DEĞİŞEN SARTRE: BULANTI'DAN SÖZCÜKLER'E




Sözcükler kitabı ile Edebiyat artık bir düşlemden başka bir şey değildir, bir nevrozdur.

Bu bir nevrozdan da öte, bir hastalık halidir -bütün gerçek hastalıklar gibi tedavi ile iyileşebilir.
Sartre, uzun zaman bunun hastalığa bir cevap, bir tedavi, bir ilaç olduğuna inandı. Hatta Bulantı'da şunları yazdı: ‘İyileştim, yazmayı bırakıyorum.” Ya da “Bulantı geçirecek gibi oluyorum ve bunu yazarak geciktiriyormuşum gibi geliyor.” Artık buna inanmaz. Hatta tersine inanır. Sözün kısası, bunun belirtilerini daha yeni sınıflandırdığı ve acilen iyileştirmesi gereken ‘uzun, acı ve tatlı bir delilik’ olduğuna inanır.

Sözcüklere karşı Sözcükler’i yazar.

Sözcükler'in adı, Shakespeare’in “Words, words, words!”undan dolayı -bunlar sadece sözcükler- Sözcükler’dir... Bu, sadece sözcük olan şeylerin saçma büyüsünden kurtulmak gerekir...

Sözcüklerde, Hugo’nun kendisine ‘etli kanlı’, çok ‘yoğun’, çok ‘gerçek’ tüm yetkisiyle “Sen de yeteneklisin... Sende yazma yeteneği var...” diyen Hoederer’e cevabının yankısını - güzel ruh Hugo’nun çaresizlikten öfke ile “Bunlar laf! Hep laf!” diye bağırmasını da işitiriz. Bir yazarın ilk yıllarının büyülü anlatısı olmadan önce, üstadın siyasette fazla uzun kalmaktan nadim olup bir Fransız çocuğun gerçek romanını verdiğini gösteren bu masum özkurgu, hatta ego-öykü çalışması olmadan önce, Sözcükler, yolunu şaşırma ile, ruh sapkınlığı ile hayata ve akla karşı bir suç ile, kısaca suçla bir tutulan edebiyatçılığa bir saldırıdır. Üstü kapalı ya da öndeyişte açıkça söylediklerini işitmezsek: Edebiyat bitmiştir:-bu kitabi  yazdımsa, bu edebiyata bir daha dönmemek üzere elveda demek içindi. Sözcükler'in davranışından hiçbir şey anlamayız, anlamlarını ve| belki gerçek güzelliklerini kaçırırız; bunları yazmanın yazara neden en az on yıl, bunca kuşkuya, kaygıya, şaşkınlık ve korku anlarına ve öyle görünüyor ki ilk defa uzun kalem tutukluklarına mal olduğunu anlayamayız.

Hem ayrıca, Sözcükler politik bir kitaptır. bütünüyle politik. Sartre: “Delilik, kişilik bozuklukları, düşlem” der. Edebiyatın ‘gerçek’ten ve dünyadan kopuk olmasını ayıplar. Fakat, gerçek alt anlam, kitabın örtük iletisi, metnin bizzat bütünü içinde örtülü biçimde söylenen, ama yan metinde, yayımlanması nedeniyle verdiği söyleşilerde çok daha içtenlikle ortaya çıkan ileti şudur: Yazarlar, hatırlarsanız Sartre’ın Edebiyat Nedir? döneminde hiç istemediği, çalışmasını anın siyasal zorlamalarına uydurmaktan, onların emrine vermekten ibaret olan yasaya uymalıdırlar. Bundan böyle, insanlar acı çekiyorlar der. Etrafımızda, çocuklar açlıktan ölüyorlar. Ve:

‘Açlıktan ölen bir çocuk karşısında Bulantı ‘hafif kalır!’


Sözcükler... Bulantı... 

Büyük ayırımın, Sartreçı kitlede büyük kopma çizgisinin burada olduğunu hep hissettim. 


Sartre & Beavuoir


Çalıkuşu Sokak

Deli eder insanı bu dünya;
Bu gece, bu yıldızlar, bu koku,
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç

Orhan Veli





Jean Paul Sartre Playing Chopin


Cunda Yürüyüş Yolu

Deniz Mezarlığı / Valery


Rüzgar çıkıyor!.. Yaşamaya dadanmak gerekir!
Sonsuz meltem kitabımın sayfalarını çevirir,
Toz toz kayalardan fışkırıp durur sular!
Uçun, hadi uçun, göz kamaştıran sayfalar!
Yıkın dalgalar! renkli sularınızı akıtın!
Yelkenlerin yemliği şu rahat çatıyı yıkın!


Çeviren: Cemal Süreya

Rüzgar uyandı. .. Artık yaşama zamanıdır!
Kitabımı bir geniş meltem açıp kapatır,
Su kayadan toz olup görünür kıyı kıyı!
Pırıl pırıl sayfalar uçuşarak gidiniz!
Yık dalga! Yık keyifli sularında ey deniz,
Yelkenin yem yediği şu asude çatıyı!

Çeviren: Sabri Esat Siyavuşgil



“Deniz Mezarlığı şiiri benim bir parçam; ben neysem, ona onu koydum. Benimkiler, oradaki tüm boşluklar. Taşıdığı ışık da, doğduğum zaman görmüş olduğum ışık.! Dizelerimin anlamı onlara verilen anlamdır, başka değil!"


DENİZ MEZARLIĞI 

Yeni Kitap:



Fotoğraf & Resim

Yeni anlatım biçimleri yumuşak bir biçimde dünyaya geliyor. Fransız ressamı, oyuncusu ve bulucusu Louis Jacques Mande Daguerre 1839’da bulunuşuna yardımcı olduğu fotoğrafı tanıtırken ondan zenginlerin eğlenebileceği bir oyuncak olarak söz etmişti. Onu tanıtan bir afişte: “Yüksek sınıf,” diye yazıyordu, “Daguerreotypie’de çok çekici bir boş zaman değerlendiricisi bulacaktır.” Herkes, herhangi bir resim çizme becerisine sahip olmadan bile, konağının ya da köşkünün resmini çıkarabilirdi. Laboratuar çalışmasının kolaylığı göz önüne alınırsa, bu uğraş hanımların da ilgisini çekecek nitelikteydi.

Bu afişte sanattan hiç söz edilmiyordu. Ama bütün Avrupacı sanatçılar hemen onun olanaklarını sezmişlerdi. Çok eski çağlardan beri yalnız onlar her türlü resimsel görüntü üretimini tekellerinde tutuyorlardı. Görsel olarak herhangi bir şeyi anlatmak ya da araştırmak isteyen biri onları es geçemezdi. Şimdi ise bir aygıt çıkmış, uğraşlarını tehdit etmeye başlamıştı. Bu araç ilk kez en otantik bir biçimde gerçeği yansıtma yeteneğine sahipti ve Daguerre afişinde belirtildiği gibi, “resmedilmeğe değer bir görüntüyü en ince ayrıntısına kadar birkaç dakika içinde kâğıda” aktarabiliyordu.

Oysa ressamlar, özellikle de 19.yy sanatçıları ta Rönesans’tan beri süren bir geleneğe uyarak kendilerine işkence edercesine bu konu, yani gerçeği en doğru biçimde yansıtma konusu üstünde çalışıyorlardı. İleri gelen ressamlar alçıdan yontular ya da çıplak modeller kullanıyorlar, hatta doğa karşısında çalışarak gerçeğe en yakın benzerliği yakalamaya çalışıyorlardı. Şimdi bunların hepsi boşa gidecekti. Birdenbire binlerce ressam ve sanatçı kendilerini Johannes Gutemberg’in 1450’de baskı makinesini bulmasından sonra el yazmalarını kopya etmekle geçinen uzmanların işsiz kalmasındaki gibi bir durumla karşı karşıya bulmuşlardı.

 Onlar da 7 Şubat 1839’da tepelerine inen bu kültür şokuna karşı kimi zaman şaşkınlık, kimi zaman boyun eğme, kimi zaman da saldırganlıkla tepki gösterdiler. Bu tarih önde gelen fizikçi Dominique François Arago’nun Paris Bilimler Akademisi’nde Daguerre ile ortağı Joseph Nicephore Niepce’nin uzun deneyler sonucu gümüşle kaplanarak ışığa karşı duyarlı kılınmış bakır plaklar üstüne düşürdükleri görüntülerle kalıcı resimler elde edebildiklerini anlattığı tarihti.

Aynı yılın 19 Ağustosunda Bilimler Akademisi’nin bir başka oturumunda ki buna Güzel Sanatlar Akademisi üyeleri de çağrılıydılar — Arago yeni yöntemin üretim biçimine ilişkin ayrıntıları anlatıyordu. Daguerre ile Niepce’ye bağlanan bir aylık karşılığı onların buluşunu satın alan Fransız Hükümeti, onun bütün dünyaya yayılmasını sağlayacaktı.

Teslim bayrağını ilk çekenlerin arasında Parisli tarih konulan ressamı Paul Delaroche vardı. Akademinin tarihsel oturumundan sonra, “Resim sanatı ölmüştür," diye bağırmıştı. İngiliz meslektaşı William Turner de optik çağın açılışına sert tepki gösteriyor, “Bu, sanatın sonudur,” diyordu. ABD'de ozan Edgar Allan Poe ilerlemeyi övenler arasındaydı. 1840’da, "Daguerretyp-plağı gerçekten nesneleri büyük bir keskinlikle yansıtmaya yarıyor. Bunu bir insanın elle çizerek başarmasına hiçbir zaman olanak yoktur,” diyordu.

FRANCİS BACON


Şiddetli olan resmim değil; şiddetli olan hayatın kendisidir.

Fiziksel şiddete maruz kaldım, dişlerim bile kırıldı. Cinsellik, insan duyguları, günlük hayat, kişisel aşağılanma (sadece televizyonu seyretmeniz yeterli) - şiddet insan doğasının bir parçasıdır. En güzel manzarada bile, ağaçlarda, yaprakların altında böcekler birbirini yer; şiddet hayatın bir parçasıdır.

Francis Bacon 
(1909 - 1992)

Doğarsın, düzüşürsün, ölürsün. Bundan daha şiddetli ne olabilir? Bir çığlık ile bu dünyaya gelirsiniz. Düzüşme özellikle erkekler arasında çok şiddetli bir olaydır ve ölüm onu söylememize gerek bile yok. Arada kendimizi korumamız için kavga ederiz, para kazanmak için her gün aptalca sebepler yüzünden aptallar tarafından aşağılanırız. Bunların arasında severiz veya sevmeyiz. Sonuçta hepsi aynıdır; zamanı ilerletirler sadece.

Resimlerim, her şeyden öte oldukça çetin geçen hayatımın bir gösterimidir. Dolayısıyla belki resmim çok şiddetli olabilir, ancak bu bana doğal geliyor. Tutkum ile hayatımı kazanacak kadar şanslıydım. Bu benim tek başarımdır. Ne verecek ahlaki dersim, ne de söyleyeceğim öğüdüm var. Nietzsche şunu söylemiştir:

"Her şey o kadar saçmadır ki, bizler olağanüstü bile olabiliriz”.

Sıradan olmaktan memnunum.

PİCASSO / Francis Bacon

Çığlık ile doğarız, yaşama bir çığlık ile gelir ve belki de bende bu, aşk, yaşama korkusu ile ölüm korkusu arasındaki bir sinek ağından ibarettir. Bu benim esas takıntılarımdan biriydi. Resmettiğim erkeklerin hepsi en uç durumlardaydılar ve çığlık onların acılarının adeta bir transkripsiyonuydu. Hayvanlar korktuğunda veya acı çektiklerinde çığlık atarlar, çocuklar da öyle. Lâkin erkekler daha ketum ve daha ürkek bu konuda. Aşırı acı durumları hariç ağlamaz veya çığlık atmazlar. Bu dünyaya bir çığlık ile geliriz ve sık sık bir çığlık ile ölürüz. Belki de çığlık insan durumunun en doğrusal sembolüdür.



francis bacon

Picasso benim resim yapmamın nedenidir. Bana resmetme dileği veren baba figürüdür. 1929’da tamamıyla devrimsel eserler gördüm; “Le Baiser” ve “Les Baigneuses”. 

le baiser, 1929

Figürler organik. Onlar “The Crucifixion”da benim ilham kaynaklarımdı. 

Three Studies for Figures at the Base of a Crucifixion


Picasso görünüş kurallarını tersine çeviren figüratif resimler yapan ilk kişiydi; geleneksel kodları kullanmadan, biçimin temsili gerçeğine saygı duymadan, biçim beyne girmeden, doğrudan gözden mideye insin diye gösterimi daha kuvvetli ve daha doğrusal yapmak için yeni bir irrasyonalite kullanan bir görünüm dile getirdi.




Bacon'ın Kütüphanesi



Bacon'ın kişisel kitaplığında yer alan kitaplar:

Author Surname Author Names Title of Publication
- Adrienne German in No Time. The Basics - in 32 Lessons
- Adrienne Spanish in No Time. The Basics -in 32 Lessons
Adachi Kenji Selected Masterpieces of Japanese Art
Adams William Howard A Proust Souvenir
Aeschylus The Oresteia. Agamemnon, The Libation Bearers, The Eumenides
Alcolea Blanch Santiago The Prado
Aldred Cyril Egyptian Art
Allain Marie-Françoise The Other Man. Conversations with Graham Greene
Allshouse Robert H. Photographs for the Tsar
Alonso Bartol           Chaves Chavarría        O'Donnell                           Terrell Carmen                   Róger                Hugh                   Peter Spanish at your Fingertips
Amis Martin The Moronic Inferno
Anastassiou Nicolaos Greek Self-Taught (Modern)
Ansen                               Jenkins (Ed.) Alan                                  Nicholas The Table Talk of W.H. Auden
Aragon Louis Paris Peasant
Archer Jeffrey A Matter of Honour
Aron                                   Schueren Van der (coordinators) Paul                       Eric Michel Leiris. Revue de l'Université de Bruxelles,  nr 1-2
Aronson Steven M. L.  Hype
Assouline Pierre L'Homme de l'Art. D.H. Kahnweiler 1884-1979
Auld (introduction)              Various authors. Alistair Glasgow Art Gallery and Museum
Austen Jane Emma
Austen Jane Persuasion, with A Memoir of Jane Austen
Avedon                               Baldwin Richard           James Nothing Personal
Ayer A.J. Ludwig Wittgenstein
Balzac de Honoré Lost Illusions
Balzac de Honoré Une Ténébreuse Affaire
Balzac de Honoré A Harlot High and Low
Barnes                                   Eliot Djuna                          T.S. Night Wood
Barthes Roland Roland Barthes par Roland Barthes
Barthes Roland Mythologies
Bartholomew John C. The World Atlas
Bataille Georges Somme Athéologique. L'Expérience Intérieure
Bataille Georges Literature and Evil
Bataille Georges La Part Maudite                                               précédé de                                                                    La Notion de Dépense
Baudelaire Charles Les Fleurs du Mal
Baudelaire Charles Curiosités Esthétiques et autres Écrits sur l'Art
Baudelaire Charles Ouvres Complètes de Baudelaire
Baudelaire Charles Écrits Intimes
Beard

Colony Room Club / Francis Bacon



Muybridge / Francis Bacon



Her zaman fotoğrafa çok ilgiliydim. Yaptığım resimlerden çok daha fazla fotoğrafa baktım. Çünkü onların gerçekliği, gerçeğin kendisinden daha kuvvetlidir. Bir olaya şahit olduğunuzda çoğunlukla onu detaylı açıklayamazsınız. Ayrıca, polis soruşturmalarında bütün şahitlerin olaya dair farklı görüşleri vardır. Hâlbuki olayı sembolize eden bir görüntüye bakarsanız; olay sanki o anda oluyormuşçasına durdurabilir ve onu daha kuvvetli bir şekilde hissedebilir, daha şiddetli bir şekilde özümseyebilirsiniz.

Benim için fotoğraf, esas olaya daha açık ve daha doğrudan ulaştırdığı için önemlidir.



 İzleme (Görülmeye değer şeye hoşlanarak bakma) kendi gerçekliğimi hayal etmeme izin verir ve bu gerçekten çıkardığım düşünce, başka düşünceleri keşfetmeme yardım eder ve bu böyle devam eder... Çalışmam bakıp aklıma kazıdığım ve sıklıkla karşıt konuları içeren birçok görüntü tarafından yaratılan bir düşünce zincirine dönüşür. Bir görüntü diğeriyle ilişki içindeyken önerilere bakarım.

Görsel bilgi hakkında esas kaynağını insan ve hayvan hareketlerini fotoğraflayan 19. yüzyıl fotoğrafçısı Muybridge'tir. Çalışmaları inanılmaz derecede kesinliklidir. Hareketin görsel bir sözlüğünü; adeta canlı bir şekilde oluşturmuştur. Orada her şey, hiçbir yetenek veya sahne olmaksızın insanların ve hayvanların hareketleri üzerine ansiklopedik bir dizge gibi sunulmuştur. Modelsiz çalıştığım için bu inanılmaz kullanışlı bir ilham kaynağıdır.


Resmin modeli: Fotoğraf




Fransız ressam Henri Toulouse-Lautrec (1864-1901),  At the Cafe Lamie (1891) resmini 
Paris’li fotoğrafçı Paul Sescau'nun bir fotoğrafından yola çıkarak yapmıştı.






Cezanne “Fontainebleu’da Eriyen Karlar” (1880) 
resminin konusunu bir fotoğraftan alır.

Portre / Francis Bacon




Study for George Dyer


 Francis Bacon: Bir şeyden resimleme (illustration) olmayan bir görüntü yaratma olasılığından söz ederken, sanırım fazla konuştum. Çünkü, kuramsal olarak, imgenin us-dışı (irrational) imlerden oluşmasını arzulamama karşın, kafanın ve yüzün bazı bölümlerini yapmak için resimleme, kaçınılmaz olarak, işin içine giriyordu. Aksi halde, yalnızca soyut bir desen elde edilirdi. Belki de söylediklerim, gerçekleştirilmesi olanaksız kuramlarımdan biri. Göz, kulak gibi şeyleri koymak gerekiyor kuşkusuz. Ama, yine de elden geldiğince us-dışı bir biçimde. Ve bu usdışılığın tek nedeni şu: eğer başarıya ulaşırsa, salt görünüşü resimlemekten çok daha güçlü bir biçimde aktarılıyor imge. Görünüşün resmini dünyanın her yanındaki milyonlarca sanat-okulu öğrencisi de yapabilir. Ama bu dediklerimin gerçekten aşırı ve olanaksız bir kuram olduğunu kabul etmeye hazırım.

David Silvester:  Örneğin, o sevdiğin “Isabel Sokakta” tablosuna baktığımda, apaçık resimleme olan imlerle, çağrıştırıcı us-dışı imlerin başarılı bir karışımını görüyorum gerçekten. O resimde her iki amaca da hizmet eden imler var değil mi?

FB: Evet, kesinlikle öyle: ikisinin karışımı.

DS: Peki, portre kadar modele bağlı (specific) bir şeyde, bundan başkası mümkün mü?

FB: Birisi çözümü bulana dek, mümkün değil.

DS: Portre çalışırken, resmin son derece canlı ve güzel geliştiği, ama bu arada portrenin modele benzerliğini yitirmeye başladığı olur mu bazen?

FB: Çoğu kez olan budur.





Study for a Portrait of Francis Bacon (John Maybury, 1998)

Love Is the Devil: Study for a Portrait of Francis Bacon (1998)


*
bak:

Fotoğraf ve Bacon / Deleuze



Bacon fotoğrafa hayrandır (etrafını fotoğraflarla çevirmiştir, modelin fotoğraflarından yola çıkarak, ve başka fotoğraflar da kullanarak portreler yapar; fotoğraftan yola çıkarak yapılmış eski tabloları inceler; ama “kendisi, fotoğrafa karşı olağanüstü bir vazgeçmişlik içindedir...), Öte yandan, fotoğrafa hiçbir estetik değer yüklemez ('Muybridge’in fotoğrafları gibi, bu açıdan hiçbir tutkusu olmayanları seçer: özellikle radyografileri, tıbbı raporları, baş dizileri içinse fotomattan çıkanları sever. Kendi fotoğraf aşkında, fotoğrafa meyletmesinde ise belirgin bir bayağılık bulur...) Bu tavrı nasıl açıklamalı? Şöyle ki figüratif veriler başta inanılmayacak kadar karmaşıktır. Kuşkusuz, bunlar görme biçimleridir: Bu sıfatla bunlar, illüstratif veya naratif röprodüksiyonlar, temsillerdir (fotoğraflar, gazeteler). Ama şimdiden, iki biçimde işleyebildiklerini görüyoruz, benzerlik ya da uzlaşım, analoji; veya kod biçiminde. Hangi şekilde işlerlerse işlesinler, bunların kendileri bir şeydir, kendilerinde varolmaktadırlar: Bunlar, sadece görme biçimleri değildir, gördüklerimiz bunlardır ve sonunda, bunlardan başkasını görmeyiz.


Fotoğraf kişiyi veya peyzajı, gazetenin olayı yaptığının söylendiği anlamda yapar (sadece anlatmakla yetinmez). Gördüklerimiz algıladıklarımız fotoğraflardır. Fotoğrafın en büyük yararı, gerçekçi değilmiş gibi gösterilen imgelerin “hakikatini” dayatmasıdır. Bacon’ın bu harekete karşı tepki gösterme gibi bir niyeti yoktur, aksine ona kendini zevkle teslim eder. Fotoğraflar ona, Lucretius’un simülakrları gibi, her parçayı ve her zihni doldurmak için gökler ve çağlar aşarak, uzaklardan gelmiş gibi gelir. Demek ki Bacon fotoğrafların bir görünüm altındayken oldukları şeye, kendilerini göze dayatmalarına, ve gözü tamamen kontrol altına almalarına karşı çok hassas olduğundan dolayı, fotoğraftan basitçe figüratif olmakla, yani bir şeyi temsil etmekle eleştirmez. Demek ki fotoğraf, estetik savlar öne sürebilecek bir şeydir, bu bakımdan resimle rekabet edebilir: Bacon buna hiç inanmaz çünkü fotoğrafın duyumsamayı tek bir düzeyde ezmeye meylettiğini ve duyumsamanın içine kurucu düzey farkını koymaktan aciz olduğunu düşünür. Ama fotoğraf bunu başarır, Ayzenştayn'ın sine-imgelerinde veya Muybridge’in foto-imgelerinde olduğu gibi, bu da ancak klişeyi dönüştüre dönüştüre veya Lawrence’ın dediği gibi imgeyi hırpalaya hırpalaya olabilecektir. Bu, sanatın bundan yola çıkarak ürettiği gibi bir biçimsizleştirme olmayacaktır (Ayzenştayn’ın imgesi gibi mucizeler hariç). Kısacası fotoğraf, yalnızca figüratif olmayı bıraktığında dahi, veri sıfatıyla, “görülen şey” sıfatıyla - resmin tersine - figüratif olarak kalır.



ET (MEAT) / Francis Bacon

Et hayattır! Bedenleri, kırmızı eti resmettiğim gibi resmediyorsam, bu onu çok güzel bulduğum içindir. Başka birisinin bunu gerçekten anladığını zannetmiyorum. Kasabın camında gözüken but, domuz eti, dil, sığırın parçaları; ölüm; hepsini çok güzel buluyorum. Ve hepsi satılık- ne kadar gerçeküstü!

Bacon'ın stüdyosundan

Sık sık insanı sonunda dönüştüğü hayvana iten kazanın diğer hayvanların da- örneğin aslanlar ve sırtlanlar- başına geldiğini, ancak insanın bir primat olarak kaldığını düşünüyorum. Ne olabilirdi? Bu çok garip, bunun hakkında hiç bir şey okumadım, ne Darwin’den, ne de başkasından. Belki de bu bilim kurgu ama çok ilginç. Kasap dükkânında onları izleyen kürk giymiş sırtlanlar karşısında asılmış erkekler olarak hayal ediyorum. Bu erkekler ayaklarından asılmışlar veya yahni ya da kebap için doğranmışlar.

Hepimiz etiz. Bu gezegenin bütün sakinleri etten oluşmuştur ve çoğu da etoburdur. Ve düzüşme, bir eti yaran başka bir et parçasından ibarettir. Bizim etimizle bir öküzün veya bir filin eti arasında fark yoktur.


bak: 

Francis Bacon Chronology


Francis Bacon's Life Mask


Clive Barker, 
Francis Bacon's Life Mask (1969)


 On beş ya da on altı yaşımdayken bir köpeğin işediğini görmüştüm ve o anda öleceğimi anladım. İnsanın yaşamında bilhassa önemli bir zorluk olduğunu düşünüyorum; o da gençliğin sonsuza kadar sürmeyeceğini keşfettiğiniz andır. Bunu o gün anlamıştım. O günden itibaren her gün ölüm hakkında düşündüm.


Bu kadar yaşlı olsam da, bu beni erkeklere bakmaktan alıkoymuyor; sanki bir şey olacakmış gibi, sanki yaşam yeniden başlayacakmış gibi, akşamları dışarı çıktığımda sanki sadece elli yaşımdaymışçasına flört ediyorum. Motorlarımızı değiştirebilmemiz gerekli.

Ebediyet sanatçının ayrıcalığıdır. Tutku sizi genç kılar, tutku ile özgürlük o kadar cezbedicidir ki. Resim yaptığım zaman ölümsüzüm; sadece resim yapmanın zevkini veya zorluğunu yaşarım.

Francis Bacon speaks about gambling, life and death