Kulübe Güncesi: Thoreau'nun Kulübesi



Thoreau'nun arkadaşı Bronson Alcott 1872'de bir ziyaretçiyle gittiği Walden Gölü kıyısındaki Thoreau'nun kulübesini inşa ettiği yere bir taş koyar. Böylelikle bir geleneği başlatır ve Thoreau meraklıları taş koymayı sürdürüp bir yığın oluşturana dek kulübenin tam yeri yıllarca bilinir kalır. 

Arkeolog Roland Robbins Thoreau'nun Walden Gölü'ndeki ilk gününün 100. yıl dönümü olan 1945'te Thoreau'nun inşa ettiği kulübenin kaybolan yerini tespit etmeye karar verir, kulübenin bacasının temellerini bulana kadar üç ayını katın yakınındaki zemini kazarak geçirir.

Kulübe Güncesi: Kaçış


 "Adirondack’ların ortasında, kuş uçmaz bir bölgede küçük bir han. Odaya girerken şu garip duygu: İş gezisine çıkmış bir adam, önceden düşünmeksizin, yabanıl bir ülkeye, uzak bir hana geliyor. Ve bu doğanın sessizliği, odanın basitliği, her şeyden uzaklık, ona, orada kesin olarak kalma, yaşamını oluşturan şeylerle bütün bağlarını koparma, geride kalanlara asla yaşamda olduğuna ilişkin en küçük bir haber göndermeme kararı verdirtiyor."

Kuzey Amerika Güncesi / Albert Camus

Kulübe Güncesi: Van Gogh


"En kibar ve kültürlü ortamlarda, en iyi çevrelerde, en rahat durumlarda bile kişi içinde Robinson Crusoe'nin esas özelliklerinden, doğaya bağlı münzevilikten bir şeyler taşımalı, yoksa kendi köklerini yitirir." 

Van Gogh için bak:

Kulübe Güncesi: İkarus


Önümde denize açılan bu zeytinlik dolu manzaraya baktıkça sık sık aklıma Van Gogh'un bir dizi zeytin ağacı resmi düşüyordu. Bugünlerde Brueghel'in İkarus'u da onlara eklendi, mitin çağdaş bir yorumu, Herbert List'in etkileyici bir İkarus fotoğrafı ile birlikte. 



Ara sıra kulübede başıma açtığım işlerden yorgun düşmüş, manzaradan habersiz çalışırken, kafamı her kaldırışımda İkarus düşerken işine devam eden Brueghel'in köylüsü gibi hissediyorum kendimi - ki Auden'in çok güzel bir şiirine konudur:

(...)
#Brueghel 'in ikarı'nda meselâ, bana mısın bile demeden nasıl Her şey sırtını çeviriyor felâkete?İşitmiş olmalı pekâlâ Suyun şapırtısını rençber, ümitsiz haykırışı, "Kulak asma" deyip geçti herhalde; güneşse şöyle bir rasgele Vurdu ak pembe ayaklar gömülürken yemyeşil suya; Kibarişi çıtkırıldım yelkenli merak etmesine etmiştir ya Gökten paldır küldür düşen çocuğu görünce; Acele işi vardı zahir, uzaklaştı bozmadan istifini bile. (cev. Can Yücel)


Kulübe Güncesi: Bir imge

 



" Kulübesinde tek başına tencerenin dibindeki yağı sıyıran bir adam. Kimi günler bir bıçakla yapıyor bu işi, kimi günler tırnaklarıyla; bir zamanlar tencere dolu, içindeki yemek de lezzetliydi; ama artık yemek kokmuş, adamın bir lokma bulması içinse, kırık tırnaklarıyla tencereyi kazması gerekiyor. Yarın da aynı şeyi yapacak, öbür gün de.

Benim yüreğimin derinliklerinden bir iş çıkarmaya çalışmama benziyor."

Pavese


Kulübe Güncesi: Lakeside Cabin



Belki de şurada küçük, şirin bir kulübe vardır...


  


Romantik bir özlem: Kulübe

( Kitsch mi demeliydim?)

Bob Ross'un resimlerinin yaklaşık yüzde 18'inde bir kulübe yer alır. Ross'un kulubesinin bir gölde olma ihtimali yüzde 35 ve yerde kar olma ihtimali yüzde 40. Kulübelerin yüzde 72'si iğne yapraklı ağaçlarla aynı tablodayken, yüzde 63'ü yaprak döken ağaçların yakınındadır. (Kaynak: Walt Hickey)

I go a-fishin’ in….

Time is but the stream I go a-fishin’ in….

 Henry David Thoreau Walden (1845-1847) 




*

Kulübe Güncesi: Yalnızlık

 

"Birileriyle beraber olmak, en iyileriyle bile olsa, kısa bir süre sonra yorucu ve tüketici bir hal alır. Yalnız olmayı seviyorum. Yalnızlıktan daha arkadaş canlısı bir arkadaş görmedim. Çoğu zaman, dışarı çıkıp insanların arasına karıştığımızda, evimizde olduğumuzdan daha yalnız oluruz. Düşünen veya çalışan bir insan her zaman yalnızdır, bırakın istediği yerde kalsın. Yalnızlık, kişiyle arkadaşlarının arasına giren millerle ölçülmez.



Gölde gürültülü kahkahalar atan dalgıçkuşundan ya da Walden Gölü'nün kendisinden daha yalnız değilim. Çayırdaki tek bir sığırkuyruğundan ya da hindibadan veya bir fasulye yaprağından, kuzukulağından, at sineğinden, yaban arısından daha yalnız değilim. Brook Değirmeni'nden veya bir rüzgargülünden, kutup yıldızından, güney rüzgarından, Nisan yağmurundan veya Ocak ayında eriyen buzlardan ya da yeni bir evdeki ilk örümcekten daha yalnız değilim.


Ormana geldikten birkaç hafta sonra, insanlardan uzak olmanın huzurlu ve sağlıklı bir yaşam için ille de gerekli olduğuna dair kuşkuya düşmüştüm. Bir saat sürmüştü. Yalnız olmak gayet nahoş bir şeydi. Fakat aynı zamanda ruh halimdeki hafif bir çılgınlığın da farkındaydım ve iyileşeceğimi seziyordum. Hafif bir yağmurun ortasında, bu düşünceler baskın gelirken birden doğa'nın tatlı ve iyi arkadaşlığının farkına vardım. Birdenbire damlaların şıpırtısında, evimin etrafındaki her ses ve görünüşte sonsuz ve olağanüstü bir dostluk hissettim, beni besleyen bir atmosfere benziyordu. İnsanlara yakın olmaya dair hayal ettiğim tüm avantajlar anlamsız görünmeye başladı ve o günden beri bunun üstüne bir daha düşünmedim. Her bir küçük çam iğnesi sempatiyle genişledi ve büyüdü ve benimle arkadaş oldu. Vahşi ve kasvetli demeye alışkın olduğumuz yerlerde bile bana akraba olan bir şeylerin varlığını ayırt ediyor, seziyordum; ayrıca kan bağı açısından kendime en yakın ve en insani bulduğum şey bir insan ya da kasabalı değildi. Artık hiçbir yerin bana yabancı gelmeyeceğini düşünüyordum."

Kulübe Güncesi: İzler

 Eski çay evlerinin mimarları ahşabı cilalamaz ya da parlatmaz, onun yaşlandığını görmekten hoşlanırmış, çünkü geçen yılların ahşap üzerinde bıraktığı izler her şeyin geçici olduğunu hatırlatırmış onlara. Alain de Botton'ın Mutluluğun Mimarisi kitabını okuyordum...

"Budist yazılara göre, insanın ahşap ya da taş üzerindeki kusurlara tahammül edemeyişi, onun insan yaşamına özgü zorlukları kabullenemeyişinden kaynaklanır. İnsanın yaşadığı hayal kırıklıklarının, çöküşlerin aksine mimaride kullanılan malzemelerin (geçmişte ahşap ve taşın, günümüzde ahşap ve betonun) üzerinde oluşan kusurlar o malzemenin yavaş yavaş onurundan ve zarafetinden bir şey yitirmeksizin yaşlandığını gösteren izlerdir. Bu malzemeler cam gibi kırılıp binlerce parçaya ayrılmaz, kağıt gibi yırtılmaz, yalnızca melankolik ve asil bir edayla renk değiştirir."

Kulübe Güncesi: Ahmet Kaya

 


Kim ne derse desin, ben çok içince Ahmet Kaya dinlerim.

Kulübe Güncesi: Davet

 


Kağıtlarımı koyduğum masa dışında ne bir kilidim ne de sürgüm var, kapı ya da pencere mandallarını takabileceğim bir çivi bile yok evimde. Gece ya da gündüz, günlerce evde olmasam bile, bir sonraki güz Maine ormanında iki hafta kaldığımda bile kapımı asla kilitlemedim. Yorgun bir gezgin evimde dinlenebilir, ateşin karşısında ısınabilirdi, edebiyata ilgi duyan biri masamdaki birkaç kitabı okuyup güzel zaman geçirebilirdi, meraklı biri dolabımı açıp yemeğimden kalanları ve akşam yemeği olarak ne yiyeceğimi görebilirdi.

- Walden

Kulübe Güncesi: Thoreau'nun Alternatif İktisadı

 



Henry David Thoreau ile oturup bir bira içmek nasıl olurdu diye düşünürüm bazen. Gerçi bira içeceğinden de pek emin değilim. Onun yerine göletten su içmeyi; gürültülü, karanlık, aşırı kalabalık bir barda oturmaktansa sarhoş edici bir sükûnet içinde, ay ışığının aydınlattığı ormanda gezinmeyi teklif ederdi belki. Bir başına kalmayı istediği bir anında ise eğer, onu kendi haline bırakıp gitmemi de söyleyebilirdi pekâlâ. Hal böyleyken, gözümü korkutacak olsa da, böyle güzel, zorlayıcı ve kışkırtıcı kitaplar ve makaleler yazdığı ve hem bana hem de başkalarına böylesi bir ilham kaynağı olduğu için ona teşekkür etme fırsatım olmasını isterdim. Tabu ki böylesi bir fırsata asla sahip olamayacağım; hal böyleyken en azından bu eseri ona ithaf ederek saygılarımı sunmak istiyorum.

*
Thoreau'nun Alternatif İkitsadı
Samuel Alexander

Kulübe Güncesi: Thoreau'nun Günceleri

 October 22, 1837.

“What are you doing now?” he asked; “Do you keep a journal?” 

So I make my first entry to-day.


Linkler: 

Journal I: 1837 - 1846














Kulübe Güncesi: Walden Wasn’t Thoreau’s Masterpiece

in late 1849, two years after henry david thoreau left walden pond—where he had lived for two years, two months, and two days in a cabin that he had built himself—he began the process of completely reorienting his life again. his hermit-style interlude at the pond had attracted quite a bit of attention in his hometown of concord, massachusetts. “living alone on the pond in ostentatious simplicity, right in sight of a main road,” his latest biographer, laura dassow walls, writes, “he became a spectacle,” admired by some and belittled by others. thoreau’s subsequent life change was less conspicuous. yet it engaged him in a quest more enlightening and relevant today than the proud asceticism he flaunted throughout walden, a book that has never ceased to inspire reverence or provoke contempt.

what the 32-year-old thoreau quietly did in the fall of 1849 was to set up a new and systematic daily regimen. in the afternoons, he went on long walks, equipped with an array of instruments: his hat for specimen-collecting, a heavy book to press plants, a spyglass to watch birds, his walking stick to take measurements, and small scraps of paper for jotting down notes. mornings and evenings were now dedicated to serious study, including reading scientific books such as those by the german explorer and visionary thinker alexander von humboldt, whose cosmos (the first volume was published in 1845) had become an international best seller.

thoreau’s real masterpiece is not walden but the 2-million-word journal that he kept until six months before he died. its continuing relevance lies in the vivid spectacle of a man wrestling with tensions that still confound us. the journal illustrates his almost daily balancing act between recording scrupulous observations of nature and expressing sheer joy at the beauty of it all....


Andrea Wulf'un yazısı için: 

https://www.theatlantic.com/magazine/archive/2017/11/what-thoreau-saw/540615/

Kulübe Güncesi: Journals

Thoreau 40 Journals in Chronological Order / Abelardo Morell




WALDEN'DAN SONRA III

“I wanted to know the name of every shrub.”

Andrea Wulf'un Walden Wasn't Thoreau's Masterpice (2017) başlıklı bir yazısını okudum. Thoreau'nun gerçek şaheserinin Walden değil, ölmeden altı ay öncesine kadar sakladığı 2 milyon kelimelik günlüğü olduğunu söylüyor. 8 Kasım 1850'den sonra Thoreau günlüğünü daha önce hiç olmadığı gibi kullanmaya başlamış. "Günlük yürüyüşü sırasında fark ettiği ve düşündüğü her şeyi yazmaya başladı ve ertesi gün aynısını yaptı ve iki gün sonra ve ondan birkaç gün sonra ve ertesi gün, sayfaları sanki yürürken yazıyormuş gibi bir bilinç akışıyla dolduruyordu: "Kopardım", "Duydum", "Dün gördüm", "Farkettim. ... "Ve zihni gerçekten sarsan da bu. Bu noktadan sonra, Thoreau bunu yapmayı asla bırakmadı - ölünceye, kalem tutamayacak kadar zayıf düşünceye kadar."

“We must look a long time before we can see,”

Wulf bu bilgileri kapsamlı bir Thoreau biyografisinin ve Thoreau’s Turn to Science kitaplarının yazarı olan Laura Dassow Walls'tan aktarmış. Thoreau'nun günlükleri sistemli bir şekilde yazmaya başlamadan önce bile kuşların şarkıları, cırcır böceklerinin cıvıltısı, tilkinin dikkatsiz temposu, misk kokusu, balık yüzgeçlerinin "rüya gibi hareketleri" gibi çeşitli gözlemlerle doludur.

“the true man of science … will smell, taste, see, hear, feel, better than other men.”
("Massachusetts'in Doğal Tarihi" / Thoreau)


1851'de yaprakların dökülme ve çiçeklenme zamanlarının uzun listelerini derlemeye başlar ve yaz geldiğinde, Thoreau artık günlüğünü "mevsimlerin kitabı" olarak düşündüğünü yazar. 
(“a book of the seasons.”)

Kulübe Güncesi: Everett Ruess

 


 Beni her zaman büyüleyen bu masalsı fotoğraf yirmi yaşında Utah'taki Davis Kanyonu'nda kaybolan ve bir daha haber alınamayan genç Everett Ruess'in. Bıraktığı son iz taşlara kazıdığı son ismi: Nemo. (Lat. Hiç kimse)

"Bir daha ne zaman medeniyete döneceğime gelecek olursak, bunun yakınlarda olacağını hiç sanmıyorum. Doğadan sıkılmış değilim; aksine tabiatın güzelliğinden ve sürdüğüm başıboş hayattan her geçen gün daha da keyif alıyorum. Bir ata semer vurmayı tramvaya binmeye, yıldızlarla bezenmiş açık bir gökyüzünü tepemde bir çatı olmasına, bilinmeze giden belirsiz, zorlu bir patikayı asfalt kaplı yollara, yabanda hayatın verdiği derin huzuru kentlerin tedirginliğine tercih ederim. Ait olduğumu hissettiğim ve kendimi etrafımdaki dünyayla bütün olarak algıladığım bir yerde yaşam sürdüğüm için beni suçlayabilir misin? Bana refakat edecek zeki varlıklardan yoksun olduğum doğru. Ama benim için gerçekten anlamlı olan şeyleri paylaşabildiğim o kadar az insan tanıdım ki, kendi içime çekilmem gerektiğini öğrendim. Bu güzellikle sarmalanmış olmak bana yetiyor... Senin dar tanımlamanla bile, yaşamak zorunda olduğun hayatın monotonluğuna, yavanlığına hiçbir şekilde dayanamayacağımı biliyorum. Asla durulmayacağım. Şimdiden hayatın derinliklerine dair fazlasıyla şey gördüm ve bundan bir adım geri atmaktansa, her şeyi yapabilirim. " ( 11 Kasım 1934 tarihli son mektubundan)


Everet Ruess için bak: 

https://kaotikbenlik.blogspot.com/search/label/Everett%20Ruess

Kulübe Güncesi: Sivil İtaatsizlik

 Katie Fitzpatrick*

Bir mahalle kavgasının dünya-tarihine geçen bir olay olarak hatırlandığına pek sık rastlamayız. 1846 yazında, Henry David Thoreau yerel vergi memuruna kelle vergisi ödemeyi reddettikten sonra, Massachusetts’te bulunan Concord hapishanesinde bir gece tutuklu kaldı. Bu küçük ölçekli meydan okumanın ardından, Thoreau’nun 1849’da yayınladığı ölümsüz eseri ‘Sivil İtaatsizlik Görevi Üzerine’ adlı denemesi ortaya çıktı. Bu eserde, özellikle de kölelik ve Meksika-Amerika savaşı nedeniyle, kitlesel adaletsizliği devam ettiren bir federal hükümete maddi destek sağlamak istemediğini ortaya koyuyordu. Makale, kendi yaşam süresince büyük oranda okunmamış olsa bile, Thoreau’nun sivil itaatsizlik teorisi, daha sonraları Leo Tolstoy ve Gandi’den Martin Luther King’e kadar dünyanın en önemli politik düşünürleri için bir ilham kaynağı olacaktı.

Öte yandan, onun muhalif teorisinin de muhalifleri olacaktı. Politik kuramcı Hannah Arendt, 'sivil itaatsizlik' konusunda, Eylül 1970’de The New Yorker dergisinde yayınlanan bir makale kaleme aldı. Thoreau’nun, bir 'sivil itaatsiz' olmadığını öne sürdü. İşin gerçeği, Arendt, (Thoreau’nun) ahlaki felsefesinin tamamının, kamusal eylemlere rehberlik etmesi gereken kolektif ruhu aforoz ettiği hususunda ısrarcıydı. Sivil itaatsizliğin büyük bilgesi nasıl olup da bu denli yanlış anlaşılmıştı?

OLDUKÇA KİŞİSEL VE TAVİZSİZ BİR TAVIR

Kulübe Güncesi: WALDEN


Harika bir basım, kıymetli bir hediye. 
Mutlu ettiniz beni, çok teşekkür ederim*


"Sağlığı toplumda bulamaz, doğada bulursunuz. Ayaklarımız doğanın ortasına basmadığı sürece, yüzümüz sararıp solacaktır. Toplum hep hastalıklıdır, en iyi toplum en hastasıdır. Onda ne çamların esenlik dolu kokusu vardır, ne de yüksek çayırlardaki içe işleyip tazeleyen ölmezotu kokusu. Kendi adıma yanımda hep, bir nevi hayat iksiri olarak, okumam sayesinde bünyemi kendine getirecek olan bir doğa tarihi kitabı bulundururum."

Walden / Henry David Thoreau


  



 

Henry D. Thoreau Quotations

 

Kulübe Güncesi: Kulübe Penceresinden



Kulübe Güncesi: Whitman & Thoreau

 Whitman on Thoreau from

Horace Traubel’s With Walt Whitman in Camden
(New York: Mitchell Kennerley, 1914)

Thoreau had his own odd ways. Once he got to the house while I was out — went straight to the kitchen where my dear mother was baking some cakes — took the cakes hot from the oven. He was always doing things of the plain sort — without fuss. I liked all that about him. But Thoreau’s great fault was disdain — disdain for men (for Tom, Dick and Harry): inability to appreciate the average life even the exceptional life: it seemed to me a want of imagination. He couldn’t put his life into any other life — realize why one man was so and another man was not so: was impatient with other people on the street and so forth. We had a hot discussion about it — it was a bitter difference: it was rather a surprise to me to meet in Thoreau such a very aggravated case of superciliousness. It was egotistic — not taking that word in its worst sense…. We could not agree at all in our estimate of men — of the men we meet here, there, everywhere — the concrete man. Thoreau had an abstraction about man — a right abstraction: there we agreed. We had our quarrel only on this ground. Yet he was a man you would have to like — an interesting man, simple, conclusive…. When I lived in Brooklyn — in the suburbs — probably two miles distant from the ferries—though there were cheap cabs, I always walked to the ferry to get over to New York. Several times when Thoreau was there with me we walked together. Thoreau, in Brooklyn, that first time he came to see me, referred to my critics as ‘reprobates.’ I asked him: ‘Would you apply so severe a word to them?’ He was surprised: ‘Do you regard that as a severe word? reprobates? what they really deserve is something infinitely stronger, more caustic: I thought I was letting them off easy.’

*****

Kulübe Güncesi: About Thoreau’s Life & Writings


 https://www.walden.org/what-we-do/library/about-thoreaus-life-and-writings-the-research-collections/

Kulübe Güncesi: Sükunet

 


"Bazen bir yaz sabahında (gölette) alıştığım gibi banyomu yaptıktan sonra, güneş vuran kapının ağzında güneşin doğuşundan öğlene kadar oturup huşu ile çamlar, ceviz ve sumakların arasında rahatsız edilmediğim yalnızlık ve sükûnet içinde, etrafta kuşlar şakırken evin içinden uçarlarken ancak batıdaki penceremden güneşin batınca ya da uzaktaki karayolunda bir yolcunun yük arabasının gürültüsünü duyunca zamanın geçtiğinin farkına varırdım. Bu mevsimlerde geceleri mısır gibi büyüdüm ve bütün bunlar elle yapılabilecek işlerden çok daha iyiydi.




Elimde çok iş olduğu günlerde çok az okuyordum; ama yerde serili duran kağıt parçaları, tutucum ya da masa örtüsü de gönlümü okumak kadar hoş ediyordu; ve aslında İlyada'nın amacına hitap ediyordu"

Thoreau'nun toplamda iki yıl iki ay süren 
Walden deneyi(mi)nden.

Kulübe Güncesi: Emerson'dan Thoreau



 THOREAU'NUN YAŞAMÖYKÜSEL

PORTRESİ


RALPH WALDO EMERSON




Sanki onu rüzgarlar getirmişti,

Sanki onu serçeler eğitmişti,

Sanki herkesten gizli bir işaretle

Orkidenin büyüdüğü uzak kırı bilirdi.


Emerson'ın "Ormanda Cıvıltılar"

 (Woodnotes) şiirinden.


Henry David Thoreau, bu ülkeye Guernsey Adası'ndan

gelmiş olan Fransız kökenli bir ailenin en küçük erkek evladıydı.

Karakteri, kaynağını bu kandan alan özgün niteliklerle çok

güçlü bir Sakson dehanın eşine az rastlanır birleşimini ortaya

koyuyordu. 12 Temmuz 1817'de Concord, Massachusetts'te doğmuştu. 

1837'de Harvard'dan mezun olduğunda herhangi bir edebiyat yeteneği 

sergilemiş değildi. Edebi bir putkırıcı olarak,

okuduğu okulların kendisine olan katkısına pek nadiren şükran

duymuş, onlara fazlaca itibar atfetmemişti; ama gene de onlara

çok şey borçludur. Üniversiteyi bitirince, özel bir okulda ağabeyiyle

öğretmenliğe başlamış, ancak kısa sürede bırakmıştı.

Babası bir kurşun kalem üreticisi olduğundan Henry de bu

mesleğe bir süre kendini adamış, kullanımdaki kalemlerden daha

iyisini yapabileceğine inanmıştı. Deneylerini tamamladıktan

sonra eserini Boston'daki kimyacı ve sanatçılara göstermiş, ürününün

mükemmelliği ve Londra' daki en iyi ürüne olan denkliği

konusunda onlardan sertifikalar aldıktan sonra, evine memnun

bir şekilde dönmüştü. Arkadaşları, servet yolunda attığı bu adım

için onu tebrik ettiyse de o, bir daha asla kalem yapmayacağını

söylemişti: "Neden yapayım? Bir kere yaptığım şeyi tekrar yapmam

ben." Sonu gelmez yürüyüşlerine ve çok yönlü araştırmalarına

devam etmiş, Doğa ile her gün ayrı bir tanışıklık kurmuş,

ancak doğal verilere son derece meraklı olmasına rağmen teknik

ve ansiklopedik bilime ilgi duymadığından, zooloji ve botaniğin

adını anmamıştı.

Kulübe Güncesi: Birds Lives