Bataille'ın Masasındaki Fotoğraf

1910, Çin. 100 Bıçakla Ölüm töreni.

Bu işkenceyle ilgili resimler kısmen Dumas ve Carpeaux tarafından yayınlandı. Carpeaux bu işkenceye resmen tanık olduğunu belirtiyor.

25 Mart 1905'de Cheng-Pao şu imparatorluk fermanını yayınlamıştı:

"Moğol prensleri, Prens Ao Han Quan'ı öldürmekten suçlu bulunan Fou Tchou Li'nin yakılarak öldürülmesini talep ettiler ama imparator bu işkenceyi çok vahşi bularak Fou Tchou Li'nin Leng Tch ile (keserek parçalama) yavaş ölüme mahkum etti. Bu buyruğa uyulsun!".

Bu işkence  Manchou hanedanlığı dönemine aittir. (1644 - 1911)


"Bu fotoğraf, benim hayatımda yadsınmaz bir rol oynamıştır. Acıyı en çıplak haliyle gösteren, ayrıca baş döndürücü ve dayanılmaz bir yanı da olan bu resme bakıp düşüncelere dalmaktan hiçbir zaman kendimi alamadım."


Pekin'de, işkence sırasında, birçok kez fotoğrafı çekilen işkence altındaki kişinin açık görüntüsüne bağlanan dünya, bana göre, ışığın görüntülediği görüntülerle bize ulaşabilir olanların en boğucusudur. Gösterilen işkence, en ağır cinayetlere verilen Yüz parça cezasıdır. Klişelerinden biri, 1923'de, Georges Dumas'nın Traite de psychologie'sinde yayınlanmıştır. Ama yazar, hatalı olarak bu işkenceyi çok eski bir tarihe atfediyor ve ondan, tüyleri diken diken etme'nin örneğini vermek için söz ediyor: kafanın üzerine dikilmiş saçları! İşkenceyi uzatmak için, mahkuma bir miktar uyuşturucu verildiğini zannediyorum. Dumas kurbanın çizgilerinin esrimesel görüntüsü üzerinde duruyor. Kuşkusuz, en azından kısmen uyuşturucuya bağlı olan yadsınamaz bir görünümün fotoğrafta boğucu olan şeye eklendiğini tabii ki ekliyorum. 1925 yılında bu klişelerden birine sahip oldum. Bu klişe bana Fransa'nın ilk psikanalistlerinden biri olan doktor Borel tarafında verildi.  Bu klişenin yaşamımda belirleyici bir rolü oldu. Acının, aynı anda hem esritici ve hem de dayanılmaz olan bu görüntüsü yaşamım boyunca kafamdan çıkmamıştır. Marquis de Sade'ın, düşlediği gerçek işkenceye katılmadan görüntüden çekip çıkaracağı ama ulaşamamış olduğu yanı kafamda canlandırıyorum: bu görüntü, şu veya bu şekilde her zaman gözlerinin önündeydi. Ama Sade, bu görüntüyü, onsuz esrimesel ve şehvetsel çıkışın gözönüne getirilemeyeceği, yalnızlık içinde, en azından göreceli yalnızlık içinde görmek isterdi.

Çok sonraları, 1938'de, bir dostum beni Yoga pratiğinin içine soktu. Bu vesileyle, bu görüntünün şiddeti içindeki alt üst oluşun sonsuz bir değerini fark ettim. Bu şiddetten yola çıkarak -bugün hala kendime bundan daha çılgın, bundan daha korkunç bir şiddeti öneremem- o kadar alt üst oldum ki esrimeye ulaştım. Buradaki amacım temel bir bağlantıyı ortaya çıkarmaktır: dinsel esrime ile erotizmin - özellikle sadizmin- bağlantısı. En itiraf edilemeyenle en yükseğin bağlantısı. Bu kitap tüm insanlara ait olan sınırlı deneyim içinde değildir.

Bu olguyu kuşkulu hale getiremem...

Birden bire gördüğüm ve beni korkunun içine hapseden ama aynı zamanda beni kurtaran şey, tanrısal esrimeyle en uç korkunçluğu karşı karşıya getiren bu mükemmel karşıtlıkların özdeşliğidir.

Bana göre erotizmin tarihinin kaçınılmaz sonucu budur. Ama şunu eklemeliyim: kendi alanıyla sınırlanan erotizm, dinsel erotizm içinde verilen bu temel gerçeğe yani korkunçluğun ve dinselin özdeşliğine ulaşamayacaktır. Din, bütünün içinde, kurban etmenin üzerine kurulmuştur. Ama yalnızca bitmeyen bir kıvrım, içinde açıkça zıtlıkların birleşmiş göründüğü, içinde kurban etmede oluşan dinsel korkunçluğun erotizmin uçurumuna, erotizmin aydınlattığı son hıçkırıklara bağlandığı ana ulaşmayı sağlamıştır.

Georges Bataille

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder