Erotizm

"Love looks not with the eyes but with the mind.” 

Bir Yaz Gecesi Rüyası, 
Perde I, Sahne 1.


Benim görüşüme göre eş, kişi ya da özne olarak değil, O (erkek ya da dişi) nesne olarak vardır, özü içinde taşır. O bir nesnedir, daha doğrusu bir nesneye dönüşmüştür.

 Gerçekte, eş yoktur. O (erkek ya da dişi) bir yaratımdır, maddeleştirilmiş erotik bir görüntüden başka bir şey değildir. Mastürbasyonda olduğu gibi, bizim kendi cinsel ben’imiz “eş”i (erkek ya da dişi) yaratır. Ama cinsel imgelem hiçbir zaman ne tamamen açımlanmış bir durum, ne de eksiksiz bir kişi yaratamaz. Düşlenmiş ve arzu duyulan erotik eşin yalnızca parçaları yaratılır ve algılanır. Kırılmış bir heykeli bulduğumuzu ve parçalarını bir bir incelediğimizi düşünelim: gövde, kollar, bacaklar, baş ya da karın — hepsi bağımsız nesneler.

Aynı şey cinsel bir eylemin tamamlanmış erotizmi için de geçerlidir. Karanlıkta, beden parçalara ayrılır, hepsi bağımsız birer varlık olan çeşitli nesnelere bölünür. Onları benim için var eden şey, dokunma duyumdur.

Dokunma, sınırlı bir duyudur. Görme duyusunun tersine, bütün kişiyi kuşatmaz. Dokunma duyusu her zaman parça parçadır, ayrıştırır. Dokunma duyusuyla keşfedilmiş bir beden hiçbir zaman bir bütün oluşturmaz, bir arada yaşayan, birbirine dokunan, ama birleşmeyen parçalar toplamıdır. Daha kesin olmak gerekirse, parçalar birbirleriyle ilişki içinde olmayı sürdürür, ama bir biçim ya da bir yapı oluşturmaz diyebiliriz.

Karanlıkta, beden parçalara ayrılır. Karanlık sözcüğünü eğretilemeli bir anlamda kullanıyorum. Erotizm karanlığa dalmak demektir, eylem güpegündüz gerçekleşse bile.


Eylem sırasında, görme ve dokunma duyuları parçalar halindeki duyulara dönüşür. Görme duyusu, bedenin bir parçası üzerine yoğunlaşır: Gözlere, ağıza ya da alına, enseye ya da karına. Eşin bedeni farklı bir perspektiften, alışılmadık açılardan, büyüleyici büyük planlardan gizlerini açığa çıkarır. Bu önemlidir, fotoğrafla büyütülmüş olarak gördüğümüz, parçaları bize yeni duyumlar veren iyi bilinen tablolarda olduğu gibi. Görme (ya da dokunma) duyusuyla kavranılan beden parçaları, aşk eylemi sırasında bağıntısız ve dağınık durumdadırlar. Gözler açılır, sonra kapanır: yaklaşınca büyüyen bedenîn bir parçası gözden kaçar.

Büyük bir ekranda olduğu gibi, görsel yakınlaşma, kendi bedenimizin ve eşin bedeninin boyutlarını değiştirir. Gulliver'in devler ülkesine ikinci seyahatinin kimi sahnelerinde rastlanan görüntüler de, yaklaşmanın neden olduğu biçim bozukluğuyla korkunç kılınmış bu tür görüntülerdir. Bu devler cinsel anlamlar taşımaktadırlar; Swift onlar aracılığıyla, insanın bedensel görünümüne duyduğu nefretin bir parçası olan kadınlara duyduğu tiksintiyi dile getirir. Büyük planlarda, dokunmanın o büyük bayramlarında, beden boyut değiştirir.


O sırada beden ayrıştırılmış, atom düzeyine indirgenmiş, istila edilmiş, içten dokunulmuş gibi olur. Beden yapışkan, kuru, pürtüklüdür; ıslaklığı ve sıcaklığı vardır. Dokunma duyusu kaslara ve dokulara, eklemlere ve kıkırdaklara değer kazandırır. İskelete, kemiklere işler, onları hiçlikten çıkarır, duyulara ve bilince teslim eder; kendi bilincimize ve eşin bilincine. Parmaklar derinin altına işler sanki. O ana dek bir taş gibi olan bedenin içi, artık varolmaya başlar. Dokunma duyusu ayrıştırır ve yaşam verir. Ama bu durumda bile, dokunma duyusu parçalı yapıyı değişikliğe uğratmaz, bütün kişiyi yaratmaz; daha iyisini de yapamadığından tamamen farklı bir kişi ortaya çıkarır. Dokunma duyusunun erotik “uzam”ı, görme duyusunun üç boyutlu alanı içinde değildir. Onun, kuşkusuz tat ve koku alma duyularının “uzman” larına en yakın olan ve görme duyusundan daha yoğun olan “uzmanın"da birçok duyu karşı karşıya gelir. Beden, ters çevrilmiş bir eldivene dönüşür; içerden keşfedilmiş ve algılanmıştır.


Erotizmde, dilin (söz) işlevi de değişir. Dil, köklerini bulur yeniden ve doğduğu ana geri döner. Boğumlanmamış ise (tane tane söylenemiyor ise), bir çığlık ya da ses taklididir, nesnelerin ve hareketlerin adını öğrenmeye başlar gibidir. Eğer boğumlanmışsa, o zaman işlevi büyülüdür ya da büyünün işlevini andırır. Bir kavram ve bir nesne, bir işaret ve bir şey arasındaki fark görünmez olur ya da kaybolur. Dil harekete dönüşür, büyüde olduğu gibi, yalnızca sözle bir şeyi ya da bir hareketi yaratır ve ona sözcüklerle nitelikler verir. Bu erotik dil, daha doğrusu alt-erotik, tabuları sürekli yıkar. Çünkü tabular, dilin alanında çok uzun süre kalmakta direnirler; hemen her zaman, bir şey ve onun adı arasındaki ilişkilerin büyülü olduğu bir çağın kalıntılarıdır onlar.

Erotizm bir tanıma eylemidir her zaman; bu eylem sırasında beden ayrıştırılır ve duyular karşılıklı olarak birbirlerini denetlerler. Görme, dokunma duyusunun kimi işlevlerini edinir ve aynı şekilde dokunma da görme duyusunun. Erotizm, görme duyusundan dokunma duyusuna, dokunma duyusundan görme duyusuna sürekli bir yol alıştır; eşin varoluşunun sürekli yeni baştan tartışılıp, kanıtlanması gerekirmiş gibi. Erotik imgelemin yarattığı eş, görme ve dokunma duyusunun iç içe geçmiş alanlarında bütün olarak varolur. Ters çevrilmiş eldivendir o. Bu, hem gerçek eşi, hem de imgelemdeki eşi, hem tamamlanmış bir eylemdeki eşi, hem de düşsel bir eylemdeki eşi ilgilendirir. O halde Chıaromonte hem haklıdır, hem değil. Gerçekte, dört kişi birlikte yatıyorlar: gerçek İki sevgili ve düşsel iki eş; iki beden ve iki eş, imgelemin ve arzunun ürünleri, birbirlerinden doğmuş.

Erotizm, insanın kendi yarattığı eşi sınamadan geçirir. Bu sınav süresince, beden son sözü söyleyecek olan mahkeme ve yüce yargı olacaktır, kendi bedenimiz ve eşin bedeni. Çünkü kendi bedenimiz de dışarıdadır; onu sınamadan geçirmek ve eşin bedeni gibi deneye tabi tutmak gerekir. Kendi bedenimiz de bir nesnedir. Bedenimiz, zevk verip alabilen bir araçtır. Zevk sınırlanabilir, böylece ondan uzaklaşılabilir. Ama erotizmin çelişkisi ve hüznü, eksiksiz gerçekleşmesinin olanaksız olduğu gerçeğinde yatar. Sınamadan geçirme ancak eylem sürdüğü sürece olabilir. Bu sahiplenmenin anlamıdır, Ama eylem sona erdiği anda, eş (erkek ya da dişi) ve bedeni yeniden birbirinden ayrılır. Beden yeniden bir yabancı olur, benim için yaşayacağı yerde kendi için yaşar. Eşler, gerçek ve yaratılan, biten eylemin eşi ve düşsel eş yeniden belirsizleşir. Deneye yeniden başlamak gerekir ki bu da ancak yeni bir birleşmeyle, bedene yeni bir çağrıyla mümkün olabilir. Çünkü beden bir özdür ve bedenden başka hiçbir öz yoktur. Ama yalnızca kısacık bir an boyunca bir özdür. Eş bir kez daha kaçar ve sürekli olarak bedene indirgenemez artık. Kuşkusuz bu tüm tutkuların başarısızlığa uğrayışının nedenidir, aynı zamanda aşk dediğimiz olayın başarısızlığının da.


Jan Kott
Çeviren: Sosi Dolanoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder