FRANCIS BACON
Erken-gelişmiş bir sanatçı olan Bacon’un arkasında uzun bir sanat yaşamı vardır şimdi. Ne var ki, kendisi, kırk beşinden önce (Bacon 1909 doğumlu olduğuna göre, 1954'ten önce yani) değerli herhangi bir yapıt vermediğini söylemiş, hatta bir söyleşide, resme otuz yaşından sonra başladığını iddia etmiştir. Oysa, Paris'te geçirdiği 1927 yılında (on sekiz yaşında) suluboya çalıştığı, 1929 sonlarında yağlıboyaya geçtiği ve resimlerini ilk kez 1930'da, Londra'daki atölyesinde sergilediği bilinmektedir. Bacon'un, 1944 öncesinde yaptığı bütün resimlerini yok ettiği söylentisi vardır. Ama, Bacon'un bu ilk Çalışmalarını gizleme isteği, özyaşamöyküsünde anlamsız bir karışıklık yaratma çabası değildir. Kronolojik kayıtları “yalanlama"sı, önemli bir psikolojik ve sanatsal gerçeğe, yani Bacon'un sanıldığı gibi “erken gelişmiş" olmayıp, aslında “geç-gelişmiş” olduğuna işaret eder.
Çoğu sanatçı, tüm yaratısına canı gönülden sahip çıkar; başından beri yaptıklarını haklı göstermeye uğraşır. Yalnızca Ingmar Bergman ve Bacon gibi, orta veya daha geç yaşta varlıklarının derinlerine şaşırtıcı dalışlar yapmış olan bazıları, ilk çalışmalarını reddetme lüksüne sahiptirler. Bergman, örneğin, ancak kırkına doğru az çok değer taşıyan filmler yapmaya başladığını söylemiştir. Bergman'ın delikanlılık çağında bile başarılı bir senaryo yazarı ve tiyatro yönetmeni olduğu, ve “değersiz” diyerek geçiştirdiği dönemde ilk on filmini yaptığı düşünülürse, bu “kendini-inkâr” daha da ilginç gelir. Çoğu sanatçı, yazar, film yönetmeni vb. en özgün çalışmalarını meslek yaşamlarının başlarında/ortalarında yapar ve sonra, kendilerini yinelemeye veya düzenlemeye başlarlar. Bacon ise, Bergman gibi, ancak orta-yaşta gerçek bir atak yapan, sonra da gelişmeyi ve şaşırtmayı sürdüren ender sanatçılardandır. (Bu tür kişilerin, Bacon ve Bergman’ın da olduğu gibi, orta-yaş ve sonrasında genç görünüşlü kalmaları ilginçtir.)
Bacon, yaşayan bir ressamın görebileceği en büyük kabulü görmesine karşın, çoğu kimse için “tehlikeli” olabilecek bir konuma sürüklenmemiştir. Bunda, kendini koruyabilecek kadar kültürlü, karmaşık ve insan olarak kapalı olmasının payı yardır. Bacon, önde gelen çağdaş ressamlar arasında en az “taşralı” olandır. Onun Ingiliz olduğuna nerdeyse hayret eder insan: ama Ingiltere’den gerçekten büyük, iddialı, safkan bir sanat çıkacağına ihtimal verilmemesinden değildir bu sadece. Bacon, özellikle uluslar-üstü, nerdeyse “ideal Avrupalı”dır. Amerika’da veya Fransa’da doğmaması onun lehine olmuş; II. Dünya Savaşı öncesinde Paris’in, şimdi de New-York’un “Dünyanın Sanat Merkezi olma” iddialarının getirdiği o yobaz kendini-beğenmişlikten kurtulmuştur. Yaşamının çoğunu Londra’da geçirmiş ve mitleştirilmiş Eski Dünya değerleri (incelmişlik, bilgililik vb.) ile Yeni Dünya değerleri (dinamizm, saflık vb.) arasında seçim yapma baskısından bir ölçüde uzak kalabilmiştir.
Bacon’a gösterilen tüm kabule karşın, ondan daha az yetenekli birçok ressam çağdaş resimde daha etkili olmuştur, Ama Bacon, geleneksel anlamda “büyük” olan, Batı resminin “usta” larıyla (Michelangelo’yla, Tiziano’yla, Raphaello’yla, Goya’yla) yakınlıkları olan belki de tek ressamdır. Bundan ileri gelir yapıtlarının cüreti. Aynı zamanda yoğun acısı, kıvranması. Bacon’un yapıtları öylesine kişisel, öylesine kendine özgü, öylesine güçlü görünürler ki, şimdiden bir klasik olmuştur Bacon. Geleneği sürdüren ressamların sonuncusu olarak, Bacon, çağdaş resmin hem merkezinde (yapıtlarının kalitesi ve bütünlüğünden ötürü), hem de kenarındadır (yapıtların yetkesi, eksizliği, kesinliği, içselliği ve umutsuzluğundan ötürü).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder