1889'da St Remy-de-Provence'taki bir akıl hastanesinde kalırken arada yaptığı Yıldızlı Gece, van Gogh’u Hollanda’daki fakirleri çizmekten ileri götüren, Japon baskılarıyla ve Paris İzlenimciliğiyle karşılaştığı yoldan geçip Güney Fransa'da ışık ve rengin ateşli birleşmesine taşıyan ruhsal çalkantının doruk noktası gibi gözükmektedir. Bu tablonun önünde durup, “hayali”, hatta “sanrısal” diyebiliriz. Ama tutkulu mektupların oluşturduğu bir güzergâhta Vincent’ın en büyük dert ortağı olarak kalan sanat tüccarı kardeşi Theo van Gogh’a göre, hayali bir Hollanda köyü üzerine kurulmuş Provence Dağları üzerine çizilmiş bu galaksi girdapları manzarası, daha çok salt “üslubun” uydurma bir karışımıydı. Theo, kardeşinin hemen önünde olan çiçeklerle, tarlalarla ve suratlarla giriştiği acılı, gergin cebelleşmeleri tercih ederdi. İki kardeş arasında eleştiriye izin veren bir konuşma alanı açan ilişki, Yıldızlı Gece'nin pek de deli bir adamın gönülsüz iç dökmeleri ya da bir kehanet olmadığını belirtir niteliktedir. Daha olası bir şekilde, bir zamanlar arkadaşı olan Gauguin’in, arkaik mitolojilere düşmeden ürettiği imgeler kadar kapsayıcı bir simge yaratma kararlılığının sonucuydu. Boyasının çentikleri ve çıkıntıları ile birlikte gökyüzüne tutunan van Gogh, “trompe l’oeil (göz aldanması) kesinliğinden çok, daha kasıtlı bir tasarım” diye adlandırdığı projeyi, 19. yüzyılın pervasız değişimlerine bağışık olan salt gerçekliğe uyguladı. Ölümünden sonra, yaptığı kâinatın ritimlerine dalma eylemi, çağın en coşkun ikonası olarak yükselecektir.
Julian Bell
Julian Bell
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder