DEĞİŞEN SARTRE: BULANTI'DAN SÖZCÜKLER'E




Sözcükler kitabı ile Edebiyat artık bir düşlemden başka bir şey değildir, bir nevrozdur.

Bu bir nevrozdan da öte, bir hastalık halidir -bütün gerçek hastalıklar gibi tedavi ile iyileşebilir.
Sartre, uzun zaman bunun hastalığa bir cevap, bir tedavi, bir ilaç olduğuna inandı. Hatta Bulantı'da şunları yazdı: ‘İyileştim, yazmayı bırakıyorum.” Ya da “Bulantı geçirecek gibi oluyorum ve bunu yazarak geciktiriyormuşum gibi geliyor.” Artık buna inanmaz. Hatta tersine inanır. Sözün kısası, bunun belirtilerini daha yeni sınıflandırdığı ve acilen iyileştirmesi gereken ‘uzun, acı ve tatlı bir delilik’ olduğuna inanır.

Sözcüklere karşı Sözcükler’i yazar.

Sözcükler'in adı, Shakespeare’in “Words, words, words!”undan dolayı -bunlar sadece sözcükler- Sözcükler’dir... Bu, sadece sözcük olan şeylerin saçma büyüsünden kurtulmak gerekir...

Sözcüklerde, Hugo’nun kendisine ‘etli kanlı’, çok ‘yoğun’, çok ‘gerçek’ tüm yetkisiyle “Sen de yeteneklisin... Sende yazma yeteneği var...” diyen Hoederer’e cevabının yankısını - güzel ruh Hugo’nun çaresizlikten öfke ile “Bunlar laf! Hep laf!” diye bağırmasını da işitiriz. Bir yazarın ilk yıllarının büyülü anlatısı olmadan önce, üstadın siyasette fazla uzun kalmaktan nadim olup bir Fransız çocuğun gerçek romanını verdiğini gösteren bu masum özkurgu, hatta ego-öykü çalışması olmadan önce, Sözcükler, yolunu şaşırma ile, ruh sapkınlığı ile hayata ve akla karşı bir suç ile, kısaca suçla bir tutulan edebiyatçılığa bir saldırıdır. Üstü kapalı ya da öndeyişte açıkça söylediklerini işitmezsek: Edebiyat bitmiştir:-bu kitabi  yazdımsa, bu edebiyata bir daha dönmemek üzere elveda demek içindi. Sözcükler'in davranışından hiçbir şey anlamayız, anlamlarını ve| belki gerçek güzelliklerini kaçırırız; bunları yazmanın yazara neden en az on yıl, bunca kuşkuya, kaygıya, şaşkınlık ve korku anlarına ve öyle görünüyor ki ilk defa uzun kalem tutukluklarına mal olduğunu anlayamayız.

Hem ayrıca, Sözcükler politik bir kitaptır. bütünüyle politik. Sartre: “Delilik, kişilik bozuklukları, düşlem” der. Edebiyatın ‘gerçek’ten ve dünyadan kopuk olmasını ayıplar. Fakat, gerçek alt anlam, kitabın örtük iletisi, metnin bizzat bütünü içinde örtülü biçimde söylenen, ama yan metinde, yayımlanması nedeniyle verdiği söyleşilerde çok daha içtenlikle ortaya çıkan ileti şudur: Yazarlar, hatırlarsanız Sartre’ın Edebiyat Nedir? döneminde hiç istemediği, çalışmasını anın siyasal zorlamalarına uydurmaktan, onların emrine vermekten ibaret olan yasaya uymalıdırlar. Bundan böyle, insanlar acı çekiyorlar der. Etrafımızda, çocuklar açlıktan ölüyorlar. Ve:

‘Açlıktan ölen bir çocuk karşısında Bulantı ‘hafif kalır!’


Sözcükler... Bulantı... 

Büyük ayırımın, Sartreçı kitlede büyük kopma çizgisinin burada olduğunu hep hissettim. 



Kesinlikle iki Sartre okuyucuları ailesi olduğunu hep düşündüm. Onun Sözcükler yanı Guermanteları, Bulantı yanı Meseglise'i. Sanatçı yanı ve metafiziksel, edebi, siyasal nedenlerle içindeki sanatçıyı öldürmeye karar veren kişi. Bunu Sartre da doğrular. Bulantıya kininden Sözcükler'i yazdığını söyler. Sözcükler'in, Bulantının geriye dönük, politik yargılamasının yapıldığı bir kitap olduğunu apaçık söyler. Bu iki an varsayımını Sözcükler de onaylar. Toplumsal dayatmalara aldırmadan, topluluk buyruklarına karşı isyankâr, şaşaalı ve dahice edebiyata giriş. Çocuklar açlıktan ölüyorlar mı? Evet ama buna edebiyat ne yapsın? Elinden ne gelir? Sonra Sözcükler'le bir çıkış bulur; insanlığa yukarıdan bakan sahte peygamberlerin değil, gerçeğinin ciddiyetine, devrimci hümanizmasına, insan sevgisine geçer, dolayısıyla, bir yandan “Gerçek anlamda edebi bakış açısından yaptığım en iyi şey” demeyi sürdürdüğü Bulantıyı ‘hafif gelmekten’ suçlu bularak mahkûm eder.

Flaubert’den bu yana, yenilikçiler iki esenlik biçiminden birini seçmek zorundaydılar. Tanrının ölümü dönemi, Nietzsche ama tasarısını Sartre’a aktaran Gide ve onun radikal ateizminin dönemi, Sanatla selamet ile, siyasetle selamet arasında bocalıyordu. Flaubert ya da Mallarme ya da Iena’da Atheneum ve onun ‘görünmez kilise’ düşleri gibi, sanat kâh sürekli bir yükseliş, kâh bir olayın hayaleti ve aslında bir mutlak yapılıyordu: Şiir ne mi anlatıyor? Hiçbir şey! Bir şey demiyor, yapıyor! Dile getirmiyor, eyliyor! Ona sorulacak tek soru, neden söz ettiği değil, orada tam olarak neler olduğudur; her şiir bir Isa’dır, kitap, ateist burjuvalar için bir mutlaktır. Kâh, tersine, düşünce için ancak olaylarda, gerçek olaylarda, olayların siyasal boyutunda ve onları değiştirme olgusunda geçit olduğu düşünülürdü. O zaman, Marx gibi, Hegel gibi, onlarla birlikte entelektüeller dünyayı yeterince ‘yorumladılar’, dünyayı ‘değiştirmenin’ zamanı geldi diye haykıranlar gibi,'Sözün her şeyin en sonu olmasının söz konusu olmadığı -başlangıçta olmuş olmasına denecek bir şey yok- düşünülüyordu ama en nihayetinde, olayların değil, Sözün galip gelmesi, işte bu kabul edilemez. Sartre, İkincisinin yanında yer alır. Daha önce, birincisini seçmişti. Uzun süre, Sanatın bir mutlak, her türlü olasılıktan ve dünyadan kopmuş, aklanmış olduğuna inananlardan oldu. Bir dönem, Malraux gibi ama öncü Barres gibi de, hayatını ve esenliğini kitaplara düşkünlük ve devrim arzusu üzerine oynamayı bile denedi. Ama şimdi kesin kararını verdi. Sanata karşı devrimi seçer. Hatta Sanat devrimin hizmetinde olacaktır. Edebiyat Nedir? döneminde bir kez daha reddettiği, kötü ün yapmış Edebiyat Nedir?'e göre, Sözcükleri bir gerileme olarak gösteren olasılık. Sartre, durmadan, özellikle kitabın Rusça çevirisine önsözde haberini verdiği, Sözcüklerin bir devamı olacak o özyaşamöyküsünü neden yazmadı? Çünkü gereksizdi. Çünkü gereksiz bir yineleme olacaktı. Çünkü, Sözcükler, içlendiren, sevimli dış görünüşü altında zaten siyasal bir kitaptı; çünkü Sartre’ın görüş değiştirmesinin gerçek romanını -Sanata karşı nasıl sonsuza kadar siyaseti seçtiğini- bu kitapta keşfeder ve anlatır.



***

Bernard Henry Levy
SARTRE YÜZYILI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder