Visconti & Mann

Venedik’te Ölüm Visconti ile Mann’ın gerçek bir ruh akrabalığı taşıdığı bir kitaptır. Yazarla yönetmen insana bakışlarında soylu entelektüel titizlikleriyle belirirler.

Yönetmen Visconti kitabı senaryolaştırırken bir felsefeci yazar olarak anlatılan başkişiyi Prof. Gustav von Aschenbach'ı ünlü bir Alman besteci olarak değiştirir. Gustav Mahler'in mü­ziği de pek çok bölümde yer alır, 5. Senfoni. Bu anıştırma elbette bir metafor olarak da düşünülebilir. Mann’ın yakın dostu Mahler’le güzelliği kadar aşkları, parlak kişiliği çok yerde sık sık anılan eşi Alma Mahler evliliklerinde acaba bir gözün önündeki örtü gibi midir?

Hem Mann, hem Visconti tensel doyumsuzlukları, kuşkuları, yozlaşmaları, tükenişi aynı adamda fakat bir sanatçıda, düşünürde göstererek sanki ortak bir paydada-buluşmuşlardır. Mann'in kitapta felsefeci yazar diye çizilen, yaşlılığının sorularıyla özgeçmişiyle didişen roman kahramanına yaklaşımı; yönetmende, ayrı bir yola geçişle belirgin bir değişime uğrar.

 Filmin en etkili sahneleri Venedik’e ulaşamamış savaşın neredeyse bir adım uzağında yaşananlardan kurulur. Savaştan kaçan soylu bir ailenin kaldığı oteldeki kişilerin, tanışmasalar
bile, arkalarından esen bastırılmış ortak kaygı havasıyla, örtülü tedirginliklerinde odaklaşır.
Gustav von Aschenbach’tn Venedik’e adımını attığı anda karşılaştığı ilk kişi yüzü utan­mazca boyalı, giyimi aşırı süslü yaşlı bir adamdır. Unrat’ın başka bir yansıması sanki. Besteci­nin toplumla ilişkilerinde, sorularıyla deştiği hayatının verdiği doyumsuzluk sonucu geçirdiği bunalım; kişiliğinde peş peşe gedikler açmaktadır. Bu geziyi de bundan ötürü gereksinmiştir. Çevresindeki ortamdan kurtulmak, iç dünyasında bir şeyleri sağaltır diye ummaktadır. Vene­dik’e adım atar atmaz ilk karşılaştığı o kişi bir kötü habercidir sanki. Bedenin gemlenmez isteklerinin karşı konmazlığını ön bakıcısı, o boyalı yüzlü, o süslü yaşlı adam, Von Aschenbach’ı ürkütmüş, hatta tiksindirmiştir. Sarsıcı çelişkileri içinde otelde yerini alır. Venedik onda yaşlılık, ölüm fikrini başka bir boyutta kışkırtacaktır oysa. Kendisiyle yüzleşmenin ilk keskin yarılmasıdır bu.

Kansı Alma Mahler’e olan tutkunluğu nedeniyle, tanıyanların da, özel tarihlerinin de her şeye razı bir aşık olarak anlattığı Gustav Mahler’in gölgedeki portresi midir Visconti’nin çizdi­ği; önde görünenin ardındaki saklı bir pentimento mudur? Bir melek yüzlünün, ulaşılmaz, ölümcül güzelliğinde eriyip; kösnüllüğün arsız iştahına kayışın, bir gizemin art arda gelen karşılaşmalar sonucu gündelik hayatın bunaltıcı egemenliğini silmesi olarak da düşünülebilir bu sahneler.


Besteci yıllanmış alışkanlıklarının bedensel duyarlığını da körelttiği, örselediği bir dünyanın dışındadır sanki. Çok özel bir zaman oluverir oteldeki günler. Dilleri anlaşılmayan, soy­lu, güzellikleriyle göz alan ailenin tüm bireylerinin yemeğe inişi, otel müşterileri arasında kim­senin yönelmekten kendini alıkoyamadığı bir odak noktasına dönüşür. Yumuşak seslerden örülen dillerinin, Lehçe mi Rusça mı, Macarca mı olduğunun çıkarılamaması, özel bir aylâ ile donatıp daha da çekici kılar bu grubu. İpek tuallerle, pastel satenlerle, titreşen otrişlerle, de­ğerli takılarla bezeli seçkin bir incelikle giyinen genç güzel anne “Silvana Mangano" otel çalışanlarıyla ancak gerektiğinde Fransızca konuşur. Her an emre hazırdır dadı. Çocuklar, büyümenin ilk adımlarını süren oğul, melek yüzlü benzersiz Tadzio (Bjöm Andersen), nazik uçucu kızkardeşler. Lobide çevresini süzen Ashencbach’ın Tadzio’yu gördüğü o an...


Bu tam on ikiden vurulma anıdır. Henüz delikanlılığa geçişin ilk adımını denemekte olan, benzersiz bir mermerin pürüzsüz parıltısıyla ışıyan erişilmez güzellikteki tanrısal bir var­lık. Leopar filminde Prens Fabrizio’nun (Burt Lancester) yeğeninin nişanlısı güzel Angelica’yı görüşüyle irkilmesi gibidir bir anlamda bu durum. Prens yaşlılığının ayrımına varıp “çekilme­yi” bildiği halde, Aschenbach kendini bu güzelliğe doludizgin koyverecektir. Alınyazısının ka­ranlık zorlayıcılığını kesinlikle sezen, hatta bundan haz bile duyan Gustav von Aschenbach, yine de, başta otelden ayrılmayı dener. Bir aksilik sonucu yeniden otele dönmek zorunda ka­lırsa da. bu dönüş, için için tomurcuklanan bir sevincin de gözlerine yansıdığı andır. Unutul­maz aktör Dirk Bogarde “Gustav von Aschenbach"ta ailenin otelden ayrılma gününde Tadzio’yu plajda aradığı, tutkuyla izlediği sahnede kaydırmalarla çizilen görüntülerle verilir. Yap­macık bir pembeyle canlandırılmış yüzünde, boyalı saçlarının karası akan ve artık gerçekten ölüme doğru yol alan yaşlı adamı oynarken izleyiciyi acımaktan, anlamaktan, uzaklaşmaya dek karışık duygulara iter.



Çok soru barındıran bu trajedi Visconti’nin seçtiği besteci kimliğinde Mahler’in 5. Senfoni’sinin kullanılmasıyla, daha da yoğunlaşır. Salgın bir hastalığın kol gezmeye başladığı Vene­dik’teki Gustav von Aschenbach’ın Hotel des Bains’in kimsesiz plajında ölümü sorgulamasına, hayatta çekilenlerle, makbul sayılan önerilerin işe yaramadığının kapalı bir yanıtı mıdır? Ya da gerçekten durum gösterildiği denli kapalı mıdır?


“Güzelliği nerede görürsen sarıl...” Ütopyanın dayanılmaz gücünü ulaşılmazlığından alı­şı sanatı az mı zenginleştirdi? Bir otel lobisinde gördüğü güzelliğin, gencecik bir oğlanın vurgunundaki cinselliğinde, o düşsel bedenin ulaşılmazlığında; kendi varlığının eriyip gidişi nere­deyse mutluluktur Gustav von Aschenbach için.

Bir burjuva tüccar sınıfından gelme Thomas Mann’la, soylu Visconti güçlü bir ortak du­yarlıkta kesişmişlerdir Venedik’te Ölüm’de...

*
Furuzan





 Death in Venice (1971) Directed by Luchino Visconti

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder