yepyeni
bir bakış getirir: Büyük gizemcilik geleneği içinde bir tür tinsel duyumculuk
geliştirir. Onun sanatının çizgiselciliği en az Flaxman'ınki kadar kesindir,
ama Flaxman'ın imgelem için boş bıraktığı yeri Blake tuhaf bir şehvetle, doğaya
ait olmayan, kendi yarattığı bir özdekle doldurur: Hem soyut, hem kaslı ve
kahramansı bir insanlığın görkemli bedeni, hafif meleksi bedenler, ilkel ya da
emekleyerek ilerleyen Nabukadnezar gibi neredeyse hayvansı bedenler. Blake'in
dünyası bütünüyle uydurma, ama tuhaf bir canlılıkla, hatta bazen yoğun ve
şaşırtıcı bir şehvetle donatılmış varlıklarla doludur. Blake bedenin Antik
Yunan'dan miras alınmış eklemliliğini göze anlaşılır bir beden tanımlayan o
çizili çözümlemeyi, bütünüyle kendisine ait bir dile dönüştürmek adına,
kökenindeki doğa gözleminden kurtarır. Nasıl ki yazılarında tamamen kendisine
ait, çok karmaşık bir mitoloji yaratmışsa (yorumcular hâlâ bunu çözmeye
çalışmaktadır), bedenin çizim dilini dizginsiz bir imgelemin hizmetine sokmak
için de onu modele başvurudan bağımsız kalır.
Newton ve Nebukadnezar by William Blake
Ingres ise çıplak kadını 19.
yüzyıl sanatının merkezine yerleştirme konusunda herkesten daha fazla etkili
olmuştur, o kadar ki çıplak kadın güzelliğin simgesi haline gelecektir. David
okulunda çok sağlam bir eğitim aldıktan sonra, kısa süre içinde sanatsal
kurumların gözüne dikbaşlı görünecek denli mesafeli bir tavır takınır. 1801'de
Roma ödülünü almasına karşın, devletin kasası boş olduğundan Medici Villası'na
gidişi beş yıl gecikir. En sonunda Paris'ten ayrıldığında, yirmi altı yaşındaki
bu delikanlı artık bir acemi değildir: Sanatı daha o zamandan fazlasıyla
kişiselleşmiş ve insanları derinden sarsmaya başlamıştır; Roma'daki
öğretmenleri onun güçlü kişiliğinin okul arkadaşlarını etkilemesi yüzünden
daha da kaygılanırlar. Her çıplak betimleme alıştırması bir kışkırtma olarak
görülür. Yağlıboya çalışması olarak Yıkanan Valpinçon'u eleştirmenlerin
beğenisine sunar (resmin adı yapıtı satın alan birinden gelmektedir).
Çıplak
kadın betimlemesi yapmanın alışılmadık bir şey olması bir yana, az eklemli,
akışkan hatlı, belirgin gölgesi olmayan, dolayısıyla neredeyse biçim kabartısı
bulunmayan bu çıplağın sırttan işlenişi okulun beklentilerini ve
alışkanlıklarını altüst eder. Ingres'in öğreniminin sona erdiğine ilişkin
olarak gönderdiği özgün kompozisyonu daha da kötüdür: Jüpiter ile Thetis.
Sadece bir erkekten iyilik istemek için onu okşayan bir kadını betimlemesiyle
bile, büyük bir öyküsel resim için kesinlikle uygunsuz olarak değerlendirilir.
Konuyu işleyiş tarzına gelince-aşırı çizgiselcilik, kabul edilemez anatomik
biçimsizleştirmeler, perspektifin hepten yok sayılması-, kuralcı eleştirmenleri
daha da öfkelendirir. Ingres'in -ayrıksılığı demesek de- bağımsızlığı kadın
figüründe yoğunlaşmıştır; Thetis'in tuhaf biçimde uzayan boynu (guatr
denmiştir), figürün sağ bacakla solun karıştırılmasına neden olacak kadar
yassılaştırılması, tüm bu özellikler kadını soyut, mesafeli, garip ve aynı
zamanda bir şekilde şehevi bir beden olarak gösterir. Tek sözcükle arzunun
kaydıdır bu.
Ingres kadın bedenine ilişkin bu kişisel bakışını elli yıl boyunca
her zaman yeni olan ve her zaman birbirine benzeyen yorumlarda yineleyip durur:
1819 Salonu'nda alaya alınan Odalık,
1840 tarihli Odalık ve Köle,
ve artık
seksenine gelmiş, şan şeref kazanmış ressamın işkenceyle geçen gençliğinin öcünü,
bir zamanlar hakaretlere uğrayan Yıkanan Kadın'nını iç içe geçmiş bir beden
yığınının merkezine yerleştirerek aldığı 1863 tarihli ünlü Türk Hamamı:
Bütünüyle kadınlardan oluşan bir evrene ilişkin bu şehevi
hayal, David'in Leonidas'ının bilinçli bir karşıtı olarak görülebilir.
Aralarında ortak noktalar
bulunmasına karşın, Ingres hiç de sırtını bile isteye doğaya ve canlı modele
dönen Blake gibi hareket etmez. Tersine, Ingres, figürlerindeki apaçık
aşırılığa karşın, modelden hareketle çalışmaya ve doğru gözleme her zaman
bağlı kalmıştır. Kendisi de şöyle der: "Ben ülküselleştirmiyorum."
Aslında, onun aradığı şey ölçünleştirme anlamında, düzene koyulmuş bir tür doğa
anlamında ülküsel bir beden değildir. Bunun tersine, özgülükleri vurgular,
süzer, yeri geldiğinde abartır. Tutkulu bir gözlemci olarak genel özellikleri
öğreten anatomi çalışmasını reddeder. Bu yüzden de en büyük portre
ressamlarından biri olmuştur. Kadın bedeninde olduğu kadar fanteziye kaçmadığı
bir erkek figürüne bakarak onun tavrını daha iyi anlayabiliriz belki.
Akron’u
Yenen Romulus’ta, yenilen kişinin bedeni, hiç kuşkusuz apaçık bir yarışma ruhuyla,
neredeyse tıpatıp David'in Sabin Kadınları'ndan bir figürü yansıtır;
Ingres en
şaşırtıcı desenlerinden birinde modeli özenle yeniden gözden geçirmiş ve bu da
yağlıboyada biçimsel açıdan, ustasından hem çok daha soyut -daha az elle
tutulur, daha çizgisel, daha geometrik- hem de daha kişisel bir sonuç
vermiştir.
*
Bedenin Tarihi
*
*
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder