Kulübe Güncesi: Thoreau'nun Günlüğü Üzerine

 1862’de ölen, sivil itaatsizliğin teorisyeni ve radikal kölecilik-karşıtı Thoreau, kısa süre önce tekrar basımı yapılan günlüğünde bir şair, bir doğa bilgini, ama aynı zamanda da sessiz sedasız bir peygamber gibi beliriyor. Thoreau’nun doğayla tensel ve şiirsel ilişkisinin ardında, doğal dünyanın köleleştirilmesi ile azınlıklara baskı arasındaki çıkışsız bağı sezmesi var.

“Açık havada yaşıyor olmam, içimdeki mineral, bitkisel ve hayvansal için.” Henry David Thoreau’nun (1817-1862) günlüğünü ve onun çevrecilik düşüncesi için kurucu tavır alışını bundan iyi hiçbir amentü özetleyemezdi.

İnsanla doğanın ortakyaşarlığını kutsayan, 4 Kasım 1852 tarihli bu formül, Le Mot et le Reste Yayınları tarafından yeniden yayımlanan günlüğü baskıya hazırlayan Thoreau uzmanı Michel Granger tarafından sık sık zikrediliyor. Michel Granger, 1837-1861 yılları arasını kapsayan bu seyir defterindeki parçalı ve içten gelen düşünce kaynaşmasını korumaya özen göstererek derlemenin metinlerini özenle seçmiş. Kopuk kopuk görünen ama tutarlı biçimde bir araya getirilmiş bu metinde, Thoreau’nun ömrünün büyük kısmını geçirdiği Concord ve Massachusetts çevresindeki doğada çıktığı keşif seferlerinin titiz öyküleriyle filozof akıl yürütmeleri iç içe geçiyor. 

ABD’de bir demirbaş kıymetinde olan Henry David Thoreau, son yıllarda yapılan bir dizi çevirinin (bilhassa Brice Matthieussent’in kusursuz çevirisinin) ve yeniden basımların yardımıyla Fransa’da da ün kazandı ve zamanın havasıyla uyuşan klasikler kategorisine yerleşti. Hayattayken tanınmayan Thoreau, dalga dalga tekrar keşfedilmiş ve sonunda neredeyse atadan kalma pürüzsüz bir kurumsal çehreye dönüşmüştür. Amerikan kültürünün bir nevi mecburî istikametlerindendir bu.

Köleci eyaletine vergi ödeyerek mâlî kaynak sağlamayı reddettiği için hapishanede bir gece geçiren sivil itaatsizliğin yıkıcı teorisyeni (“Sivil Hükümete Direniş”, Resistance to Civil Government, 1856), kölecilere karşı düpedüz silahlanma çağrısında bulunduğu son metni “Yüzbaşı John Brown İçin Bir Müdafaanâme”yi (A Plea for Capt. John Brown, 1856) tarihin gözünden kaçırmak pahasına, tepeden tırnağa barışçı bir bilge olarak yüceltilmiştir. Çevre için kaygı duymanın öncüsü olup kendi paragöz uygarlığına karşı çıkan Thoreau, Walden Gölü kıyısındaki köyüne iki kilometre mesafede bir ormanda kendi elleriyle inşa ettiği bir kulübede iki yıl (1845’ten 1847’ye) geçirmiş olduğu için, çoğu zaman zararsız bir münzeviye indirgenmiştir. 

Bu basmakalıplar ve sahiplenme denemeleri karşısında, Thoreau’nun düşüncesini inceliği ve kendiliğindenliği içinde keşfetmek için hatıra defterinden iyi bir giriş kapısı yoktur. Bu “zihnin meteorolojik günlüğü”nde, açık havanın ve binbir yaşamın filozofu, hayattayken yayımlanan eserlerindekinden (Walden, Marcher [“Yürümek”], Les Forêts du Maine [“Maine Ormanları”]) daha özgür ve dışarıdan bakanlara karşı daha serbest biçimde gerçek çehresiyle gösteriyor kendini; ama aynı zamanda daha pimpirikli, kuşkulara dûçar, daha seve seve içli dışlı. Bir araştırma destanı olan günlük, hem şair hem doğa bilgini bir filozofun saha notları gibi okunuyor.

Mesleği yer ölçümü olan (haritaların çiziminde kullanılmaya yönelik saha ölçüleri almaktaydı), günde en az dört saat yürüyen Thoreau, günlüğüne kuşlarla (ornitolojik) ve bitkilerle (botanik) ilgili tasvirlerini, hayvan krokilerini, ısı çizelgelerini, bitkilerin ve hayvan tüylerinin renklerini, kendi kendini yetiştirmiş bir tecrübe meraklısı ve Humboldt okuru olarak şaşmaz bir titizlikle kaydediyordu. Dryoptère [bir tür eğreltiotu], prêle fluviatile [ırmak boylarında yetişen bir atkuyruğu cinsi], salsepareille [saparna], séneçons dorés [altın kanaryaotu], jaseur d’Amérique [ardıç ipekkuyruğu], bédégars [mazı] ve ellébore [bohçaotu]: Nadir ya da unutulmuş kelimelere meraklı okur, bu günlükten öncelikle bir lugat hazzı alıyor.

Ama, her ne kadar günlüğü bugün değerli bir botanik ve biyoloji aracı haline gelmişse de, soğuk teknikliğini ve doğayı yağmalamaya eğilimliliğini kınadığı bilim karşısında duyduğu güvensizlik gereği, onun doğayla bağlantısı, bazen hayıflandığı bu nesnelleştirmeden başka yerde bulunur. Thoreau’nun doğayla yakın ilişkisi, 26 Ekim 1857’deki formülleştirmesine göre, “içindeyken insanın kendini evinde hissettiği, doğayla insanın kusursuz uygunluğu”ndadır.


Toprağa yalınayak basan, bataklarda bitap düşen Thoreau, “merakını celbeden” eğreltiotunun tuhaf biçimiyle “tahrik olduğunu” söylüyor, iklimdeki mikro-salınımların mizacında ve teninde yol açtığı etkileri kaydediyor, havanın ya da herhangi bir otun dokunuşunda gelmekte olan sonbaharın alâmetlerini seziyor, ağacın birine “sempati duyuyor” ya da fanerogam (phoenogame) bitkilere kendini yakın hissediyor. İçinde yaşanabilir bir dünyadan fazlasını buluyor doğada Thoreau; kozmik ya da meteorolojik bileşenlerin bile evcilleştiği teskin edici bir konukseverlik keşfediyor orada: “Havanın pusu etrafımda bir çatı ve duvarlar oluşturuyor ve evimde olma duygusuyla yürüyorum” diye yazıyor 7 Kasım 1855’te.

“Gelmekte olan çevre krizinin bir nevi önceden sezgisi, insanlıkla çevrenin yazgıları tamamen iç içe geçmiş olduğundan, şayet sonunda bu iskeleyi yok ederlerse insanların kendi yaşamsal bir parçalarını sakatlayacaklarını düşünmeye yöneltmişti onu,” diye özetliyor Michel Granger eserin girişinde. Ama bu önsezi her şeyden evvel bir poetikada mesken bulur; insanî ile insanî-olmayanın kırığını hissettirmeden ortadan kaldıran poetikada. Ekolojinin çok sayıda teorisyeni için elzem hale gelmiş olan bir şema.

“Yeryüzünün hakir görülmemiş, piyasada fiyatlandırılmamış bir bölümü”

Hissedilen dünyayla göğüs göğüse gelen ekoloji, Günlük’te otların, likenlerin ve eğreltiotlarının, kayaların ya da ufak hayvanların hizasında beliriyor; Thoreau’nun unsurlarla ilişkisinin duyumsal dokusunu oluşturuyor. Yürüyüşçüyü şeylerle benzeştiren o çoğu zaman uyumlu ortakyaşarlık bağı (sadece bazen, doğanın kendini en çetin ve en hasmâne çehresiyle gösterdiği dağ doruklarında hariç), doğaya ve sıradanlığa bakışın tekrar terbiye edilmesini zorunlu kılmaktadır.

Dalgınlıkla göz atıldığında görmeden geçilen bir ağacın kabuğunu seyre dalmak “gözün pasını alır” diye yazıyor Thoreau, dikkatin filozofu olarak. İşitme tarafında ise Thoreau doğanın çıkardığı son derece ufak sesler üzerine hârikulâde pasajlar sunuyor: Buz “gürlüyor”, göl “alçak sesle homurdanıyor”; “baştankaraların billûrumsu tutukluğu” ya da “cırcırböceklerinin cızırtısı” ekleniyor buna. Ama en güzel sayfalar yine sessizliğe düzülen ilâhîler: “Gecenin sessizliğini işitmeyi arzuluyorum, zira sessizlik kulak vermek gereken olumlu bir şey […]. Bazen sessizlik düpedüz olumsuz; hazin, çorak ve verimsiz bir toprak; hiçbir yayla çiçeğinin bitmediği o yerde ürperiyorum. […] Sessizlik çınlıyor; müzikalliği büyülüyor beni. Sessizliğin işitilebilir olduğu bir gece. Anlatılmaz olanı işitiyorum.”

Masum bir seyre dalış görünümlü bu mülâhazalar bize ne getiriyor peki? Aylaklığıyla (aylaklık etmek “büyük bir sanattır” diye yazıyor bir 26 Nisan’da), yaşadığı dönemde revaçta olan kazançlı yolculuk merakı ve çalışma etiğinden feragat ediyor. Benzer şekilde, ticarî hedef olmaksızın doğayı en sıradan halinde keşfe çıkışın –“botanikçi kutusu”na (hasır şapkası) çiçekler toplaması, tetkik etmek içindir, çıkar sağlamak için değil– bizatihi yaşam tarzında vücut bulan gizlice siyasî bir çeşnisi vardır. Kenardaki, Thoreau’nun deyişiyle “sınırdaki” filozof, Michel Granger’nin hoşlandığı adlandırmayla söylersek, bir “eksantrik”tir ve zaten zamanını mesken tutan kârlılık ve tüketime özendirme nazarında silkinmeye yeltenmektedir. Daha önce Mediapart’da yayınlanan (“Vivre ‘à part’ en démocratie” [“Demokraside ‘ayrı’ yaşamak”]) ve Thoreau’nun eserini ZAD’ların (Zone à défendre kısaltması, “Savunulacak Bölge”) hedefleri perspektifinde ele alan bir blog yazısıyla Michel Granger’nin de beslediği, yoğun bir biçimde güncel bir düşünme çabasıdır bu.

Ölçüm yaptığı yerler piyasa yasalarınca hiçbir değer görmedikleri zaman onun gözünde daha da değer kazanırlar. “Uzak semâlarda bir ada âdeta, yeryüzünün hakir görülmemiş, piyasada fiyatlandırılmamış, emlakçılarca övülmeyen bir bölümü” diye yazıyor 31 Mart 1853’te, bir dağın lacivert doruğunun seyrine dalarak. Thoreau, özel mülkiyetin alanlara bıraktığı işaretlemelere karşı, yoluna dikilen engellere karşı verip veriştirir. İnsanın doğaya böyle el koymasından tiksinmektedir. “Her köyün bir parkı olmalı, veya daha ziyade, beş yüz ila bin dönümlük bir ilkel ormanı; bu ormandan ısınmak için en ufak bir dal koparılmasın; bilgilenmek ve soluklanmak için sonsuza kadar ortak bir mülk olsun,” diye yazıyor 15 Ekim 1859’da.

“Vahşilik diye adlandırdığımız, bizimkinden farklı bir uygarlıktır”

İnsanın sahiplenmesine sunulmuş ham bir malzeme değildir doğa. Günlüğün her yerinde okuduğumuz, yoldaşı ağaçlara, kızıl kuyruklu şahinlere, sıradan ufak balıklara duyduğu şefkatle çalkalanan ve bazen insanı neredeyse müteessir eden bir naiflik gibi yankılanan bir yasa: “Meyvelerine göz diktiğimiz bir ağacı bile fazla sertçe silkelememek gerekir,” diye yazıyor; “bizi besleyen ve gölgesine oturduğumuz ağaçta lüzumsuz bir yara açmak cinayettir”. Herkesin kullanımına açık ortak arazilerden, “commons” modelinden esinlenen Thoreau, toprakların kolektif idaresi için bir model icat ediyor ve ulusal parkların ortaya çıkmasına katkıda bulunacak olan (bkz. https://www.cairn.info/revue-ecologie-et-politique1-2008-2-page-29.htm) bir doğayı koruma ülküsü yaratıyor. Les Forêts du Maine’in (“Maine Ormanları”) içindeki yüce bir yolculuk anlatısı olan “Chesuncook” denemesinde yenilediği bir çağrı.

“Duyarsız insan bazı hayvanlardaki vahşi karakteri, onların tuhaflıklarını bir günah gibi görür; âdeta tüm meziyetleri evcilleştirilmeye elverişliliklerindeymiş gibi,” diye yazıyor Thoreau bir 6 Şubat günü, görkemli şahinden bahsederken. “Bu kuş sizin kümes hayvanlarınızdan olmayacak” diye ekliyor. İçeriğinde şüphe olmayan bir formül takip ediyor bunu: “Vahşilik diye adlandırdığımız, bizimkinden farklı bir uygarlıktır”. Walden’daki, hayalet meskenlerinde görünmezleştirilmiş kölelerin ve onların torunlarının adını koyup tarihe ve coğrafyaya tekrar kaydeden “Former inhabitant” (“Önceki sâkin”) adlı güzel bölümde olduğu gibi, günlük de, ekonomik çıkar getirmeyen alanların haritasını çıkarıyor. Resmî haritacılığın değer ölçülerini ve mekânın kurumsal bir kullanımını sarsan Thoreau’nun “ihmal edilmiş” diye nitelediği yerleri katediyor. 

Kahramanı yaban otlarını ve karanlık bataklıkları okşayan günlük, yerlerin hiyerarşisini alt üst ediyor ve hissedilir dünyanın sınırlarını şiirsel bir biçimde tekrar çiziyor. Sosyal çevrede yerleşikleşmiş sınıflandırmaları iptal ediyor. Bu yüzden, Yerliler’le ilgili olarak –her ne kadar etnolojik bakışı, döneminin özleştirici şemalarından yakayı kurtaramasa bile– şöyle yazabilmektedir: “Vahşi denen bir kabilenin düşüncesi, yalnız ve uygarlaşmış bir insanın düşüncesinden genellikle çok daha doğrudur.”

Saf havalardaki Thoreau’nun günlüğü, “Sivil İtaatsizlik” ya da “Massachusetts’te Kölelik” konferansı gibi güçlü metinlerin sahne arkasında, gizli siyasî derslerle dolu. Ağaçlar ve balıkkartallarıyla da dost olan bu radikal kölecilik-karşıtı, azınlıkları savunmanın insanın köleleştirilmesine karşı doğal dünyamızın korunmasından ayrı düşünülemeyeceğini biliyordu ve bu düşünceyi şiirsel olarak mesken tutup bir varoluş üslûbuyla cisimleştirebilmişti. İtiraflarının arasında, günlük, Massachusetts patikaları boyunca yaşam çevresi üzerine yaptığı gözlemleri uyarınca, günümüz okuruna mücadelelerin çakışması üzerine de bir ders vermektedir.


***

Henry David Thoreau’nun yaşamı

1817’de ABD’nin Massachusetts eyaletinin Concord şehrinde doğan Henry David Thoreau, 1833’ten itibaren Harvard Üniversitesi’ndeki dersleri izler. 1835’te, öğrenimini müteakiben, önce Canton’da, daha sonra da fizikî cezaları protesto için istifa edeceği Concord’da öğretmenlik yapar.

Henry David Thoreau daha sonra dost olacağı ve onu transandantalizme (aşkınsalcılık, müteâliye) intisap ettirip yazmaya teşvik eden Ralph Waldo Emerson’la tanışır. Thoreau o sırada, manevî halin fizikî ve deneysel halleri aştığı görüşünde olan Emerson, Margaret Fuller ve Bronson Alcott’un transandantalist akımını izler; bu fikre bir dinî doktrinle değil kişisel önseziyle ulaşmak mümkündür.

Waldo’nun kardeşi William Emerson’ın Staten Island’daki evinde çocuk bakıcısı olarak üç yıl yaşadıktan sonra, Thoreau 1844’te Concord’a döner ve babasının kurşunkalem fabrikasında çalışır. Dostlarıyla birlikte Walden Gölü kıyısında, doğduğu eve üç kilometreden az bir uzaklıkta bir kulübe inşa eder. “Walden ya da Ormanda Yaşam”da tasvir ettiği son derece sade iki yıllık bir tecrübeyi bu kulübede geçirecektir. Kitap (özgün metin: Walden; or, Life in the Woods, Fr.:Walden ou la Vie dans les bois) ancak 1854’te yayımlanacaktır.

Thoreau kölecilik-karşıtı mücadeleye aktif olarak katılır. Meksika’ya karşı savaşı finanse etmek için vergi ödemeyi reddederek tutuklanır ve bir geceyi hapiste geçirir. Bu tecrübesinden, 1849’da yayımlanan, Mahatma Gandhi, Lev Tolstoy ve Martin Luther King’e esin kaynağı olacak en ünlü kitabı “Sivil İtaatsizlik” (Civil Disobedience) doğacaktır. 44 yaşında tüberkülozdan ölür.

Tutucu olmayan, insanın vicdanını uyumlu kıldığı doğada bir yaşam arzulayan Henry David Thoreau, gönüllü yoksulluk zeminini temel alan bir etik inşa etmiştir. Eserleri Mayıs 68’den sonra tekrar popüler olmuş ve hem çevreci hareketleri hem de karşı-kültürü etkilemiştir.


*8 Ağustos 2019’da Médiapart’ta yayınlanan Livia Garrigue’in yazısının Haldun Bayrı çevirisi (Medyascop) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder