Dünyevi Zevkler Bahçesi
Geçicilik Üzerine - Freud
Yazıda adları geçmeyen sessiz sakin arkadaş Lou Salome
ve genç ama meşhur pesimist şair de Rilke. Freud bu iki isimle yaptığı
bir kır gezintisinden sonra aşağıdaki yazıyı kaleme alır:
ve genç ama meşhur pesimist şair de Rilke. Freud bu iki isimle yaptığı
bir kır gezintisinden sonra aşağıdaki yazıyı kaleme alır:
Viyana, Kasım 1915
Bir süre önce sessiz sakin bir arkadaşım ve genç ama meşhur bir şairle birlikte çiçeklerin tomurcuklandığı güzel bir kırda gezintiye çıktık. Şair doğanın güzelliğine hayran kaldı ama zevkini çıkaramadı. Bütün bu güzelliğin, insanın elinden çıkma bütün güzel ve muhteşem şeyler gibi, yok olmaya mahkum olduğu düşüncesi onu rahatsız etmişti. Bir zamanlar inandığı ve hayranlık beslediği her şey ölüme mahkum olduğu için değerini yitirmişti.
Bütün güzel ve mükemmel şeylerin çürüyecek olması, bildiğimiz gibi, insanın zihninde iki farklı tepkiye yol açar. Biri genç şairinki gibi acı verici bir mutsuzluktur, diğeri de bu aşikar gerçeğin inkarı. Hayır! Doğanın ve Sanatın, duyu dünyamızın ve dış dünyanın bütün bu güzelliklerinin gerçekten de yok olacak, hiçliğe dönüşecek olması imkansız. Buna inanmak çok duyarsız ve küstahça olurdu. Bir biçimde bu güzelliğin bütün yıkıcı güçlere direnmesi ve onları alt etmesi gerekiyor. Ama bu ölümsüzlük talebi, kuşku götürmez biçimde, gerçekliğe sahip çıkmak isteğimizin bir sonucudur: acı olan yine de gerçek olabilir. Her şeyin geçici olduğunu çürütmenin bir yolunu bulamadığım gibi, güzel ve mükemmel olanın lehine bir istisnanın olduğu konusunda da ısrar edemedim. Ama bu kötümser şairin geçiciliğin güzel olanın değerini azalttığı yolundaki görüşüne itiraz ettim.
Aksine arttırır! Fanilik değeri, nedret değeridir. Haz alma olasılığının sınırlanması hazzın değerini arttırır. Güzelliğin geçiciliğinin o güzelliğin bize verdiği hazzı kesintiye uğrattığı düşüncesinin anlaşılmaz olduğunu söyledim. Doğanın güzelliğine gelince, kışın yok ettiği her güzellik bir sonraki sene tekrar gelir; o halde hayatımızın uzunluğunu kıstas alarak bu güzelliğin sonsuz olduğunu söyleyebiliriz. İnsan bedeninin ve yüzünün güzelliği hayat süresince yavaşça yok olur ama bu geçiciliği taze bir cazibe katar ona. Sadece tek bir gece açan çiçeği sırf bu yüzden daha az güzel bulmayız. Bir sanat eserinin veya entelektüel bir eserin salt zamansal sınırlılığı nedeniyle güzelliğinin veya mükemmelliğinin değerini niçin kaybetmesi gerektiğini de anlayamıyorum. Bugün hayranlık beslediğimiz resimlerin ve heykellerin toza dönüşüp yiteceği günler de gelecek; ya da bizden sonra gelecek olan nesil şairlerimizin ve düşünürlerimizin eserlerini artık anlamayacak veya dünya üzerindeki bütün hayatın sona erdiği bir jeolojik döneme girilecek, ama bütün bu güzelliğin ve mükemmelliğin değerinin tek kıstası bizim duygusal yaşamımızdaki önemi olduğundan, bizden sonra da hayatta kalmasına gerek yoktur; mutlak süreden bağımsızdır.
Bunların su götürmez gerçekler olduğunu düşündüm ama ne şair ne de arkadaşım üzerinde bir etki bırakamamış olduğumu fark ettim. Başarısızlığımdan, muhakemelerinin güçlü bir faktörün etkisi altında olduğunu çıkarsadım ve sanırım daha sonra bu faktörün ne olduğunu keşfettim.Güzellikten haz almalarını engelleyen, yasa başkaldırıyor olmalarıydı. Bütün bu güzelliğin geçici olduğu fikri bu iki duyarlı zihne güzelliğin kaybının yasını önceden tattırıyordu ve zihin acı veren her şeyden kendini dürtüsel olarak geri çektiğinden, güzellikten aldıkları hazzın bu güzelliğin geçici olduğu düşüncesiyle kesintiye uğradığını hissediyorlardı.
Sevdiğimiz veya hayranlık beslediğimiz bir şeyin kaybının yasını tutmak meslekten olmayan bir insan için o kadar doğal bir şeydir ki, bunu aşikar olduğunu düşünür. Ama psikologlar için yas kocaman bir bilmece, kendi üzerinden açıklanamayan ama başka bilinmezliklerin kaynağı olan olgulardan biridir. Belli ki, gelişimin ilk evrelerinde kendi benliğimize yönelen belli bir sevgi kapasitemiz var - buna libido adını veriyoruz. Daha sonra, yine gelişimin oldukça erken bir evresinde, libido benlikten nesnelere yönelir ve böylece bu nesneler benliği içine alır. Bu nesneler zarar görür veya kaybedilirse sevme kapasitemiz (libidomuz) bir kez daha özgürleşmiş olur; o zaman ya başka nesneleri içine alır ya da geçici olarak egoya yönlenebilir. Ama libidonun nesnesinden ayrılışının bu kadar acı veren bir süreç olmasının nedeni bizim için hala bir muammadır ve şu ana değin bunu açıklayabilecek herhangi bir hipotez oluşturamadık. Sadece libidonun nesnesine tutunduğunu ve elde bir ikame varken bile kayıp nesnelerden feragat etmediğini görüyoruz. İşte yas da böyledir.
Bir süre önce sessiz sakin bir arkadaşım ve genç ama meşhur bir şairle birlikte çiçeklerin tomurcuklandığı güzel bir kırda gezintiye çıktık. Şair doğanın güzelliğine hayran kaldı ama zevkini çıkaramadı. Bütün bu güzelliğin, insanın elinden çıkma bütün güzel ve muhteşem şeyler gibi, yok olmaya mahkum olduğu düşüncesi onu rahatsız etmişti. Bir zamanlar inandığı ve hayranlık beslediği her şey ölüme mahkum olduğu için değerini yitirmişti.
Bütün güzel ve mükemmel şeylerin çürüyecek olması, bildiğimiz gibi, insanın zihninde iki farklı tepkiye yol açar. Biri genç şairinki gibi acı verici bir mutsuzluktur, diğeri de bu aşikar gerçeğin inkarı. Hayır! Doğanın ve Sanatın, duyu dünyamızın ve dış dünyanın bütün bu güzelliklerinin gerçekten de yok olacak, hiçliğe dönüşecek olması imkansız. Buna inanmak çok duyarsız ve küstahça olurdu. Bir biçimde bu güzelliğin bütün yıkıcı güçlere direnmesi ve onları alt etmesi gerekiyor. Ama bu ölümsüzlük talebi, kuşku götürmez biçimde, gerçekliğe sahip çıkmak isteğimizin bir sonucudur: acı olan yine de gerçek olabilir. Her şeyin geçici olduğunu çürütmenin bir yolunu bulamadığım gibi, güzel ve mükemmel olanın lehine bir istisnanın olduğu konusunda da ısrar edemedim. Ama bu kötümser şairin geçiciliğin güzel olanın değerini azalttığı yolundaki görüşüne itiraz ettim.
Aksine arttırır! Fanilik değeri, nedret değeridir. Haz alma olasılığının sınırlanması hazzın değerini arttırır. Güzelliğin geçiciliğinin o güzelliğin bize verdiği hazzı kesintiye uğrattığı düşüncesinin anlaşılmaz olduğunu söyledim. Doğanın güzelliğine gelince, kışın yok ettiği her güzellik bir sonraki sene tekrar gelir; o halde hayatımızın uzunluğunu kıstas alarak bu güzelliğin sonsuz olduğunu söyleyebiliriz. İnsan bedeninin ve yüzünün güzelliği hayat süresince yavaşça yok olur ama bu geçiciliği taze bir cazibe katar ona. Sadece tek bir gece açan çiçeği sırf bu yüzden daha az güzel bulmayız. Bir sanat eserinin veya entelektüel bir eserin salt zamansal sınırlılığı nedeniyle güzelliğinin veya mükemmelliğinin değerini niçin kaybetmesi gerektiğini de anlayamıyorum. Bugün hayranlık beslediğimiz resimlerin ve heykellerin toza dönüşüp yiteceği günler de gelecek; ya da bizden sonra gelecek olan nesil şairlerimizin ve düşünürlerimizin eserlerini artık anlamayacak veya dünya üzerindeki bütün hayatın sona erdiği bir jeolojik döneme girilecek, ama bütün bu güzelliğin ve mükemmelliğin değerinin tek kıstası bizim duygusal yaşamımızdaki önemi olduğundan, bizden sonra da hayatta kalmasına gerek yoktur; mutlak süreden bağımsızdır.
Bunların su götürmez gerçekler olduğunu düşündüm ama ne şair ne de arkadaşım üzerinde bir etki bırakamamış olduğumu fark ettim. Başarısızlığımdan, muhakemelerinin güçlü bir faktörün etkisi altında olduğunu çıkarsadım ve sanırım daha sonra bu faktörün ne olduğunu keşfettim.Güzellikten haz almalarını engelleyen, yasa başkaldırıyor olmalarıydı. Bütün bu güzelliğin geçici olduğu fikri bu iki duyarlı zihne güzelliğin kaybının yasını önceden tattırıyordu ve zihin acı veren her şeyden kendini dürtüsel olarak geri çektiğinden, güzellikten aldıkları hazzın bu güzelliğin geçici olduğu düşüncesiyle kesintiye uğradığını hissediyorlardı.
Sevdiğimiz veya hayranlık beslediğimiz bir şeyin kaybının yasını tutmak meslekten olmayan bir insan için o kadar doğal bir şeydir ki, bunu aşikar olduğunu düşünür. Ama psikologlar için yas kocaman bir bilmece, kendi üzerinden açıklanamayan ama başka bilinmezliklerin kaynağı olan olgulardan biridir. Belli ki, gelişimin ilk evrelerinde kendi benliğimize yönelen belli bir sevgi kapasitemiz var - buna libido adını veriyoruz. Daha sonra, yine gelişimin oldukça erken bir evresinde, libido benlikten nesnelere yönelir ve böylece bu nesneler benliği içine alır. Bu nesneler zarar görür veya kaybedilirse sevme kapasitemiz (libidomuz) bir kez daha özgürleşmiş olur; o zaman ya başka nesneleri içine alır ya da geçici olarak egoya yönlenebilir. Ama libidonun nesnesinden ayrılışının bu kadar acı veren bir süreç olmasının nedeni bizim için hala bir muammadır ve şu ana değin bunu açıklayabilecek herhangi bir hipotez oluşturamadık. Sadece libidonun nesnesine tutunduğunu ve elde bir ikame varken bile kayıp nesnelerden feragat etmediğini görüyoruz. İşte yas da böyledir.
Freud'un Sanatçı Tanımı
Sanatçı yapısı bakımından içe dönüktür; nevroza uzak sayılmaz. Aşırı derecede güçlü içgüdüsel gereksinimlerin baskısı altındadır. Onur, güç, servet, ün ve kadınların sevgisini kazanmak ister; ama bu doyum olanaklarından yoksundur. Sonuçta, doyumsuz başka herkes gibi, gerçekliğe sırt çevirerek tüm ilgisini ve libidosunu, nevroza yönelebilecek olan kendi fantezi yaşamının dileklerini gerçekleştirmeye aktarır.
Çocuk oyun oynarken ne yaparsa, yaratıcı yazar da aynını yapar. Adamakıllı ciddiye aldığı –yani, büyük oranda duygu yüklediği- ve gerçeklikten tümüyle ayrı tuttuğu bir fantezi dünyası yaratır.
Mutlu bir kişinin hiçbir zaman fantezi kurmadığını, bunu ancak doyumsuz birinin yaptığını ileri sürebiliriz. Fantezileri güden güçler doyuma ulaşmayan dileklerdir ve fantezilerin her biri bir dileğin gerçekleşmesi, doyum getirmeyen gerçekliğin düzeltilmesidir. Bu güdücü dilekler fanteziyi kuran kişinin cinsiyetine, karakterine ve koşullarına göre değişkenlik gösterir; ama doğal olarak iki ana grupta toplanabilir. Bunlar ya kişinin kişiliğini daha yüksek kılmaya yarayan başarı fantezileri ya da erotik fantezilerdir.
“Yazarlık bir meslek değil, bir mutsuzluk uğraşıdır. Bir sanatçının mutlu olabileceğini hiç sanmıyorum.” Simenon
Çocuk oyun oynarken ne yaparsa, yaratıcı yazar da aynını yapar. Adamakıllı ciddiye aldığı –yani, büyük oranda duygu yüklediği- ve gerçeklikten tümüyle ayrı tuttuğu bir fantezi dünyası yaratır.
Mutlu bir kişinin hiçbir zaman fantezi kurmadığını, bunu ancak doyumsuz birinin yaptığını ileri sürebiliriz. Fantezileri güden güçler doyuma ulaşmayan dileklerdir ve fantezilerin her biri bir dileğin gerçekleşmesi, doyum getirmeyen gerçekliğin düzeltilmesidir. Bu güdücü dilekler fanteziyi kuran kişinin cinsiyetine, karakterine ve koşullarına göre değişkenlik gösterir; ama doğal olarak iki ana grupta toplanabilir. Bunlar ya kişinin kişiliğini daha yüksek kılmaya yarayan başarı fantezileri ya da erotik fantezilerdir.
“Yazarlık bir meslek değil, bir mutsuzluk uğraşıdır. Bir sanatçının mutlu olabileceğini hiç sanmıyorum.” Simenon
Huzursuzluk Kitabı (sf. 462)
Kalıcı olmak bir Arzu'dur, sonsuzluk ise bir yanılsama.
Ölümün olgularıyız biz, ölümün olgularıdır yaşadıklarımız. Ölü doğar, ölü yaşarız; çoktan ölmüşüzdür, Ölüm'e girerken.
Her canlı varlık yaşar, çünkü değişir; değişir çünkü gelip geçer; ve gelip geçtiği içindir ki, ölür.Her canlı varlık durmaksızın başka şeye dönüşür ve sürekli reddeder kendini, hayattan saklanır.
Hayat bir fasıladır yani, bir bağ, bir ilişki, ama geçmiş olanla geçecek olan arasında bir ilişki, ölüm ile ölüm arasında ölü bir fasıla.
... Zeka, görünenin, başıboşluğun bir yalanı.
Maddenin hayatı ya katıksız düştür ya da zekamızın ürünlerini de, heyecanlarımızın nedenlerini de görmezden gelen atomların basit bir oyunu. Demek ki hayatın özü bir yanılsamadır, bir hayal; bir arı varlıktır ya da yok-varlık, hiç olma yanılsaması, hayali de bu durumda yok-varlık olmalı; hayat ise, ölüm.
Ne kadar da boştur gözlerini ölümsüzlük yanılsamasına dikip didinmek! "Ölümsüz şiir" deriz; "asla ölmeyecek sözler. "Ama yeryüzü gerçekten soğuyunca sadece üzerini kaplayan canlıların değil, ayrıca...
Bir Homeros, bir Milton, yeryüzüne çarpacak bir kuyruklu yıldızdan daha güçlü değildir.
Ölümün olgularıyız biz, ölümün olgularıdır yaşadıklarımız. Ölü doğar, ölü yaşarız; çoktan ölmüşüzdür, Ölüm'e girerken.
Her canlı varlık yaşar, çünkü değişir; değişir çünkü gelip geçer; ve gelip geçtiği içindir ki, ölür.Her canlı varlık durmaksızın başka şeye dönüşür ve sürekli reddeder kendini, hayattan saklanır.
Hayat bir fasıladır yani, bir bağ, bir ilişki, ama geçmiş olanla geçecek olan arasında bir ilişki, ölüm ile ölüm arasında ölü bir fasıla.
... Zeka, görünenin, başıboşluğun bir yalanı.
Maddenin hayatı ya katıksız düştür ya da zekamızın ürünlerini de, heyecanlarımızın nedenlerini de görmezden gelen atomların basit bir oyunu. Demek ki hayatın özü bir yanılsamadır, bir hayal; bir arı varlıktır ya da yok-varlık, hiç olma yanılsaması, hayali de bu durumda yok-varlık olmalı; hayat ise, ölüm.
Ne kadar da boştur gözlerini ölümsüzlük yanılsamasına dikip didinmek! "Ölümsüz şiir" deriz; "asla ölmeyecek sözler. "Ama yeryüzü gerçekten soğuyunca sadece üzerini kaplayan canlıların değil, ayrıca...
Bir Homeros, bir Milton, yeryüzüne çarpacak bir kuyruklu yıldızdan daha güçlü değildir.
Etiketler:
Huzursuzluk Kitabı
Anarşist - Fernando Pessoa
"Anarşist ne ister? Özgürlük. Kendisi ve başkaları için, tüm insanlık için özgürlük. Toplumsal kurguların ya da kısıtlamaların etkisinden kurtulmuş olmak ister; özgür olmak ister, tıpkı dünyaya geldiğinde olduğu gibi, tamamen adil koşullarda olması gerektiği gibi; üstelik bu özgürlüğü hem kendisi hem de diğer herkes için ister. Doğa karşısında bütün insanlar elbette eşit olamaz; büyükler ve küçükler, güçlüler ve zayıflar, zekiler ve daha az zekiler vardır... Ötekiler de, herkes kendi arasında eşit olabilir; bunu engelleyen şey, toplumsal kurgulardır, dolayısıyla bu kurguları yok etmek gerekir.
Ben anarşizmden insanlar arasında yalnızca doğanın yarattığı farklılıkların ya da eşitsizliklerin olması gerektiğini; Doğa'nın bize yüklediğinden başka bağların ya da kötülüklerin insanlara dayatılmaması gerektiğini; ve sonuç olarak, ister aristokrasi olsun, ister para, eşitsizlik yaratan tüm toplumsal sözleşmelerin, tüm kastların ortadan kaldırılmasını yüksek sesle ve güçlü biçimde savunan aşırılıkçı bu toplumsal öğretiyi anlıyorum. Aynı zamanda, Doğa'ya aykırı tüm toplumsal sözleşmeler, vatanlar, dinler, evlilik, vesaire de ortadan kaldırılmalıdır.
Anarşizm, insanın kalbine Doğa'nın yerleştirdiği doğal dinsizliktir."
Etiketler:
Edebiyat,
Felsefe,
Fernando Pessoa
Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir - Carl Sagan
Sık sık "Dünyadışı zeka olduğuna inanıyor musunuz?" sorusuyla karşılaşıyorum.Verdiğim yanıt, standart savları içeriyor: Uzayda çok sayıda yıldız var, yaşam molekülleri her yerde mevcut; milyarlarca ifadesini de kullanmayı unutmuyorum kuşkusuz.
Sonra da evrende bizden başka varlık olmaması görüşünün benim için çok garip olduğunu, ama henüz olduğunu kanıtlar yönde güçlü verilere de rastlamadığımızı belirtiyorum.
Genellikle, ardından şu soru geliyor:"Kişisel görüşünüz nedir?"
Ben de, "Kişisel görüşümü az önce belirttim size" diyorum.
"Evet, anlıyorum, ama içgüdüleriniz ne söylüyor size?"
Ama benim düşüncelerimi içgüdülerim yönlendirmiyor. Dünyayı anlamak konusunda ciddiysem, ne denli haz verici olursa olsun, düşünmek için beynimden başka bir araca başvurmak başımı derde sokar. Gerçekten yargıya varmak için kanıtı beklemenin hiçbir sakıncası yok; sizi temin ederim.
Milyarlarca ve milyarlarca...
Sonra da evrende bizden başka varlık olmaması görüşünün benim için çok garip olduğunu, ama henüz olduğunu kanıtlar yönde güçlü verilere de rastlamadığımızı belirtiyorum.
Genellikle, ardından şu soru geliyor:"Kişisel görüşünüz nedir?"
Ben de, "Kişisel görüşümü az önce belirttim size" diyorum.
"Evet, anlıyorum, ama içgüdüleriniz ne söylüyor size?"
Ama benim düşüncelerimi içgüdülerim yönlendirmiyor. Dünyayı anlamak konusunda ciddiysem, ne denli haz verici olursa olsun, düşünmek için beynimden başka bir araca başvurmak başımı derde sokar. Gerçekten yargıya varmak için kanıtı beklemenin hiçbir sakıncası yok; sizi temin ederim.
Milyarlarca ve milyarlarca...
Etiketler:
Bilim,
Carl Sagan
Modern Kültürün Soytarıları - Nietzsche
Ortaçağ saraylarının soytarıları, bizim kütür sanat sayfası yazarlarımıza denk düşüyor: ikisi de aynı türden insanlar, yarı akıllı, esprili, abartılı, ebleh, bu arada tek varlık nedeni, ruh halinin tutkusunu akla gelen fikirlerle yumuşatmak ve büyük olayların son derece ağır ve vakur çan seslerini boğmak; eskiden prenslerin ve soyluların hizmetindeydi, şimdi partilerin hizmetinde. Ne ki, modern edebiyatçılar zümresinin tamamı, - kültür sanat sayfası yazarlarına çok yakındır, "modern kültürün soytarıları"dır onlar.
İnsanca Pek İnsanca
kitabından
İnsanca Pek İnsanca
kitabından
Nude - Henri Cartier Bresson
"Fotoğraf gerçek dünyadaki bir ritmin algılandığını ima eder. Göz tarafından verilen karar basitçe filme kaydedilir. Bakarız ve bir fotoğraf oluştururuz gözümüzde; kendi içinde bütünlüğü olan ve tek bir bakışla algılanan bir resim gibi.
Bir fotoğrafta kompozisyon, gözle görülen unsurların eşzamanlı birleşmesinin, organik eşgüdümünün bir sonucudur."
H.C.B.
Etiketler:
Fotoğraf,
Fotoğraf Okumaları,
nu
Evren'de Yalnız mıyız ?
Yeryüzünde hayatın nasıl başladığını 2050'ye kadar çözemememizin şaşırtıcı olacağı görüşündeyim. O sırada elimizde doğrudan dünya dışı kanıtlar olmasa bile, başka gezegenlerde bir tür basit hayatın ortaya çıkmış olmasının ne kadar olası olduğunu değerlendirebileceğiz. Ama böyle bir durum daha çetin olabilecek ikinci bir soruyu ucu açık halde bırakır: "Eğer basit hayat doğmuşsa, zeki diye kabul edebileceğimiz bir varlığa doğru evrim gösterme şansı ne kadardır?"
Güneş sistemimizin başka bir kesiminde ileri bir hayatı şu anda hiç kimse beklemiyor; ama güneşimiz sırf Samanyolu'ndaki milyarlarca yıldızdan sadece biridir. Diğer yıldızların yörüngesinde dolanan gezegenler, Mars'ta bulabileceğimiz şeylerden çok daha ilginç ve egzotik hayat biçimlerini barındırıyor olabilir mi? Hatta bu gezegenlerdeki zeki kabul edebileceğimiz bir takım varlıklar yaşıyor olabilir mi? Evrenin genelinde ilkel hayat yaygın olsa bile, ileri hayat ortaya çıkmamış olabilir. Bana kalırsa, şu anda agnostisizm bu konuya ilişkin tek rasyonel tutum. Hayatın kökleri hakkında henüz zeki uzay yaratıklarının olası olup olmadığını söylemeye yetecek kadar bilgi sahibi değiliz - doğal seçilimin "tek noktaya odaklı" mı olduğu, yoksa yeryüzünde yeni baştan işlediği zaman farklı bir sonuç mu vereceği konusundaki bilgimiz daha da az.
Martin Rees
Güneş sisteminin doğuşu, dünya ile ayın ortaya çıkışı ve gezegenimiz üzerinde yaşamın gelişimine dair tüm bildiklerimiz, kendi kendine çoğalabilen organizmaların kısacık bir zaman aralığında cansız maddelerden türediğini gösteriyor. Gezegenlerin oluşumu -ağır bombardıman diye bilinen dönem- bundan yaklaşık 3,8 milyar yıl önce, dünyanın oluşumundan hemen hemen 800 milyon yıl sonra sona erdi. Bu da ayın yüzeyinde gördüğümüz büyük darbe çukurlarının oluşumu ve katılaşmasıyla, ayrıca yerküre üstünde felakete neden olan en son darbelerin oluşumuyla aynı döneme denk düşüyor. Yerküre ortamının durulması ve yaşayan organizmaların gelişimine uygun hale gelişi ancak bundan sonra gerçekleşti.
En basit biyolojik yapı ve süreçlerin muazzam karmaşıklığına ve cansız atomlardan canlı moleküler yapıların evrilmesi için gerçekleşmiş olması gereken uzun ve karmaşık kimyasal olaylar zincirine rağmen, elverişli ortamın doğmasıyla birlikte, dünyadaki yaşamın hızla geliştiği sonucuna varmak kaçınılmaz görünüyor.
Güneş sisteminin ortaya çıkışına neden olan, esasen yerçekimi kaynaklı olayların, galaksimizde ve tabi tümevarımsal çıkarım gereği, evrendeki tüm galaksilerde yaygın olduğuna dair kanıtlar gittikçe artıyor. Evren çok ama çok büyük. Yalnızca görülebilir evrendeki inanılmaz sayıdaki galaksiyi, bu galaksilerde yer alan güneş benzeri yıldızları, o yıldızların yörüngesindeki yaşanabilir olmaya yatkın gezegenlerin sayısını ve bizim kendi yaşanır gezegenimizde yaşamın ne denli kolay geliştiğini düşününce, karanlık madde, süpernova ve karadeliklerin yanısıra, yaşam denen şeyin de evrenimizin temel unsurlarından biri olması ihtimali yüksek gibi görünüyor.
Carolyn Porco
Gelecek 50 Yıl
kitabından
Güneş sistemimizin başka bir kesiminde ileri bir hayatı şu anda hiç kimse beklemiyor; ama güneşimiz sırf Samanyolu'ndaki milyarlarca yıldızdan sadece biridir. Diğer yıldızların yörüngesinde dolanan gezegenler, Mars'ta bulabileceğimiz şeylerden çok daha ilginç ve egzotik hayat biçimlerini barındırıyor olabilir mi? Hatta bu gezegenlerdeki zeki kabul edebileceğimiz bir takım varlıklar yaşıyor olabilir mi? Evrenin genelinde ilkel hayat yaygın olsa bile, ileri hayat ortaya çıkmamış olabilir. Bana kalırsa, şu anda agnostisizm bu konuya ilişkin tek rasyonel tutum. Hayatın kökleri hakkında henüz zeki uzay yaratıklarının olası olup olmadığını söylemeye yetecek kadar bilgi sahibi değiliz - doğal seçilimin "tek noktaya odaklı" mı olduğu, yoksa yeryüzünde yeni baştan işlediği zaman farklı bir sonuç mu vereceği konusundaki bilgimiz daha da az.
Martin Rees
***
Güneş sisteminin doğuşu, dünya ile ayın ortaya çıkışı ve gezegenimiz üzerinde yaşamın gelişimine dair tüm bildiklerimiz, kendi kendine çoğalabilen organizmaların kısacık bir zaman aralığında cansız maddelerden türediğini gösteriyor. Gezegenlerin oluşumu -ağır bombardıman diye bilinen dönem- bundan yaklaşık 3,8 milyar yıl önce, dünyanın oluşumundan hemen hemen 800 milyon yıl sonra sona erdi. Bu da ayın yüzeyinde gördüğümüz büyük darbe çukurlarının oluşumu ve katılaşmasıyla, ayrıca yerküre üstünde felakete neden olan en son darbelerin oluşumuyla aynı döneme denk düşüyor. Yerküre ortamının durulması ve yaşayan organizmaların gelişimine uygun hale gelişi ancak bundan sonra gerçekleşti.
En basit biyolojik yapı ve süreçlerin muazzam karmaşıklığına ve cansız atomlardan canlı moleküler yapıların evrilmesi için gerçekleşmiş olması gereken uzun ve karmaşık kimyasal olaylar zincirine rağmen, elverişli ortamın doğmasıyla birlikte, dünyadaki yaşamın hızla geliştiği sonucuna varmak kaçınılmaz görünüyor.
Güneş sisteminin ortaya çıkışına neden olan, esasen yerçekimi kaynaklı olayların, galaksimizde ve tabi tümevarımsal çıkarım gereği, evrendeki tüm galaksilerde yaygın olduğuna dair kanıtlar gittikçe artıyor. Evren çok ama çok büyük. Yalnızca görülebilir evrendeki inanılmaz sayıdaki galaksiyi, bu galaksilerde yer alan güneş benzeri yıldızları, o yıldızların yörüngesindeki yaşanabilir olmaya yatkın gezegenlerin sayısını ve bizim kendi yaşanır gezegenimizde yaşamın ne denli kolay geliştiğini düşününce, karanlık madde, süpernova ve karadeliklerin yanısıra, yaşam denen şeyin de evrenimizin temel unsurlarından biri olması ihtimali yüksek gibi görünüyor.
Carolyn Porco
Gelecek 50 Yıl
kitabından
Etiketler:
Bilim
Sarı Zeybek (Can Dündar)
onu özlüyorum
aslında onu hiç görmedim
yüz yüze gelmedim
ama onu tanıyorum
sesini cızırtılı bantlardan dinledim
hep siyah beyaz filmlerde gördüm yüzünü
çelik bakışlarını şiirlerde okudum
onu yaşıyorum
özlü sözlerini okudum köşe başlarında
adını her sabah okul sıralarında andım
şimdi 55 yıl sonra
onunla son yolculuğa çıkıyorum bir kez daha
onun geçtiği yollardan geçiyorum
yollarda bıraktığı anıların izini sürüyorum
çektiği acıları burnumda taşıyorum
onu arıyorum...
aslında onu hiç görmedim
yüz yüze gelmedim
ama onu tanıyorum
sesini cızırtılı bantlardan dinledim
hep siyah beyaz filmlerde gördüm yüzünü
çelik bakışlarını şiirlerde okudum
onu yaşıyorum
özlü sözlerini okudum köşe başlarında
adını her sabah okul sıralarında andım
şimdi 55 yıl sonra
onunla son yolculuğa çıkıyorum bir kez daha
onun geçtiği yollardan geçiyorum
yollarda bıraktığı anıların izini sürüyorum
çektiği acıları burnumda taşıyorum
onu arıyorum...
Can Dündar
Etiketler:
Edebiyat
Daima Şık (Atatürk)
" Bu toprakların her köşesinde, her mekânında bir Gazi Mustafa Kemal Atatürk fotoğrafı karşımıza çıkıverir…Ekranlara yansıyan belgesel görüntülerde de Mustafa Kemal Atatürk geçiverir sıklıkla… Aslında, gelip geçen biraz da şıklıktır!...Bazen tiril bir takım elbisedir, bazen özenle seçilmiş bir şapka, kimi zaman yakaları ceketin yaka üstüne düşmüş bir gömlek, kimi zaman da rugan ayakkabılar, uyumlu kravatlar.., ve çok özel gecelerde takıştırılan fraklar, siyahlar…
Festen kalpağa, kalpaktan şapkaya bir ülke ömrü gibi geçirilen hayat, bir 57 yıl…Pelerin ilk kez Mustafa Kemal Atatürk’ün sırtında görülmüştür, golf pantolonlar, ipek iç çamaşırlar, kırmızı astarlı ayakkabılar, hatta süslü kırbaçlar…Hayaller kurarken, bir yurt ararken, bir ülke inşa ederken, tek lüksü ve zevki şıklık olan, giyinmeyi bir hobiye dönüştüren, kelimenin tam anlamıyla kıyafetine özenen, hatta sökük düğmeye dahi tahammül etmeyen Atatürk, sadece kuralların, kanunların, yürütmenin değil, kostüm, kıyafet ve şıklığın da önderi olmuştur sanki… "
Festen kalpağa, kalpaktan şapkaya bir ülke ömrü gibi geçirilen hayat, bir 57 yıl…Pelerin ilk kez Mustafa Kemal Atatürk’ün sırtında görülmüştür, golf pantolonlar, ipek iç çamaşırlar, kırmızı astarlı ayakkabılar, hatta süslü kırbaçlar…Hayaller kurarken, bir yurt ararken, bir ülke inşa ederken, tek lüksü ve zevki şıklık olan, giyinmeyi bir hobiye dönüştüren, kelimenin tam anlamıyla kıyafetine özenen, hatta sökük düğmeye dahi tahammül etmeyen Atatürk, sadece kuralların, kanunların, yürütmenin değil, kostüm, kıyafet ve şıklığın da önderi olmuştur sanki… "
Etiketler:
Fotoğraf
İskenderiye Kütüphanesi - Enis Batur
İskenderiye Kütüphane'si insanoğlunun belleğinin aldığı en büyük darbe şüphesiz: Yerleri hiçbir biçimde doldurulamayacak pek çok yapıtın orada yok olduğu bilinen gerçek. Gelgelelim, o büyük yıkım ötekileri unutturmamalı. Öncesinde, İ.Ö. 747 yılında, Babilonya kralının kendisi ve ailesini konu edinmeyen bütün kitapları imha ettiği yazıyor kaynaklarda. Kör kütüphaneci Borges, karanlıkta görüyor: İ.Ö. 213'de Çi-Hoang-Ti, imparatorluk sınırları içindeki bütün kitapları, tıp ve arkeoloji alanındakileri ayırarak, nehirlere döktürmüş. Ermiş Paulos, 54 yılında Efes kütüphanesini gözü kapalı yaralıyor -hem de ağır: Doğu dinleri ve paganlarına ait kitapları ortadan kaldırıyor. 476'daki Bizans yangınında, burada, 120 bin yazma kül oluyor. Araplar 640'da Acem yazmalarını; Moğollar, 11. -13. yüzyıl arası Kahire ve Bağdat'ta birkaç milyon yazmayı yok ediyor. Zaman içinde bir zaman, insan eliyle siliniyor. Oradan Saraybosna kütüphanesine akan yıllar, yüzyıllar gösteriyor: Adem, kendisinin ateşi.
Ben Carl Sagan'ın "Kozmos" unu okumamış insanlarla sohbeti kısa kesiyorum. Çünkü onlar İskenderiye kitaplığının içeriğiyle günümüzün dev kurumsal kitaplıklarının içeriği arasındaki özlü farklılığı ve trajik yazgı ortaklığını bilmiyorlar, bu nedenle de içleri kararmıyor, daha doğrusu kararmasın istiyorlar, isteyebiliyorlar.
Enis Batur
Ben Carl Sagan'ın "Kozmos" unu okumamış insanlarla sohbeti kısa kesiyorum. Çünkü onlar İskenderiye kitaplığının içeriğiyle günümüzün dev kurumsal kitaplıklarının içeriği arasındaki özlü farklılığı ve trajik yazgı ortaklığını bilmiyorlar, bu nedenle de içleri kararmıyor, daha doğrusu kararmasın istiyorlar, isteyebiliyorlar.
Enis Batur
Etiketler:
Bilim,
Carl Sagan,
Enis batur,
Felsefe
The Good Hearth (2009, Dagur Kari)
Brokoli bir insanı her defasında nasıl osurtur,
hayret. Yani, brokoli osuruğun şekle bürünmüş hali. Osuruğu elimizle
tutabilseydik...gözünde canlandır, bence bunun gibi bir
şeye benzerdi.
Osuruğun maddeleşmesi.
Etiketler:
Sinema
İskenderiye Kütüphanesi - Carl Sagan
O efsanevi kitaplıktan bugün geriye kalan bir mahzenden başka bir şey değildir. Mahzende belli belirsiz hala duran birkaç raf, bu eski kitaplıktan arta kalan tek tük eşyadır. Oysa burası gezegenin o zamanki en büyük kentinin şan, şeref ve düşünce merkeziydi. Dünya tarihinde ilk gerçek araştırma enstitüsünü oluşturuyordu. Bu kitaplığa gelip giden bilgiler evrenin uyumu anlamına gelen Kozmos'u inceliyorlardı.
İskenderiye Kitaplığı, biz insanların, dünyamıza ilişkin bilgiyi ilk olarak sistematik ve ciddi biçimde devşirebildiği merkezdi.
Erastotesnes'in yanı sıra, Hipparkus, Euklid, Trakyalı Dionisos... bu kitaplığın üyelerindendi. Fizyolog Herophilus, İskenderiyeli Heron, matemetikçi Apollonius bu kitaplığın gediklisiydi. Arşimet ve Batlamyus da İskenderiye okulundandır.
Kitaplığın kalbi, kitap koleksiyonuna ayrılan bölümüydü. Koleksiyon uzmanları dünyanın birçok kültür ve diline ait kitapları tararlardı. Yabancı ülkelere adam gönderip kitaplıklardaki kitapları toptan satın alırlardı. Her biri elle yazılmış papirüs tomarı olmak üzere kitaplıkta o zamanlar yarım milyon kitap bulunduğu sanılıyor.
Bütün bu kitaplara acaba ne oldu? Bunları yaratan klasik uygarlık yok oldu ve kitaplık kasten tahrip edildi. Bu eserlerden yalnızca küçük bir bölümü kalmıştır. Bazılarının da insanın içini burkan bölük pörçük parçaları.
Carl Sagan'ın Kozmos
kitabından
İskenderiye Kitaplığı, biz insanların, dünyamıza ilişkin bilgiyi ilk olarak sistematik ve ciddi biçimde devşirebildiği merkezdi.
Erastotesnes'in yanı sıra, Hipparkus, Euklid, Trakyalı Dionisos... bu kitaplığın üyelerindendi. Fizyolog Herophilus, İskenderiyeli Heron, matemetikçi Apollonius bu kitaplığın gediklisiydi. Arşimet ve Batlamyus da İskenderiye okulundandır.
Kitaplığın kalbi, kitap koleksiyonuna ayrılan bölümüydü. Koleksiyon uzmanları dünyanın birçok kültür ve diline ait kitapları tararlardı. Yabancı ülkelere adam gönderip kitaplıklardaki kitapları toptan satın alırlardı. Her biri elle yazılmış papirüs tomarı olmak üzere kitaplıkta o zamanlar yarım milyon kitap bulunduğu sanılıyor.
Bütün bu kitaplara acaba ne oldu? Bunları yaratan klasik uygarlık yok oldu ve kitaplık kasten tahrip edildi. Bu eserlerden yalnızca küçük bir bölümü kalmıştır. Bazılarının da insanın içini burkan bölük pörçük parçaları.
Carl Sagan'ın Kozmos
kitabından
Etiketler:
Bilim,
Carl Sagan,
Felsefe
Kağıt İçiciler - Pavese
Yeniden gördüm akçaağaçlarla sazlar arasında Ağustos
Ay'ını,
Belbo'nun çakıllı kumları üzerinde ve gümüşle doluşunu
o akarsudaki her çizginin. Ama içine kapanık arkadaşım,
benimle bir kütüğün üzerinde oturan, o göğü görmüyor,
ağaçları duymuyordu. Çevremde, bütün çevremde
büyük tepelerin yükseldiğini biliyordum.
(Pavese)
Etiketler:
Cesare Pavese,
Edebiyat,
Melankoli
Huzursuzluk Kitabı (sf. 414)
Kafenin terasından,titreyerek hayatı seyrediyorum. Şu apaydınlık, alabildiğine bana ait meydanda yoğunlaşan hayatın -o darmadağın şeyin- pek azını görebiliyorum. Sarhoşluğun ilk anına benzeyen bir durgunluk, nice şeylerin ruhunu anlatıyor bana. Dışımda, gelip geçenlerin ayak seslerinde, hareketlerinin ince ayarlı öfkesinde gözle görülür, ortak hayatın akıp gittiğini duyuyorum.
Bu saatte duyularım donuyor ve her şey farklı geliyor-duygularım karmaşık, açık bir hata, hayali bir akbaba gibi kanat çırpıyorum, yerimden hiç kıpırdamaksızın.
İdealleriyle yaşayan bir adam olarak en hararetle özlediğim şeyin sahiden de sadece şu masada, şu kafenin terasında oturmak olmadığını kim iddia edebilir?
...
Her şey külleri karıştırmak kadar boş, henüz şafağı bulmamış zaman kadar belirsiz.
Ve ışık varlıklara öyle dingince, öyle kusursuzca konuyor, onları hüzünle gülümseyen bir gerçekle öyle bir altın rengine boyuyor ki! Dünyanın olanca gizemi bakışlarıma kadar inerek sıradanlığın, sokaktaki seyirliğin kisvesine bürünüyor.
Ah! Gündelik hayat, hemen yanı başımızdaki gizeme nasıl da değip geçiyor! Şüpheyle gülümseyen Zaman, bu karmaşık ve insani hayatın ışıklanan yüzeyine nasıl da çıkıp Gizem'in dudaklarına yükseliyor! Bütün bunlar size ne kadar modern geliyor! Ve aslında hepsi eski, hepsi gizli ve hepsi, her bir şeyde parlayandan bambaşka bir anlamla mühürlenmiş!
Bu saatte duyularım donuyor ve her şey farklı geliyor-duygularım karmaşık, açık bir hata, hayali bir akbaba gibi kanat çırpıyorum, yerimden hiç kıpırdamaksızın.
İdealleriyle yaşayan bir adam olarak en hararetle özlediğim şeyin sahiden de sadece şu masada, şu kafenin terasında oturmak olmadığını kim iddia edebilir?
...
Her şey külleri karıştırmak kadar boş, henüz şafağı bulmamış zaman kadar belirsiz.
Ve ışık varlıklara öyle dingince, öyle kusursuzca konuyor, onları hüzünle gülümseyen bir gerçekle öyle bir altın rengine boyuyor ki! Dünyanın olanca gizemi bakışlarıma kadar inerek sıradanlığın, sokaktaki seyirliğin kisvesine bürünüyor.
Ah! Gündelik hayat, hemen yanı başımızdaki gizeme nasıl da değip geçiyor! Şüpheyle gülümseyen Zaman, bu karmaşık ve insani hayatın ışıklanan yüzeyine nasıl da çıkıp Gizem'in dudaklarına yükseliyor! Bütün bunlar size ne kadar modern geliyor! Ve aslında hepsi eski, hepsi gizli ve hepsi, her bir şeyde parlayandan bambaşka bir anlamla mühürlenmiş!
Etiketler:
Huzursuzluk Kitabı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)