Huzursuzluk Kitabı (sf. 414)

Kafenin terasından,titreyerek hayatı seyrediyorum. Şu apaydınlık, alabildiğine bana ait meydanda yoğunlaşan hayatın -o darmadağın şeyin- pek azını görebiliyorum. Sarhoşluğun ilk anına benzeyen bir durgunluk, nice şeylerin ruhunu anlatıyor bana. Dışımda, gelip geçenlerin ayak seslerinde, hareketlerinin ince ayarlı öfkesinde gözle görülür, ortak hayatın akıp gittiğini duyuyorum.
Bu saatte duyularım donuyor ve her şey farklı geliyor-duygularım karmaşık, açık bir hata, hayali bir akbaba gibi kanat çırpıyorum, yerimden hiç kıpırdamaksızın.

İdealleriyle yaşayan bir adam olarak en hararetle özlediğim şeyin sahiden de sadece şu masada, şu kafenin terasında oturmak olmadığını kim iddia edebilir?

...

Her şey külleri karıştırmak kadar boş, henüz şafağı bulmamış zaman kadar belirsiz.

Ve ışık varlıklara öyle dingince, öyle kusursuzca konuyor, onları hüzünle gülümseyen bir gerçekle öyle bir altın rengine boyuyor ki! Dünyanın olanca gizemi bakışlarıma kadar inerek sıradanlığın, sokaktaki seyirliğin kisvesine bürünüyor.

Ah! Gündelik hayat, hemen yanı başımızdaki gizeme nasıl da değip geçiyor! Şüpheyle gülümseyen Zaman, bu karmaşık ve insani hayatın ışıklanan yüzeyine nasıl da çıkıp Gizem'in dudaklarına yükseliyor! Bütün bunlar size ne kadar modern geliyor! Ve aslında hepsi eski, hepsi gizli ve hepsi, her bir şeyde parlayandan bambaşka bir anlamla mühürlenmiş!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder