yırtıcı geceler

...içtik ve dansettik. Tekila aynı anda hem şeffaf hem de madeni bir içki. Kanımızdan süzülmüş, terimize karışmış bu maden tişörtlerimizi ıslatıyordu. Spotların ışığıyla havada asılı gibi duran bu maden parçaları yüzünden olsa gerek, dil geçidinden çıkmış, bir altın ve amber halesine bürünmüş tek başına ilerleyen bir kelime bana doğru geliyormuş gibi hissettim, “yırtıcı” kelimesi.

Samy bir yırtıcıydı. Ve kelimenin çevresindeki ışıklı hale kutsallığı çağrıştırıyordu.



Ayakları üzerinde dikilen büyük yırtıcıları düşünüyordum, benim yırtıcılarım küçük, sağlam, bir bacağı kıvrılmış ayağı betona dayanmış, baş dönük, hafifçe eğik, sabit, bakışı yukarı doğru kalkmıştı. Kızlar daha az sayıdaydı ve hareket halindeydiler. Benden uzaklaşırlar, yürüyüşlerinin ortasında dönüyorlar, başlarını çeviriyorlar, bakışlarını hâlâ hareket eden saç perçemlerinin arasından yakalayabiliyorum.

Yırtıcıların şiddeti yoğunlaşmış, kenetlenmiş, karışmış, kendi içine dönüktür. Bu, şiddet yeleleridir. Nereye yanağını dayayabilirsen, gücünü de orada hissedersin.

Alkolün buğusu ve dansın ritmi arasında şiirsel bir etkiyle “yırtıcı” sözcüğünü felaket gecelerimle birleştiriyordum.

Cehenneme yaptığım ziyaretler gölge oyunlarından başka bir şey değildi; kıçlar, memeler, cinsel organlar, yoklanan karınlar kimseye ait değildi. Özellikle sözcükler yasaklanmıştı, tek istisna bir arzunun derhal tatminini buyuran emir sözcükleriydi. Diğerleri kulağıma sahte geliyordu, yüzeydeki konuşmaların kötü kopyaları gibi.

Gölgelerin arasındaki gölgeler olarak kendimizi yeniden orada bulabilmemiz için, dokunma duyumuzun ötesinde, cehennem mekânının karanlığında gövdelerin nerede bulunduğunu da seçmek gerekiyordu. Yani vücutlarımızın gölgelerinin gecenin kendisinden de karanlık olması gerekiyordu. Bu gerçekleştiği anda, herkes arzuladığı vücutta, yoğun karanlığın gölgesini, kendi vücudunun yansımasını görüyordu. Ama bir gölge yansıyabiliyorsa, demek ki orada, yüzeyde, yukarıda, bir ışık kaynağı vardı. Benim için güneşle aynı anlama gelen bu ışık bize yırtıcılar tarafından veriliyordu.

Samy ve onun ırkı ışık saçıyordu. Işık yiyici olarak onlara tapıyordum.

Yırtıcı yıldızlar söndükleri, yani yoruldukları ya da çekip gittikleri zaman, sapıklık geceleri dönemsel olarak geri geliyordu. Ama onlar, Samy ve yırtıcılar, onların da bir güneşi var mıydı; yoksa sıcaklığı kendi yaydıkları, benim de onlara geri yansıttığım ışıkta mı buluyorlardı? Hedefledikleri bir kaçış noktası, beni de peşlerinden sürükledikleri bir yer var mıydı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder