Walt Whitman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Walt Whitman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çimen Yaprakları / Walt Whitman

Walt Whitman'ın Mezarı


Yaşlı adamın, pek az kişinin katıldığı cenaze töreni bittikten, başkaları gittikten sonra ben yalnız kaldım, o güzel kuşluk vaktinin, Amerika sonbaharının en güzel gününün geri kalanını ağır ağır Trinity Mezarlığı’nı gezerek geçirdim. Oranın, derin bir kedere teslim olmamış o ciddi havasını ta içimde hissettim, başıboş dolaştım, bazen mezar taşı yazılarını kopya ettim. Çok uzamış ve yayılmış olan o sık otlar yüzümü örtüyordu. Tepemde, insanların çürüyen bedenleriyle beslenen ağaçların, içine kahverengi karışmış yeşilliği vardı.

Bana en yakın mezar taşında şunlar yazılıydı:

JAMES M. BALDWIN

"22 yaşındaydı Camplain Gölü’nde
 yaralanmıştı."

Yaralandığı günün tarihine ve saatine, ayrıca ölüm tarihine bakınca -her ikisi de taşa yazılmıştı- yaralanan kişinin yaralandıktan bir yıl sonra öldüğünü fark ettim. O zaman burada cumhuriyetin vefalı çocuklarından biri yatıyordu hem de ölümüne sadık biri. Acaba -çünkü derin derin düşününce hissetmiştim bunu- onun için ölmek zor olmuş muydu? Parlak ve güzel bir gelecek beklentisi mi süslüyordu hayallerini? Yirmi iki: Benim yaşımdı; ölüm’ü düşününce içgüdüsel olarak titredim!

Çünkü bana göre hayat, eskiden de şimdi de benim için bir vakıaydı; hayatın bana her yönden zevk ve eğlence kapılarını açtığını hissediyordum. Arkadaşlarım arasında olmaktan mutluydum... Efraim ile Violet’e, Tom ile Martha’ya ve İnez’e, tek tek hepsine sahip olduğum için mutluydum! Bu görkemli kentte, New York’ta yaşadığım için mutluydum, bu kentte bir insanın hayatında eğlence ve hareket yoksa bu onun kendi kabahatiydi.

Pessoa Kitaplığından: Walt Whitman


WALT WHİTMAN




Geçmek (ah yaşamak, hep yaşamak!) 
geride bırakmak cesetleri...



...

Yanıt olarak deniz,

Acele etmeden, oyalanmadan,

Bütün gece fısıldadı kulağıma, gün doğana dek, açıkça

O yumuşak, o tatlı ölüm sözcüğünü,

Ve yine ölüm, ölüm, ölüm, ölüm,

Ne kuşunkine ne de benim coşmuş çocuk yüreğimdekine benzeyen tatlı bir

fısıltıyla, 

Sokularak yakınıma, ayağımın dibinde, özel bir şeymiş gibi usulca söyledi

Ayağımdan tırmanarak kulağıma gelen ve benliğimi sarıveren sözcüğü

Ölüm, ölüm, ölüm, ölüm, ölüm.


Gece Kumsalda Yalnız / Walt Whitman

The White Diamond (2005, Belgesel / Werner Herzog)


Gece kumsalda yalnız,
Yaşlı ana boğuk şarkısını söyleyerek sallarken onu, 
Ben parlak yıldızların ışıltısına bakarken, evrenlerin, geleceğin anahtarı olan bir düşünceye daldım.
Sonsuz bir benzerlik birleştiriyor hepsini,
Bütün küreler, gelişmiş, gelişmemiş, büyük, küçük, güneşler, aylar, gezegenler,
Bütün uzaklıkları mekânın, ne kadar geniş olursa olsun,
Bütün uzaklıkları zamanın, bütün cansız biçimler,
Bütün ruhlar, bütün bedenler, bu kadar çeşitli olmalarına, ya da başka başka dünyalarda bulunmalarına karşın, bütün canlılar,
Bütün gazlar, suların, bitkilerin, madenlerin gelişmeleri, balıklar, hayvanlar,
Bütün uluslar, renkler, barbarlıklar, uygarlıklar, diller,
Bu dünyada, ya da herhangi bir dünyada var olan, ya da var olabilecek, bütün bir örnek şeyler,
Bütün yaşamlar, ölümler, bütün geçmiş, şimdiki zaman, gelecek,
Bu sonsuz benzerlik kavrıyor hepsini, her zaman kavramış,
Her zaman kavrayacak, sımsıkı tutacak onları, iyice saracak.

Sen aradığım erkeksin / Walt Whitman

1886, Walt Whitman & Bill Duckett
Photographer: Lorenzo F. Fisler of Fisler 

 Walt Whitman & Bill Duckett


(Walt Whitman, Bill Duckett hakkında) "...he was often with me: we went to Gloucester together: one trip was to New York: . . . then to Sea Isle City once: I stayed there at the hotel two or three days—”so on: we were quite thick then: thick: when I had money it was as freely Bill's as my own: I paid him well for all he did for me. . . . I liked Bill: he had good points: is bright—”very bright."


Fotoğraflar:  Bill Duckett by Thomas Eakins (1889)
şiir: Yabancı / Walt Whitman


... sen aradığım erkeksin, (sanki bir düş görüyorum.) 

Bir yerde, tatlı bir yaşam geçirmiş olacağız seninle,

Herşeyi hatırlıyorum, hepsi yeniden canlanıyor gözümde, yanyana yürüyoruz,

akıcı, sevgi dolu, içi dışı tertemiz, olgun,

Benimle büyüdün sen, küçük bir oğlan ya da küçük bir kızdın benimle,

Ben yemek yedim seninle, ben uyudum seninle, senin vücudun senin olarak

kalmadı yalnızca, benim vücudumu benim olarak bırakmadı yalnızca,

Gözlerinin, yüzünün, etinin tadını veriyorsun bana, birlikte yürüyoruz,

karşılığında sakalımın, göğsümün, ellerimin tadını alıyorsun,

Seninle konuşmasam da bir şey değişmiyor, tek başıma oturduğum, ya da gece tek

başıma uyandığım zamanlar seni düşünüyorum,

Bekliyorum, seninle gene buluşacağız, kuşkum yok bundan,

Seni hiçbir zaman yitirmemeye bakıyorum.


Açık Yolun Türküsü / Walt Whitman

foto: yalnız insan (mayıs 2018)


1

Yayan olarak, yüreğim sevinç içinde çıkıyorum açık yola, 
Sağlıklı, özgür, bütün dünya önümde, 
Uzun, toprak rengi patika önümde, nereye istesem götürür 
beni. 

Bundan böyle talihin arkasına düşmeyeceğim, ben kendim 
talih'im, 
Bundan böyle sızlanmayacağım, işimi geri bırakmayacağım, 
hiçbir şey istemeyeceğim, 
Çatı altındaki mızmızlıklardan, kitaplardan, her şeye bir 
kusur bulan kurallardan bıktım artık. 
Güçlü, doygun, açık yolda yürüyorum. 

Yeryüzü yeter bana, 
Yıldız kümeleri daha yakın olsa demem, 
Biliyorum, oldukları yerde iyidir onlar, 
Biliyorum, kendi üstündekilere de onlar yeter. 

(Ben, burada, hâlâ o eski, o tatlı işimi yapıyorum, 
insanları taşıyorum, kadın erkek, nereye gidersem birlikte 
götürüyorum, 
Yemin ederim, onlardan kurtulmak olanaksız benim için, 
Onlarla doluyum ben; karşılığında ben de onları dolduraca­ğım.) 


Amerika / Walt Whitman

WHITMAN, AMERİKA’NIN OZANI
Octavio Paz


Walt Whitman, dünyasıyla uyumsuzluk içinde yaşamayan tek büyük, çağdaş ozandır. Yalnız da değildir; konuşması geniş bir koro gibidir. Kuşkusuz, onun içinde, en az iki kişi vardır: Halkın ozanı ve gerçek erotik eğilimlerini gizleyen özel kişi. Ama maskesi, demokrasi ozanı, maskeden öte bir şeydir: Bu onun gerçek yüzüdür. Son zamanlarda yapılan bazı yorumlara karşın, onda şiirsel düşle tarihsel düş bir noktada birleşir. İnançlarıyla toplumsal gerçeklik arasında boşluk yoktur. Bu olgu, herhangi bir ruhbilimsel durumdan daha yüksek yani, daha geniş, daha anlamlıdır. Çağdaş dünyada Whitman’ın şiirinin tekliği, ancak onu kuşatan daha büyük bir tekliğin ışığında açıklanabilir: Bu da Amerika’nın tekliğidir.


Türünün en iyi'örneklerinden biri olan, The Idea of the Discovery of America adlı kitabında Edmundo O’Gorman, anakaramızın hiçbir zaman keşfedilmediğini bize kanıtladı. Gerçekten de, var olmayan bir şeyi keşfetmek olanaksızdır ve Amerika sözde “keşfinden" önce yoktu. Amerika’nın keşfinden çok yaratılmasından söz edilebilir ancak. Eğer Amerika, Avrupa ruhunun ürünüyse, Colomb’un yolculuklarından yüzyıllar önce denizin sisinde biçimlenmeye başlamışa bile. Avrupalı’nın bu topraklara dokunduğunda bulduğu şeyse, kendi tarihsel düşüydü. Reyes, bu konuya övgüye değer sayfalar ayırmıştır:  Amerika, bir Avrupa ütopyasının aniden beden bulmasıdır. Düş, gerçek olur, şimdi olur; Amerika bir şimdidir: Tarihin bir armağanı, bir bağışıdır. Ama açık bir şimdidir, yarının izini taşıyan bir şimdi. Amerika’nın varlığı ve şimdisi bir gelecektir; doğası gereği, anakaramız, kendiliğinden var olan bir yurt değil, yaratılmış, yapılmış bir şeydir. Var oluşu, gerçekliği, somutluğu, hep gelecek olmasından, geçmiş olanın değil, gelecek olanın haklı kıldığı bir tarih olmasından kaynaklanır. Bizi biz yapan Amerika'nın ne olduğu değil, ne olacağıdır. Amerika var olmamıştır; ve ancak bir ütopya olduğu sürece, altın çağa doğru sürekli yol alan bir tarih olduğu sürece vardır.

Whitman'a ait olduğu düşünülen Amerika şiirini okuduğu
  36 saniye süren ses kaydı 


W.W


Date: Early to mid-1880s

Place: Philadelphia

Photographer: Thomas Eakins

Note:This photo group is part of Eakins's "naked series" and is labeled simply "Old man, seven photographs." The model bears a striking resemblance to Whitman; for a plausible case that this may be a photo of Whitman "undisguised and naked," see Ed Folsom, "Walt Whitman's 'Calamus' Photographs" in Betsy Erkkila and Jay Grossman, Breaking Bounds: Whitman and American Cultural Studies (New York: Oxford University Press, 1996)

Walt Whitman

July 1854, New York
Photographer: Samuel Hollyer of a daguerreotype 
by Gabriel Harrison (original lost)


1855: New York

Şair, yayımcı bulamadığı için Çimen Yaprakları'nın basım giderini kendi cebinden ödüyor.

Demokrasinin Dinbilimcisi Waldo Emerson kitabı benimseyip övüyor, yine de basın, şiirleri basmakalıp ve müstehcen bularak saldırıya geçiyor.

Walt Whitman'ın tumturaklı ağıtında halk kitleleriyle makinelerin kükremesi duyulmaktadır. Şair hem Tanrıyı ve günahkârları, hem Kızılderilileri, hem de onları ortadan kaldıran ilk göçmenleri kucaklamış, köleyle efendiyi, kurbanla celladı bağrına basmıştır. Yeni dünyanın kutsal coşkusu içinde bütün suçlar arınacaktır. Bu güçlü-kuvvetli, boyun eğdirici Amerika’nın geçmişe ödeyecek borcu yoktur; gelişim rüzgârları insanı insanın yoldaşı kılacak, erkeklik gücüyle güzelliği zincirlerinden kurtaracaktır. 

Edouardo Galeano

Kendi Şarkım / Walt Whitman




KENDİ ŞARKIM

1

Kendimi övüyorum, kendimi anlatıyorum,
Bende olanlar sizde de olacak,
Çünkü bendeki her atom benim olduğu kadar sizindir de.

Sere serpe ruhumu çağırıyorum,
Eğilip koyveriyorum kendimi yeşeren yaz çimenini özleyerek.

Dilim, kanımın her atomu, bu topraktan oluşma, bu havadan,
Burada doğmuş ana babalardan doğma, onların da ana babaları burada doğmuş, onların da, onların da,
Ben, otuz yedi yaşımda bugün, sağlık içinde başlıyorum,
Ölünceye kadar durmama umuduyla.


2


Evlerle odalar kokularla dolu, raflar kokularla dolu,
İçime çekiyorum güzel kokuları, tanıyorum, hoşlanıyorum,
Kokular nerdeyse kendimden geçirecek beni, ama izin vermem buna.
Atmosfer bir koku değil, onda damıtılma tadı yok, o kokusuz,
O tam bana göre, onu sevivorum,

Ormanın yanındaki koruya gideceğim, soyunup çırılçıplak olacağım orada,
Deli oluyorum onun bana dokunmasına.



Doğduğuna sevinen biri mi var?

Hemen söylemek isterim ona, ölüm de sevinilecek 
bir şeydir, biliyorum.

Ben ölenlerle geçtim ölümü, yeni doğan bebelerle geçtim doğumu, ben öyle şapkamla ayakkabılarımın arasına çakılıp kalmam,
Her şeyi öğrenmek isterim ben, hepsi başka başka, hepsi de güzel, iyi,
Dünya iyi, yıldızlar iyi, onların uzantıları, hepsi iyi.
Ben bir dünya değilim, ya da bir dünyanın uzantısı değilim,
Ben dostu, yol arkadaşıyım insanların, hepsi benim kadar ölümsüz, benim kadar derin,
(Onlar bilmez ne ölümsüz olduklarını, ben bilirim.)
Her tür kendine, Her tür kendinin, benim erkeklerimle dişilerim de bana,
Bana bütün o delikanlılar, kadınlara sevdalanan,
Bana o gururlu, o küçümsenmeye gelmez adam,
Bana o sevgili, o yaşlı kadın, bana o analar, o anaların anaları,
Bana o gülümseyen dudaklar, göz yaşı döken gözler, Bana o çocuklar, o çocukları yaratanlar.

Kaldırın örtüleri! günah işlemiş, ya da yıpranmış, 
ya da atılmış değilsiniz benim gözümde,
Ben örtülerin, dokumaların arkasını da görürüm,
Ben hep yanıbaşınızda, vazgeçmez, kavrayan, yorulmak bilmez, kurtulunmaz olanım.

(...)

Walt Whitman Archive


Walt Whitman Fotoğrafları Arşivi

Allen Ginsberg / Whitman

Kaliforniya’da Bir Süpermarket



Seninle ilgili neler geçiyor aklımdan, Walt Whitman,
başağrısıyla yürürken kenar mahallerde ağaçların altından,
ürkekçe seyrederek dolunayı.

Açgözlü bitkinliğimle satın alacak imgeler aranırken neon
meyve süpermarketine uğradım, senin siparişlerini düşleyerek!
Şu şeftalilere bir bak ya da şu alacakaranlıklar! Aileler tam
takım alışverişte: Koridorlar, kocalarla dolup taşıyor! Avakadoların
içinde kadınlar, domateslerin içinde bebekleri! ya sen, Garcia Lorca,
senin ne işin vardı karpuzların orada!

Gördüm seni, Walt Whitman, çocuksuz, yalnız, koca obur, dolaptaki
etlerin arasında dolanırken ve dikizlerken tezgahtar çocukları.
İşittim seni birşeyler sorarken: Kim katletti bu domuz pirzolalarını?
Muzlar kaça? Sen, Meleğim misin benim?
İzleyerek seni dolandım parlak konserve
yığınları arasında
ve dükkan dedektifi takip etti hayalimde.
Beraberce adımladık koridorları bu ıssız düşümüzde,
enginarları tadarak, dondurulmuş lezzetlerin her birinden aşırıp
kasaya hiç uğramadan.

Nereye gidiyoruz, Walt Whitman? Bir saate kalmadan kapanacak
kapılar. Sakalın hangi yönünü gösteriyor gece?
(Dokunuyorum kitabına ve süpermarket serüvenimizi düşlüyorum,
bir garip hissediyorum kendimi.)

Issız sokaklarda mı yürüyeceğiz bütün gece? Gölgeler gölgeler
ekliyor ağaçlar, tek ışık yok evlerde, bir başımıza kalacağız ikimiz de.
Mavi arabalar geçerken yanımızdan sesiz kulübelerimize doğru yol
alacak mıyız dersin, yitik sevgi Amerikasını düşleyerek?
Ah, sevgili atam benim, kır sakallı, yalnız ve yaşlı cesaret hocası,
nasıl bir yerdi senin Amerikan, küreklere asılıp terk ettiğinde
buraları Charon ve sen dumanlar içindeki sahile çıkıp izlediğinde
geminin kayboluşunu karanlık sularında Lethe’nin?

Türkü / Walt Whitman



Whitman / Ezra Pound

Seninle bir antlaşma yapıyorum Walt Whitman — 
Yeterince nefret ettim senden.
İnatçı bir babanın yanında büyümüş 
Bir çocuk gibi geliyorum sana;
Arkadaşlık kuracak yaşa geldim artık,
Kıran sendin daha yaşken ağacı,
Geldi şimdi onu yontmanın sırası 
Özsuyumuz aynı özsuyu,  kökümüz aynı kök — 
izin ver de bir alışveriş başlasın aramızda.

Ezra Pound

*
bak:

Walt Whitman'ın Günlüğünden: Doğada Çıplak



Kendimi kutluyorum;
Benim için doğru olan, senin için de doğrudur;
Benim olan herbir atom, benim kadar senindir de.

Boş geziyorum ve ruhuma,
Bana buyurun, diyorum;
Gönlümün dilediği gibi boş geziyorum; çimenlere uzanıyorum; Birkaç sap yaz çimenini seyre dalıyorum.

Evler ve odalar kokularla dolu —raflar kokularla tıklım tıklım;
O hoş kokuyu ben teneffüs ediyorum, farkındayım, ve bundan haz duyuyorum.

İmbikten süzülen içkiler beni sarhoş ta eder,
Eder ama ben bırakmıyorum.

Hava koku saçmaz — imbikten süzülenin tadı onda olmaz —
Hava kokusuzdur hep ağzıma dolar.
Ben havaya vurgunum.

Ormanın kıyısındaki o sahile gideceğim; beni benden saklıyan 
Urbaları üzerimden silkeceğim; çırıl çıplak gezeceğim.
Kendimle başbaşa kalmak için çılgın gibiyim.



Pazar, 27 ağustos 1877


Kederden, bitkinlikten bütüniyle uzak bir gün daha. Doğa pırıl pırıl, sessiz, garip, her şeyden uzak, ama apaçık, anlamlı. Bu güzel havada kır yollarından, tarlaların ortasından yavaş yavaş inerken, — burada yapayalnız, Doğayla başbaşa otururken— göklerden erinç (huzur) süzülüyor içime sanki. Bu güzel günün, bu görünüşün içinde yitiriyorum kendimi. Dupduru akan bir derenin kıyılarında dolanırken, bir yerde suyun tatlı çağıltısıyla, başka- bir yerde de üç ayak yüksekliğindeki çağlayanın boğuk uğultularıyla yatıştı içim. Gel avunmaz İçişi, gizli bir parıltı kalmışsa içinde, gel! Dere boyunun, koruların, tarlaların tertemiz değerlerine aç kendini. Ben onları iki aydır (temmuz, ağustos 1877) dolduruyorum içime, yeni bir adam olmaya başladım şimdi. Her gün, yalnızlık — hiç olmazsa iki üç saatlik bir özgürlük, yüzmek; konuşmaktan, bağlılıklardan, giysilerden, kitaplardan, kurallardan uzak.


Walt Whitman'ın Günlüğünden: Bu savaşın ölüleri

Bu savaşın ölüleri — Boylu boyunca uzanmışlar Güneyin tarlalarına, koruluklarına, vadilerine, savaş alanlarına — uçsuz bucaksız boşlukta kana bulanmış yığın yığın — nerde yattığı bilinmiyen çeşit çeşit ölüler (Savaş Dairesinin tahminlerine göre, çarpışmalarda Ölen 25000 er gömülmemiş, 5000 er boğulmuş, 15000 eri ya yabancılar gömmüş, ya da yollar boyunca, şimdiye kadar bulunamıyan yerlerde, çarçabuk toprağa verilmişler) — 2000 mezarı Mississippi Nehrinin kumu ve balçığı örtüvermiş; 3000 tanesini de ırmağın kıyısında çöküntüler oldukça, sular sürükleyip götürmüş — her yanda sayısız savaşların izleri, karargâhlar, hastaneler — en zorlu azraillerin (tifonun, kanlı basurun, irinli yaraların) devşirdiği hasat — hepsinden kara, hepsinden iğrenç, ölülerle canlıların bir arada çürüdüğü leş hendekleri: zindanlar (Dante’nin bütün o acılarıyla, insanları insanlıktan çıkaran bütün o tiksindirici işkenceleriyle gözler önünde canlanan ‘cehennemi bile bu zindanlarla boy ölçüşemez) — Ölüler, ölüler, ölüler — bizim ölülerimiz — güneyde, kuzeyde — hepsi bizim (hepsi, hepsi yürekten dostum benim) — doğuda, batıda — Atlantik kıyısında, Mississippi vadisinde — sürüne sürüne bir köşeye sığınmışlar ölmek için, yapayalnız, çalılıklarda batak hendeklerde sağrılarda (in - cin top oynıyan o yerlerde bugün bile arasıra onların iskeletleri, kireç kesilmiş kemikleri, tutam tutam saçları, üniformalarından kopmuş parçalar ve düğmeler bulunuyor) — bizim gençlerimiz — bir vakitler yakışıklı, şen - şakrak olan gençler koparılıp alınmış bizlerden — oğul anasından, koca karısından, dost dosttan — mezarlar öbek Öbek kalıvermiş koruluklarda, yollar boyunca (yüzlercesi, binlercesi kayıplara karışmış) — atlıların hücumlarından sonra, onar yirmişer cesetler akmış ırmaklardan aşağı — kimisi sularla akıp giderken durdurulmuş, toprağa verilmiş — kimisi suların dibinde yatıyor hâlâ — mahşer gibi kucak kucağa — yurdun dört bucağındaki mezarlıklarda — sonsuz ölüler — güney topraklarına bırakılmış kuzeyli ölüler değil sadece — binlerce, on binlerce güneylide bugün kuzey topraklarında çürüyüp gidiyor.

Her yerde, saymakla bitmez mezarlar arasında, tek tek ve binlerce, on binlerce, küme küme anıtlar ve mezartaşları üstünde, o sonsuz şeyler anlatan sözleri görüyoruz, bizden sonraki çağlar da görecek : Meçhul Asker.

Walt Whitman'a Od / Lorca




East River ve Bron boyunca
genç çocuklar şarkı söylüyordu göstererek
bedenlerini,
çarkla, yağla, meşinle, çekiçle.
Doksan bin maden işçisi gümüş çıkarıyordu
kayalardan,
merdivenler ve manzaralar çiziyordu küçük oğlanlar.
Ama kimse uyumuyordu,
ırmak olmayı istemiyordu kimse,
sevmiyordu kimse büyük yaprakları,
kumsalın mavi dilini.
East River ve Queensborough boyunca
sanayiyle boğuşuyordu genç çocuklar,
Yahudiler satıyordu ırmak tanrısına
sünnet gülünü
ve gök boşaltıyordu köprülere, çatılara
rüzgârın sürüp götürdüğü bizon sürülerini.
Ama kimse durmuyordu,
bulut olmayı istemiyordu kimse,
aramıyordu kimse eğreltileri,
sarı kasnağını davulun.
Ay doğunca
dönecek makaralar göğü allak bullak etmeye;
iğnelerden bir sınır kuşatacak belleği
ve çalışmayanları alıp götürecek tabutlar.


Küpeli Havuzu




Küpeli havuzunun akıbeti ne oldu bilmiyorum  ama bu filmle ölümsüzleşmiş. Sanki Küpeli Havuzu'nun kendisini değil de yansımasını seyrediyordum. Gerçeklikten soyut bir güzellik sanki, öyle sade öyle berrak yansımış. Huzur kaçıran hiçbir şey yok. Whitman şiirleri gibiydi, kardeşçe, sevgi dolu, ve tatlı bir erotizm de yayılırken genç bedenlerden.

Emeği geçenlerin eline sağlık.
Metin Akdemir'in notu:  Havuz geçen yil kentsel dönüşüm adı altında surici yikiminda yıkıldı ve yerine büyük bir park inşa edildi. Iyi ki filme almışız.

Yirmisekiz genç adam



Yirmisekiz genç adam kıyıda yüzüyor, 


Yirmisekiz genç adam ve hepsi de dostça, 


Yirmisekiz yıllık kadınsı yaşam ve tümü de


yalnızlık


...




Genç erkeklerin sakalları parıldadı ıslaklıktan, ve

aktı

saçlarından,

Küçük ırmaklar saçlarının her yerinden.



...


Genç erkekler yüzdüler sırtüstü, bembeyaz

karınları

güneşe açıldı, bilmiyorlardı kim sarıyordu onları
çabucak.


*
Walt Whitman'ın şiirinden
Çeviri: Can Arıkan


*
ilgili bağlantılar:

Walt Whitman / Thomas Eakins




Fotoğraflar ve resim: Thomas Eakins