Kulübe Güncesi: İzler

 Eski çay evlerinin mimarları ahşabı cilalamaz ya da parlatmaz, onun yaşlandığını görmekten hoşlanırmış, çünkü geçen yılların ahşap üzerinde bıraktığı izler her şeyin geçici olduğunu hatırlatırmış onlara. Alain de Botton'ın Mutluluğun Mimarisi kitabını okuyordum...

"Budist yazılara göre, insanın ahşap ya da taş üzerindeki kusurlara tahammül edemeyişi, onun insan yaşamına özgü zorlukları kabullenemeyişinden kaynaklanır. İnsanın yaşadığı hayal kırıklıklarının, çöküşlerin aksine mimaride kullanılan malzemelerin (geçmişte ahşap ve taşın, günümüzde ahşap ve betonun) üzerinde oluşan kusurlar o malzemenin yavaş yavaş onurundan ve zarafetinden bir şey yitirmeksizin yaşlandığını gösteren izlerdir. Bu malzemeler cam gibi kırılıp binlerce parçaya ayrılmaz, kağıt gibi yırtılmaz, yalnızca melankolik ve asil bir edayla renk değiştirir."

Kulübe Güncesi: Ahmet Kaya

 


Kim ne derse desin, ben çok içince Ahmet Kaya dinlerim.

Kulübe Güncesi: Davet

 


Kağıtlarımı koyduğum masa dışında ne bir kilidim ne de sürgüm var, kapı ya da pencere mandallarını takabileceğim bir çivi bile yok evimde. Gece ya da gündüz, günlerce evde olmasam bile, bir sonraki güz Maine ormanında iki hafta kaldığımda bile kapımı asla kilitlemedim. Yorgun bir gezgin evimde dinlenebilir, ateşin karşısında ısınabilirdi, edebiyata ilgi duyan biri masamdaki birkaç kitabı okuyup güzel zaman geçirebilirdi, meraklı biri dolabımı açıp yemeğimden kalanları ve akşam yemeği olarak ne yiyeceğimi görebilirdi.

- Walden

Kulübe Güncesi: Thoreau'nun Alternatif İktisadı

 



Henry David Thoreau ile oturup bir bira içmek nasıl olurdu diye düşünürüm bazen. Gerçi bira içeceğinden de pek emin değilim. Onun yerine göletten su içmeyi; gürültülü, karanlık, aşırı kalabalık bir barda oturmaktansa sarhoş edici bir sükûnet içinde, ay ışığının aydınlattığı ormanda gezinmeyi teklif ederdi belki. Bir başına kalmayı istediği bir anında ise eğer, onu kendi haline bırakıp gitmemi de söyleyebilirdi pekâlâ. Hal böyleyken, gözümü korkutacak olsa da, böyle güzel, zorlayıcı ve kışkırtıcı kitaplar ve makaleler yazdığı ve hem bana hem de başkalarına böylesi bir ilham kaynağı olduğu için ona teşekkür etme fırsatım olmasını isterdim. Tabu ki böylesi bir fırsata asla sahip olamayacağım; hal böyleyken en azından bu eseri ona ithaf ederek saygılarımı sunmak istiyorum.

*
Thoreau'nun Alternatif İkitsadı
Samuel Alexander

Kulübe Güncesi: Thoreau'nun Günceleri

 October 22, 1837.

“What are you doing now?” he asked; “Do you keep a journal?” 

So I make my first entry to-day.


Linkler: 

Journal I: 1837 - 1846














Kulübe Güncesi: Walden Wasn’t Thoreau’s Masterpiece

in late 1849, two years after henry david thoreau left walden pond—where he had lived for two years, two months, and two days in a cabin that he had built himself—he began the process of completely reorienting his life again. his hermit-style interlude at the pond had attracted quite a bit of attention in his hometown of concord, massachusetts. “living alone on the pond in ostentatious simplicity, right in sight of a main road,” his latest biographer, laura dassow walls, writes, “he became a spectacle,” admired by some and belittled by others. thoreau’s subsequent life change was less conspicuous. yet it engaged him in a quest more enlightening and relevant today than the proud asceticism he flaunted throughout walden, a book that has never ceased to inspire reverence or provoke contempt.

what the 32-year-old thoreau quietly did in the fall of 1849 was to set up a new and systematic daily regimen. in the afternoons, he went on long walks, equipped with an array of instruments: his hat for specimen-collecting, a heavy book to press plants, a spyglass to watch birds, his walking stick to take measurements, and small scraps of paper for jotting down notes. mornings and evenings were now dedicated to serious study, including reading scientific books such as those by the german explorer and visionary thinker alexander von humboldt, whose cosmos (the first volume was published in 1845) had become an international best seller.

thoreau’s real masterpiece is not walden but the 2-million-word journal that he kept until six months before he died. its continuing relevance lies in the vivid spectacle of a man wrestling with tensions that still confound us. the journal illustrates his almost daily balancing act between recording scrupulous observations of nature and expressing sheer joy at the beauty of it all....


Andrea Wulf'un yazısı için: 

https://www.theatlantic.com/magazine/archive/2017/11/what-thoreau-saw/540615/

Kulübe Güncesi: Journals

Thoreau 40 Journals in Chronological Order / Abelardo Morell




WALDEN'DAN SONRA III

“I wanted to know the name of every shrub.”

Andrea Wulf'un Walden Wasn't Thoreau's Masterpice (2017) başlıklı bir yazısını okudum. Thoreau'nun gerçek şaheserinin Walden değil, ölmeden altı ay öncesine kadar sakladığı 2 milyon kelimelik günlüğü olduğunu söylüyor. 8 Kasım 1850'den sonra Thoreau günlüğünü daha önce hiç olmadığı gibi kullanmaya başlamış. "Günlük yürüyüşü sırasında fark ettiği ve düşündüğü her şeyi yazmaya başladı ve ertesi gün aynısını yaptı ve iki gün sonra ve ondan birkaç gün sonra ve ertesi gün, sayfaları sanki yürürken yazıyormuş gibi bir bilinç akışıyla dolduruyordu: "Kopardım", "Duydum", "Dün gördüm", "Farkettim. ... "Ve zihni gerçekten sarsan da bu. Bu noktadan sonra, Thoreau bunu yapmayı asla bırakmadı - ölünceye, kalem tutamayacak kadar zayıf düşünceye kadar."

“We must look a long time before we can see,”

Wulf bu bilgileri kapsamlı bir Thoreau biyografisinin ve Thoreau’s Turn to Science kitaplarının yazarı olan Laura Dassow Walls'tan aktarmış. Thoreau'nun günlükleri sistemli bir şekilde yazmaya başlamadan önce bile kuşların şarkıları, cırcır böceklerinin cıvıltısı, tilkinin dikkatsiz temposu, misk kokusu, balık yüzgeçlerinin "rüya gibi hareketleri" gibi çeşitli gözlemlerle doludur.

“the true man of science … will smell, taste, see, hear, feel, better than other men.”
("Massachusetts'in Doğal Tarihi" / Thoreau)


1851'de yaprakların dökülme ve çiçeklenme zamanlarının uzun listelerini derlemeye başlar ve yaz geldiğinde, Thoreau artık günlüğünü "mevsimlerin kitabı" olarak düşündüğünü yazar. 
(“a book of the seasons.”)

Kulübe Güncesi: Everett Ruess

 


 Beni her zaman büyüleyen bu masalsı fotoğraf yirmi yaşında Utah'taki Davis Kanyonu'nda kaybolan ve bir daha haber alınamayan genç Everett Ruess'in. Bıraktığı son iz taşlara kazıdığı son ismi: Nemo. (Lat. Hiç kimse)

"Bir daha ne zaman medeniyete döneceğime gelecek olursak, bunun yakınlarda olacağını hiç sanmıyorum. Doğadan sıkılmış değilim; aksine tabiatın güzelliğinden ve sürdüğüm başıboş hayattan her geçen gün daha da keyif alıyorum. Bir ata semer vurmayı tramvaya binmeye, yıldızlarla bezenmiş açık bir gökyüzünü tepemde bir çatı olmasına, bilinmeze giden belirsiz, zorlu bir patikayı asfalt kaplı yollara, yabanda hayatın verdiği derin huzuru kentlerin tedirginliğine tercih ederim. Ait olduğumu hissettiğim ve kendimi etrafımdaki dünyayla bütün olarak algıladığım bir yerde yaşam sürdüğüm için beni suçlayabilir misin? Bana refakat edecek zeki varlıklardan yoksun olduğum doğru. Ama benim için gerçekten anlamlı olan şeyleri paylaşabildiğim o kadar az insan tanıdım ki, kendi içime çekilmem gerektiğini öğrendim. Bu güzellikle sarmalanmış olmak bana yetiyor... Senin dar tanımlamanla bile, yaşamak zorunda olduğun hayatın monotonluğuna, yavanlığına hiçbir şekilde dayanamayacağımı biliyorum. Asla durulmayacağım. Şimdiden hayatın derinliklerine dair fazlasıyla şey gördüm ve bundan bir adım geri atmaktansa, her şeyi yapabilirim. " ( 11 Kasım 1934 tarihli son mektubundan)


Everet Ruess için bak: 

https://kaotikbenlik.blogspot.com/search/label/Everett%20Ruess

Kulübe Güncesi: Sivil İtaatsizlik

 Katie Fitzpatrick*

Bir mahalle kavgasının dünya-tarihine geçen bir olay olarak hatırlandığına pek sık rastlamayız. 1846 yazında, Henry David Thoreau yerel vergi memuruna kelle vergisi ödemeyi reddettikten sonra, Massachusetts’te bulunan Concord hapishanesinde bir gece tutuklu kaldı. Bu küçük ölçekli meydan okumanın ardından, Thoreau’nun 1849’da yayınladığı ölümsüz eseri ‘Sivil İtaatsizlik Görevi Üzerine’ adlı denemesi ortaya çıktı. Bu eserde, özellikle de kölelik ve Meksika-Amerika savaşı nedeniyle, kitlesel adaletsizliği devam ettiren bir federal hükümete maddi destek sağlamak istemediğini ortaya koyuyordu. Makale, kendi yaşam süresince büyük oranda okunmamış olsa bile, Thoreau’nun sivil itaatsizlik teorisi, daha sonraları Leo Tolstoy ve Gandi’den Martin Luther King’e kadar dünyanın en önemli politik düşünürleri için bir ilham kaynağı olacaktı.

Öte yandan, onun muhalif teorisinin de muhalifleri olacaktı. Politik kuramcı Hannah Arendt, 'sivil itaatsizlik' konusunda, Eylül 1970’de The New Yorker dergisinde yayınlanan bir makale kaleme aldı. Thoreau’nun, bir 'sivil itaatsiz' olmadığını öne sürdü. İşin gerçeği, Arendt, (Thoreau’nun) ahlaki felsefesinin tamamının, kamusal eylemlere rehberlik etmesi gereken kolektif ruhu aforoz ettiği hususunda ısrarcıydı. Sivil itaatsizliğin büyük bilgesi nasıl olup da bu denli yanlış anlaşılmıştı?

OLDUKÇA KİŞİSEL VE TAVİZSİZ BİR TAVIR

Kulübe Güncesi: WALDEN


Harika bir basım, kıymetli bir hediye. 
Mutlu ettiniz beni, çok teşekkür ederim*


"Sağlığı toplumda bulamaz, doğada bulursunuz. Ayaklarımız doğanın ortasına basmadığı sürece, yüzümüz sararıp solacaktır. Toplum hep hastalıklıdır, en iyi toplum en hastasıdır. Onda ne çamların esenlik dolu kokusu vardır, ne de yüksek çayırlardaki içe işleyip tazeleyen ölmezotu kokusu. Kendi adıma yanımda hep, bir nevi hayat iksiri olarak, okumam sayesinde bünyemi kendine getirecek olan bir doğa tarihi kitabı bulundururum."

Walden / Henry David Thoreau


  



 

Henry D. Thoreau Quotations

 

Kulübe Güncesi: Kulübe Penceresinden



Kulübe Güncesi: Whitman & Thoreau

 Whitman on Thoreau from

Horace Traubel’s With Walt Whitman in Camden
(New York: Mitchell Kennerley, 1914)

Thoreau had his own odd ways. Once he got to the house while I was out — went straight to the kitchen where my dear mother was baking some cakes — took the cakes hot from the oven. He was always doing things of the plain sort — without fuss. I liked all that about him. But Thoreau’s great fault was disdain — disdain for men (for Tom, Dick and Harry): inability to appreciate the average life even the exceptional life: it seemed to me a want of imagination. He couldn’t put his life into any other life — realize why one man was so and another man was not so: was impatient with other people on the street and so forth. We had a hot discussion about it — it was a bitter difference: it was rather a surprise to me to meet in Thoreau such a very aggravated case of superciliousness. It was egotistic — not taking that word in its worst sense…. We could not agree at all in our estimate of men — of the men we meet here, there, everywhere — the concrete man. Thoreau had an abstraction about man — a right abstraction: there we agreed. We had our quarrel only on this ground. Yet he was a man you would have to like — an interesting man, simple, conclusive…. When I lived in Brooklyn — in the suburbs — probably two miles distant from the ferries—though there were cheap cabs, I always walked to the ferry to get over to New York. Several times when Thoreau was there with me we walked together. Thoreau, in Brooklyn, that first time he came to see me, referred to my critics as ‘reprobates.’ I asked him: ‘Would you apply so severe a word to them?’ He was surprised: ‘Do you regard that as a severe word? reprobates? what they really deserve is something infinitely stronger, more caustic: I thought I was letting them off easy.’

*****

Kulübe Güncesi: About Thoreau’s Life & Writings


 https://www.walden.org/what-we-do/library/about-thoreaus-life-and-writings-the-research-collections/

Kulübe Güncesi: Sükunet

 


"Bazen bir yaz sabahında (gölette) alıştığım gibi banyomu yaptıktan sonra, güneş vuran kapının ağzında güneşin doğuşundan öğlene kadar oturup huşu ile çamlar, ceviz ve sumakların arasında rahatsız edilmediğim yalnızlık ve sükûnet içinde, etrafta kuşlar şakırken evin içinden uçarlarken ancak batıdaki penceremden güneşin batınca ya da uzaktaki karayolunda bir yolcunun yük arabasının gürültüsünü duyunca zamanın geçtiğinin farkına varırdım. Bu mevsimlerde geceleri mısır gibi büyüdüm ve bütün bunlar elle yapılabilecek işlerden çok daha iyiydi.




Elimde çok iş olduğu günlerde çok az okuyordum; ama yerde serili duran kağıt parçaları, tutucum ya da masa örtüsü de gönlümü okumak kadar hoş ediyordu; ve aslında İlyada'nın amacına hitap ediyordu"

Thoreau'nun toplamda iki yıl iki ay süren 
Walden deneyi(mi)nden.

Kulübe Güncesi: Emerson'dan Thoreau



 THOREAU'NUN YAŞAMÖYKÜSEL

PORTRESİ


RALPH WALDO EMERSON




Sanki onu rüzgarlar getirmişti,

Sanki onu serçeler eğitmişti,

Sanki herkesten gizli bir işaretle

Orkidenin büyüdüğü uzak kırı bilirdi.


Emerson'ın "Ormanda Cıvıltılar"

 (Woodnotes) şiirinden.


Henry David Thoreau, bu ülkeye Guernsey Adası'ndan

gelmiş olan Fransız kökenli bir ailenin en küçük erkek evladıydı.

Karakteri, kaynağını bu kandan alan özgün niteliklerle çok

güçlü bir Sakson dehanın eşine az rastlanır birleşimini ortaya

koyuyordu. 12 Temmuz 1817'de Concord, Massachusetts'te doğmuştu. 

1837'de Harvard'dan mezun olduğunda herhangi bir edebiyat yeteneği 

sergilemiş değildi. Edebi bir putkırıcı olarak,

okuduğu okulların kendisine olan katkısına pek nadiren şükran

duymuş, onlara fazlaca itibar atfetmemişti; ama gene de onlara

çok şey borçludur. Üniversiteyi bitirince, özel bir okulda ağabeyiyle

öğretmenliğe başlamış, ancak kısa sürede bırakmıştı.

Babası bir kurşun kalem üreticisi olduğundan Henry de bu

mesleğe bir süre kendini adamış, kullanımdaki kalemlerden daha

iyisini yapabileceğine inanmıştı. Deneylerini tamamladıktan

sonra eserini Boston'daki kimyacı ve sanatçılara göstermiş, ürününün

mükemmelliği ve Londra' daki en iyi ürüne olan denkliği

konusunda onlardan sertifikalar aldıktan sonra, evine memnun

bir şekilde dönmüştü. Arkadaşları, servet yolunda attığı bu adım

için onu tebrik ettiyse de o, bir daha asla kalem yapmayacağını

söylemişti: "Neden yapayım? Bir kere yaptığım şeyi tekrar yapmam

ben." Sonu gelmez yürüyüşlerine ve çok yönlü araştırmalarına

devam etmiş, Doğa ile her gün ayrı bir tanışıklık kurmuş,

ancak doğal verilere son derece meraklı olmasına rağmen teknik

ve ansiklopedik bilime ilgi duymadığından, zooloji ve botaniğin

adını anmamıştı.

Kulübe Güncesi: Birds Lives

Kulübe Güncesi: Gece ve Ayışığı


Salah Birsel bir denemesinde gerçeğe, ayışıklı gerçeğe bağlıydı diyor Thoreau için.




 

Kulübe Güncesi: Thoreau ve Komşuları

 John Kaag & Clancy Martin*

O, Walden Gölü'nün hemen üstünde bulunan, bir dönümlük arazide yaşıyordu. Kendisine burada  küçük bir ev edindi. Burada yaşamayı başardı ve 19. yüzyılda Massachusetts eyaletindeki Concord kentinin etrafında hâlâ mevcut olan yabani elmaların tadını çıkardı. Walden’ın dışında, özgürlüğünü kazanan eski kölelerle birlikte yaşıyordu; çünkü burada kendini özgür hissediyordu.

O'nun adı Henry David Thoreau değildi. Brister Freeman, Walden Woods’un burada doğmuş sakinlerinden biriydi ve bir siyahiydi. Laura Walls’un “Thoreau” adlı yeni biyografi kitabında aktardığı kadarıyla, Freeman (Özgür İnsan) Devrimi’nde savaşmıştı ve ardından, “soyadından ötürü (Freeman/Özgür İnsan) kendi özgürlüğünü” ilan etmişti; ancak Concord kenti haricinde özgürlüğünü kanıtlayamadığından, Walden Gölü'nün  kuzeyindeki Brister adlı tepede bir dönümlük arazi satın aldı. Günümüzde, Walden bir devlet parkı olarak korunuyor ve tescilli bir Ulusal Tarih parkı. Ziyaretçiler rahat bir yer bulabildikleri sürece, (Henry David Thoreau’nun da yaptığı gibi) gelip giderler; ancak Thoreau’nun komşularının çoğu bunu yapamıyordu.

Bu yılın temmuz ayında, yani Henry David Thoreau’nun 200. doğum gününde, dünyanın bu cennetvari köşesine sıkışmış olan şeyleri ve tarih bazında büyük oranda kabul görmemiş olan erkek ve kadınları hatırlamamız gerekiyor. Gerçekten de burası bir çeşit sığınaktı; fakat Thoreau’nun dostlarının çoğu açısından, özgürlük sadece bu kentle sınırlıydı. Tarihçi Elise Lemire’a göre, tüm dünyaları, pek de kabullenmedikleri bir çaresizliğin kenti olan “Black Walden”dan (Kara Walden) ibaretti.

Sıradan tarih okuyucularının gözünde, Thoreau’nun Walden'da yaşayan tek insan olduğuna, bölgenin el değmemiş vahşi bir alan olduğuna ikna olmak kolaydır. Oysa gerçek böyle değildi. Walden, o dönemdeki "medeni standartlar"ın dışında kalmıştı; bu da sistem dışında kalanlar için bir yaşam alanı olduğu anlamına geliyor. Thoreau da bu durumun farkındaydı ve aralarında Boston’ın zengin banliyö hayatından dışlanan insanların bulunduğu bu toplumla birlikte yaşamayı seçmişti.

Thoreau’nun tabiata dört elle sarılma eğilimiyle sıkça ilintilendirdiğimiz durum, aslında, toplumun dışına itilenleri, yetersiz bir hayat yaşamak zorunda kalan bireyleri anlama aracıdır. Bu gerçek, Thoreau’yu bir aziz kılmaz elbette; ancak Thoreau’nun ormanda inzivaya çekilmesi ve zulüm altında acı çekenleri anlaması arasındaki samimi uğraşı gösterir.

ESKİ KÖLELER, GÖÇMENLER GECEKONDU SAKİNLERİ...

Kulübe Güncesi: Gece

 


"Gecenin sessizliğini işitmeyi arzuluyorum, 
zira sessizlik kulak vermek gereken olumlu bir şey. 
Bazen sessizlik düpedüz olumsuz; hazin, 
çorak ve verimsiz bir toprak; hiçbir yayla çiçeğinin bitmediği 
o yerde ürperiyorum. Sessizlik çınlıyor; müzikalliği büyülüyor beni. 
Sessizliğin işitilebilir olduğu bir gece. Anlatılmaz olanı işitiyorum.”




*


Kulübe Güncesi: Ay Işığı

 



O yüksek dalların arkasındaki ayışığı
Bütün şairlere göre daha çok bir şeymiş
O yüksek dalların arkasındaki ayışığından.

Ama ne düşündüğünü bilmeyen bana göre-
O yüksek dalların arkasında ayışığı
Olan şey
O yüksek dalların arkasında ayışığı
Olmasından
Fazla birşey değildir aslında.

Kulübe Güncesi: Thoreau'nun Günlüğü Üzerine

 1862’de ölen, sivil itaatsizliğin teorisyeni ve radikal kölecilik-karşıtı Thoreau, kısa süre önce tekrar basımı yapılan günlüğünde bir şair, bir doğa bilgini, ama aynı zamanda da sessiz sedasız bir peygamber gibi beliriyor. Thoreau’nun doğayla tensel ve şiirsel ilişkisinin ardında, doğal dünyanın köleleştirilmesi ile azınlıklara baskı arasındaki çıkışsız bağı sezmesi var.

“Açık havada yaşıyor olmam, içimdeki mineral, bitkisel ve hayvansal için.” Henry David Thoreau’nun (1817-1862) günlüğünü ve onun çevrecilik düşüncesi için kurucu tavır alışını bundan iyi hiçbir amentü özetleyemezdi.

İnsanla doğanın ortakyaşarlığını kutsayan, 4 Kasım 1852 tarihli bu formül, Le Mot et le Reste Yayınları tarafından yeniden yayımlanan günlüğü baskıya hazırlayan Thoreau uzmanı Michel Granger tarafından sık sık zikrediliyor. Michel Granger, 1837-1861 yılları arasını kapsayan bu seyir defterindeki parçalı ve içten gelen düşünce kaynaşmasını korumaya özen göstererek derlemenin metinlerini özenle seçmiş. Kopuk kopuk görünen ama tutarlı biçimde bir araya getirilmiş bu metinde, Thoreau’nun ömrünün büyük kısmını geçirdiği Concord ve Massachusetts çevresindeki doğada çıktığı keşif seferlerinin titiz öyküleriyle filozof akıl yürütmeleri iç içe geçiyor. 

ABD’de bir demirbaş kıymetinde olan Henry David Thoreau, son yıllarda yapılan bir dizi çevirinin (bilhassa Brice Matthieussent’in kusursuz çevirisinin) ve yeniden basımların yardımıyla Fransa’da da ün kazandı ve zamanın havasıyla uyuşan klasikler kategorisine yerleşti. Hayattayken tanınmayan Thoreau, dalga dalga tekrar keşfedilmiş ve sonunda neredeyse atadan kalma pürüzsüz bir kurumsal çehreye dönüşmüştür. Amerikan kültürünün bir nevi mecburî istikametlerindendir bu.

Köleci eyaletine vergi ödeyerek mâlî kaynak sağlamayı reddettiği için hapishanede bir gece geçiren sivil itaatsizliğin yıkıcı teorisyeni (“Sivil Hükümete Direniş”, Resistance to Civil Government, 1856), kölecilere karşı düpedüz silahlanma çağrısında bulunduğu son metni “Yüzbaşı John Brown İçin Bir Müdafaanâme”yi (A Plea for Capt. John Brown, 1856) tarihin gözünden kaçırmak pahasına, tepeden tırnağa barışçı bir bilge olarak yüceltilmiştir. Çevre için kaygı duymanın öncüsü olup kendi paragöz uygarlığına karşı çıkan Thoreau, Walden Gölü kıyısındaki köyüne iki kilometre mesafede bir ormanda kendi elleriyle inşa ettiği bir kulübede iki yıl (1845’ten 1847’ye) geçirmiş olduğu için, çoğu zaman zararsız bir münzeviye indirgenmiştir. 

Bu basmakalıplar ve sahiplenme denemeleri karşısında, Thoreau’nun düşüncesini inceliği ve kendiliğindenliği içinde keşfetmek için hatıra defterinden iyi bir giriş kapısı yoktur. Bu “zihnin meteorolojik günlüğü”nde, açık havanın ve binbir yaşamın filozofu, hayattayken yayımlanan eserlerindekinden (Walden, Marcher [“Yürümek”], Les Forêts du Maine [“Maine Ormanları”]) daha özgür ve dışarıdan bakanlara karşı daha serbest biçimde gerçek çehresiyle gösteriyor kendini; ama aynı zamanda daha pimpirikli, kuşkulara dûçar, daha seve seve içli dışlı. Bir araştırma destanı olan günlük, hem şair hem doğa bilgini bir filozofun saha notları gibi okunuyor.

Mesleği yer ölçümü olan (haritaların çiziminde kullanılmaya yönelik saha ölçüleri almaktaydı), günde en az dört saat yürüyen Thoreau, günlüğüne kuşlarla (ornitolojik) ve bitkilerle (botanik) ilgili tasvirlerini, hayvan krokilerini, ısı çizelgelerini, bitkilerin ve hayvan tüylerinin renklerini, kendi kendini yetiştirmiş bir tecrübe meraklısı ve Humboldt okuru olarak şaşmaz bir titizlikle kaydediyordu. Dryoptère [bir tür eğreltiotu], prêle fluviatile [ırmak boylarında yetişen bir atkuyruğu cinsi], salsepareille [saparna], séneçons dorés [altın kanaryaotu], jaseur d’Amérique [ardıç ipekkuyruğu], bédégars [mazı] ve ellébore [bohçaotu]: Nadir ya da unutulmuş kelimelere meraklı okur, bu günlükten öncelikle bir lugat hazzı alıyor.

Ama, her ne kadar günlüğü bugün değerli bir botanik ve biyoloji aracı haline gelmişse de, soğuk teknikliğini ve doğayı yağmalamaya eğilimliliğini kınadığı bilim karşısında duyduğu güvensizlik gereği, onun doğayla bağlantısı, bazen hayıflandığı bu nesnelleştirmeden başka yerde bulunur. Thoreau’nun doğayla yakın ilişkisi, 26 Ekim 1857’deki formülleştirmesine göre, “içindeyken insanın kendini evinde hissettiği, doğayla insanın kusursuz uygunluğu”ndadır.

Kulübe Güncesi: Yaban

 

Arture 631: Thoreau / Detay (2007)
Yüksel Arslan


"Dünya'yı yalnızca Yabanıllık koruyabilir. Her bir ağaç Yaban hayatı bulmak için salar köklerini toprağa. Şehirler ne pahasına olursa olsun Yaban'ı ithal eder. İnsanlar Yaban hayat için toprağı sürer ve Yaban hayata doğru yelken açar. İnsan soyunu zindeleştiren ilaçlar ve ağaç kabukları, ormandan ve Yaban'dan gelir. Atalarımız yabaniydiler. Romulus ve Remus'u bir kurdun emzirmesi manasız bir fabldan ibaret değildir.

Ormana, kırlara ve tahılın büyüyüp serpildiği geceye inanıyorum. Çayımızın içinde baldıran çamı ya da mazi aroması olmalı. Kuvvetlenmek için yiyip içmekle oburluk etmek arasında fark var. Hotantolar için, bir Afrika ceylanını ve başka antilopları iliğiyle beraber bir çırpıda çiğ çiğ yiyip bitirmek sıradan bir iş gibidir. Bizim kuzeyli Kızılderililerimizin bazıları da Arktik rengeyiğini iliğiyle beraber çiğ olarak yerler, hatta yumuşak oldukları sürece boynuz kısımları da buna dahildir. Tam da bu noktada, Paris'in aşçılarından bir adım önde oldukları söylenebilir. Zira ateşi harlamaya yarayan kısmı da midelerine indirmişlerdir. Bu muhtemelen insanı ahırda beslenmiş sığırdan ve mezbaha domuzundan daha çok besliyordur. Sanki çiğ Afrika ceylanı iliğiyle besleniyormuşuz gibi, hiçbir uygarlığın vahşi bakışlarına katlanamayacağı bir yaban hayat verin bana."

Kulübe Güncesi: Yabani Elmalar

 "Kasım ayının başında bir yamacın kenarından çıktığımda arsız ve genç bir elma ağacı gördüm. Kuşlar veya inekler tarafından ekilmiş, kaya ve seyrek ağaçlı ormanların arasından yükselmiş ve işlenmiş elmalar toplanırken bu ağaç hala soğuktan etkilenmemişti ve bolca meyve taşıyordu. Bu eski ve kuvvetli ağaççığın yanından geçtiğimde ve dallarında sallanan meyvesini gördüğümde, bu ağaca sonsuz saygı duyuyorum ve yiyemesem de doğaya bu armağan için minnettarım. Neredeyse tüm yabani elmalar güzeldir. Çıkıntı ve gamzelerinde akşam güneşinin kızıllığına rastlayacaksınız. Yaz güneşinin, elmanın kabuğundaki bazı yerlerinde lekeler bırakmadan geçip gitmesine ender rastlanır. Şahit olduğu sabahların ve akşamların anısını taşıyan bazı kırmızı lekeleri olacaktır; bazı lekeleri de bulutların ve gelip geçen sisli ve nemli günlerin hatırasına kararmış ve fazla olgunlaşmış olacaktır ve geniş, yeşil çayırlar doğanın özünü yansıtacaktır - yeşil çayırlar gibi dingin ve daha yumuşak bir tada işaret eden toprak sarısı ve de tepeler gibi kızıl kahverengine de rastlayacaksınız."


Thoreau / Yabani Elmalar


Meyveyle yüklü bir elma ağacı: Nasıl da huzurlu, nasıl da pitoresk. Ama bir de bakışınızın önündeki insancıl filtreyi kaldırarak bakalım. Doğanın köpürüşünü, çılgın gibi hareket eden sperm baloncuklarının nasıl da biteviye fışkırıp, bu çürümüş ve gayri insani kıyımın ortasında patladığını tahayyül edelim. Bizleri birer cinsel varlığa dönüştüren kitonyen dünyanın kara büyüsü; Hıristiyanlığın ilk günah olarak tanımladığı ve bizleri arındırabileceğini iddia ettiği daemonik kimlik budur işte. Doğa, varlığın kaynayıp fokurdayan aşırılığıdır. Doğa, Şeytanın bayram yeridir, bütün iblislerin şenliğidir. Doğada her şey erir. Nesneleri gördüğümüzü sanırız, oysa gözlerimiz yavaş ve sınırlıdır. Doğa uzun soluklar sonucunda çiçeklenir ve solar; okyanussu dalga hareketleriyle yükselir ve alçalır. Duygusal önyargılar olmaksızın kendini tamamıyla doğaya açan bir zihin, doğanın kaba maddeciliği ve huzursuz taşkınlığı içinde boğulacaktır.


Camille Paglia, Cinsellik ve Şiddet

 ya da Doğa ve Sanat başlıklı yazısından.

Kulübe Güncesi: Mevsimler

 "Bir tepenin güneyine kalacak yerimi yapacağım ve Tanrıların bana bahşettiği hayatı yaşayacağım. Güneşle güneş arasında bana bahşedilen şeyleri şükranla kabul etmek başlı başına bir iş değil midir? ... Çok yakında gidip sadece rüzgârın sazların arasından fısıltısının duyulduğu göl kenarında yaşamak istiyorum. Kendimi geride bırakırsam bunu başarmış olacağım. Arkadaşlarım, oraya gidince ne yapacağımı soruyorlar. Mevsimlerin gelip geçmesini seyretmek başlı başına bir iş değil midir?"


1844’ün sonbaharında Ralph Waldo Emerson, Walden Gölü kıyısındaki ağaçları kesilmekten kurtarmak için birçok orman arazisi satın alır.

5 Mart 1845’te Thoreau'ya yazar:

‘Bu dünyada senin için Funda adını verdiğim (Walden'daki) araziden daha uygun bir yer göremiyorum: oraya git. kulübeni yap ve en büyük planını uygulamaya, canlı canlı kendini yemeye başla.”