Char & Heidegger

Son fotoğraflar, Şiirin ve Felsefe’nin Gilgameş’leri için inanılması güç bir buluşmayı, tanıklı tansık, gösteriyorlar: Rene Char ve Martin Heidegger, 1969, yanyanalar: Duruyor, yürüyorlar.


Aynı yüzyılda “kutup” olmuş iki insanın güzergâhlarının aynı yolda kesişmesi neredeyse korkutucu bir düşünce: Nasıl biraraya geldiler, nasıl ayrılacaklar, baştan beri ayrı ayrı yürüdükleri bu yolda yoksa hiç ayrı ayrı yürümemişler miydi?

Zihnin ve imgelemin seyrek aritmetiği. Söz’ün bir uçta ve öteki uçta ulaştığı, ulaşabildiği en yoğun, derişik, kristal ifade. Dinleyebiliyor, duyabiliyorsak bütün fotoğraflar dile gelir.


İmdi, ilk fotoğrafta, besbelli konuşuyorlar. Bir elinde yürüyüş sopası var Char'ın Charlot bastonu. onu yola dayamış, yeryüzü dengesini birebir koruyor, öteki elinin işaret parmağıyla gösteriyor Yol'u. Ola ki, yıllar öncesinden bir şiiri anımsayarak:

"Patikalar, yolboyu görünmeyen kertikler tek yolumuzdur bizim; biz ki yaşamak için konuşur, uyuşmadan uyuruz kenarda."

Heidegger dikkatle dinliyor. Ola ki, bir kitabına adını veren "Yitikyol"u düşünerek:

" Ormanda, pek sık, otlarla kaplı, açılmamışlıkta yitiveren yollara rastlanır.

Yitikyol (holzweg) denir onlara.

Herkes kendi yolunu izler, ama aynı ormanda. Çoğu zaman, bir yol ötekine benziyormuş gibi gelir. Ama dıştan bakıldığında böyle görünür.

Oduncular ve korucular yollardan anlarlar. Yitikyola davranmak nedir, onlar bilir".

Fotoğrafın, fotoğrafın saptadığı an’ın gerçekliği boşlukta yitip gitti artık. Heidegger de, Char da yoklar şimdi. Fotoğrafa tanıklar da yokolacaklar bir gün.

Oysa nedir yokoluş? Şairin ve Filozof'un, varoluşun aynasından çekip çıkardıkları bir bulut - o bulutun sonsuz döngü'sü değil mi?

Fotoğrafa yakıştırdığım sözler onlara ait.

O andaki durumlarına, bize kendileriyle ilgili bıraktıkları durumlar toplamından oluşan duruşlarına da yakışıyorlar.




 İkinci fotoğraf, anlaşılan aynı gün çekilmiş. Char ve Heidegger yoldalar - yol açıyorlar.

Komik ile trajik de yanyanalar. Bu iki duyguyu, duygu-eşiğini, eşik-aşış-eşiğini birlikte, içiçe, içten içe yaşatıyor fotoğraf.

Char’ın neredeyse dev cüssesiyle, Heidegger'in küçümen gövdesinin yanyana gelmesi mi uyandırıyor gülme isteğini bende?

Yoksa, onları, “Yazının Ucuna aldığım “Palyaço Tragedyası” başlıklı, yakın gelecekte “Hokkabaz”a bağlanacak bir denememde sıraladığım ikizlere mi bağlıyorum?

Bouvard ile Pecuchet'nin önce hekimle, sonra da papazla giriştikleri tartışıyı, Hegel felsefesi seansına dalışlarını nasıl gözlerimden yaşlar akarak okumuşsam;

nasıl aynı titrek zemberek Mercier ile ‘bastonu kırılan’ Camier’nin diyaloglarla örülü öyküsünü bir uçtan öteki uca katetmişse,

ikinci fotoğrafa da önce bu duyguyla bakıyorum. Beckett’in, “kahramanları için her zaman öngördüğü suskunluk geliyor aklıma:

“Zaman zaman başlarına geldiği gibi, bir süre konuşmadan yürüdüler”.

*

Sonra tıkanıyor gülme damarı. Char ve Heidegger birlikte, ayrı ayrı sustukları için fotoğrafta.

Yolda olmaları, yürümeleri mi yolaçıyor susmayı seçmelerine? “Nefret ettiğim birşey varsa”, diyor Mercier, “o da yürürken konuşmaktır”. Dinleyebiliyor, duyabiliyorsak bütün fotoğraflar sessiz, dilsizdir.

Ama burada, başka bir kesinlik seziliyor: Susuyorlar.
Korkutan, ürperten, damarı tıkayan bu.
Korkunun bizi bir sınıra dayadığı, orada sıkıştırdığı, kavurduğu, taşırdığı ân.

*

 Heidegger, “neden şairler?” sorusunun peşisıra Hölderlin ve Rilke’nin yolculuklarına dikkat kesildiğinde, “onlar söylenecek olanın izindeydiler” demişti.

Char’ın “geçerken kanıtlar değil izler bırakmalıdır şair” sözü öteki uçtan buraya bağlanır: “Yalnızca izler düş gördürtür”.

İz sürerken iz bırakılır yolda.
Bırakılan izin izini sürecekler olacaktır.
Yol yitikyol görünse de: Onu, ona davrananlar bilir.

"Ben ki hiç yürümedim ama yüzdüm ve uçtum aranızda” diyor Char: Bir tek toprağı okuyanlara suyu, havayı da göstererek."

Bir başka şiirinde tamamlıyor:

“Yerçekiminin eşiğinde, örümcek gibi şair de yolunu döker gökyüzüne”.

Sustuklarında, iç konuşmalara kulak kesilmeli.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder