Andres Fava'nın Güncesi'nden notlar - Julıo Cortaz.ar

Yaşamım ile kendimin iki ayrı şey olduğunu duyumsarım, ve keşke yaşamı sırtımdan bir ceket gibi çıkarabilsem derim, bir iskemlenin arkasına asabilsem bir süre, bir düzlemden ötekine atlayabilsem, tek tip ve hep süren bir aktarıma kaçabilsem. Sonra onu yeniden sırtıma geçirebilsem ya da başka bir tane arayabilsem. Yalnızca tek bir yaşamımızın olması ya da yaşamın yalnızca tek bir biçimde oluşması, sürüp gitmesi öylesine usanç verir ki. Olaylarla ne denli dolarsa dolsun, iyi tasarlanmış ve gerçekleştirilmiş bir yazgıyla ne denli güzelleştirilirse güzelleştirilsin, kalıp hep aynı, o tek kalıp: on beş yıl, yirmi beş yıl, kırk yıl-geçit. Yaşamı gözlerimiz gibi taşırız. Bize en uygun biçimde yerleştirilmiş gözlerimiz gibi; gözler uzamın geleceğini görür, nasıl ki yaşam zamandan hep bir adım önceyse.

Hilozoizm, canlı-maddecilik, insanın, yengeci yaşama, taşı yaşama, bir-palmiyeden-görme kaygısı. Şair bu yüzden yabancılaşır.

Kişiyi başkaldırıya iten hep aynı geçidin yinelenmesi, sonsuza dek tek bir örnekçenin geçerli olduğunu bilmek. Bireyselliğin rastlantılar dışında olmadığını bilmek; gerçekten önemi olan şey dışında, telefon rehberi gibiyiz, böyle bir örnek, böyle simetrik ölü külleri mahzenleri,
hep aynı şey, aynı geçit.

Bu insandan kaçma değil. Yaşamdan sakınma da değil, güzelim yaşamdan. Benim evrensel olma yanım bu. Panteizm deyin buna isterseniz. Panantropizm. Ama her şey birden olmak dünya canlısı ya da dünya-göz olmak istediğimden değil; benim istediğim, dünya ben olayım, benim yeryüzünde canlı olarak duruşumun sınırları olmasın. Argos, hep göz müdür?

Gözlerin hepsi, Argos.


***




Epigraf Kuramı

Epigraf hemen hemen her zaman bir şiir ya da bir romanın yazılışı sırasında ya da yazıldıktan sonra ortaya çıkar. Bir yazının yazılmasına yol açtığı pek görülmez. Ama hep etkindir; kitabı dışardan omuza değdirilmiş bir kılıç dokunduruşu gibi imler. Yaşamım boyunca Jean Cocteau'nun Le Grand Ecart'ından alınmış şu tümceye bir kitap yazma katına çıkamadığım için yazıklanmışımdır: "Cam ırkını kesen elmas ırkındandı"

Düşgücünüz ve mizah duygunuzun ardına düşüp, herhangi biri, öylesine bir yer, başka bir sefer için nefis bir kullanıma hazır epigraf seçkisi derleyebilirsiniz. Bugün Simone de Baauvoir'in L'invitee'sini buldum:

"Geri kalan zamanıysa tek başına geçiriyordu: sinemaya gidiyor, okuyor, alçakgönüllü ve inatçı düşler kurarak Paris'i dolaşıyordu."

Ve bir tane daha: "O zamanlar genç olmak hiç de iç açıcı bir durum değildi."


Yıllardır bir yana bıraktığım bir kitabı açıp sayfanın kıyısına köşesine yeşil kalemle (annemin evinde) ya da siyah mürekkeple (öğrencilik günlerinde) düşülmüş notlar bulmak. Bir şey düşünüp yazdığımı ve aynı metnin önünde artık böyle düşünmediğimi ya da başka türlü düşündüğümü fark ediyorum. Zekanın kullanıma hazır, el altında olması. Kendi içinde değişiklik göstermeyen verili bir neden, kendine ters düşen, ikinci ya da benzer etkilere yol açar. Bunu yazan gerçekten de ben miymişim? O gün acaba hangi özel ilinti beni bu kitapla birleştirdi? Annemin salonunun rengi mi, üstümdeki robe de chombre mı? Artık hiç de paylaşmadığım, neredeyse hiç kabullenmeyeceğim -bana son derece yabancı düşen- bu düşüncenin doğmasında ne etkili acaba?




**
...Keyfi kaçmış bir arkadaşa rastlıyorum, işindeki bir sorundan dolayı canından bezmiş. Dışarıdan, yazı masasının kıyısından, ona kişisel olarak ilişmeyen bir konuda kaygılanmasını saçma bulmak kolay (birinin sorununu vekaleten, ikinci elden yaşamak: çalışkan işçinin, dürüst yöneticinin kara yazgısı). Kendime soruyorum bazen, evrensel ölçütle karşılaştırıldığında işin saçmalığı kafasına dank ediyor mu, bazen şöyle bir geri adım atınca gözünün önündeki koskoca canavar birden havada uçan sineğe dönüşüyor mu? Tekniği bilirsen ötesi kolay. Baruch Spinoza, ne domuzdur o. Biri öldüğünde, vurdumduymazın biri dedi ki bana:

-Böyle durumlarda olan bitenin beni etkilemesine izin vermem; hemen fizikötesine sığınırım.

-Belli ki ölen sevgiliniz değildi, diye yanıtladım.

Bir olabilse...Laforgue'un o kesin, yok eden evrensel oran duygusuna hep hayran olmuşumdur. Gerçekliğe gezegensel bir ölçekte bakan Fransız tek şair. Kaçan tren, lekelenen bir takım elbise karşısında bütünlük bilincini hiç yitirmemek, olup biteni hiçe, hiçten de aza indirgemek. Belli ki ölen sevdiğiniz değildi. Ah Andres, başın da ciğerin de ağrımaya başladı, bu önemsizlik karartıyor her şeyini senin, il sole e l'altre stelle, güneşini ve öteki yıldızını...

Bir yaşam kayıyor elinden, önceki öldürülenler gibi, evrenin filan canı cehenneme. Benlik tek başına duruyor öylece, kanını emiyor dünyanın tek gözüyle -hiçbir şey görmeden....


***

Leopoldo Marechal:

İki sayısıyla doğar hüzün ve acı.

Bambaşka, uzak bir köşeden, Cesar Vallejo:

Sayısız ikilerle, ah! Ne yaman yalnızsındır!

Bana Giono'dan söz ettiklerinde ben de.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder