FRANCİS BACON (selfportraits)







Beden figürdür, daha doğrusu Figürün maddesidir. Beden yapı değil, figürdür.
Bir portreci olarak Bacon'ın resmettiği şey yüz değil baştır. Bu ikisi arasında büyük fark vardır. Zira yüz, başı kaplayıp örten yapılaşmış bir uzamsal organizasyondur, baş ise, uç noktayı oluştursa da bedene bağlı bir uzuvdur. Bu, zihni olmadığı anlamına gelmez, ama bu, baş, beden olan bir zihindir, bedensel ve yaşamsal nefes, hayvan zihnidir, bu, insanın hayvan zihnidir: domuz zihni, bufalo zihni, köpek zihni, yarasa zihni...Bu Bacon'ın bir portreci olarak yürüttüğü çok özel bir projedir: yüzü silip atmak, yüzün altında saklı başı keşfetmek ya da onu yüzeye çıkarmak.

Bacon'ın resmi, biçimlerin birbirine tekabül etmesi yerine hayvanla insan arasında bir ayırdedilemezlik, karar verilemezlik bölgesi meydana getirir. insan, hayvan olur, ama bu olurken hayvan da zihin, insan zihni, aynada Eumenides ya da Yazgı olarak sunulan fiziksel zihin olur. Bu asla biçimlerin biraraya gelmesi değil, daha ziyade ortak bir olgudur: insanla hayvanın ortak olgusu. Öyleki Bacon'un en fazla tecride uğramış figürü bile zaten çiftlenmiş bir figürdür, belli belirsiz bir boğa güreşinde, hayvanıyla çiftlenmiş insan figürü.

Bu nesnel ayırdedilmezlik bölgesi ama et ya da ten  olarak bedenin tümüydü.
...



Bacon "hayvanlara acıyın" demez, daha ziyade, acı çeken tüm insanlar birer et parçasıdır, der. Et, insan ile hayvann ortak bölgesi, ayırdedilemezlik bölgesidir, ressamın kendini, dehşetini ya da merhametinin nesneleriyle özdeşleştirdiği durumun kendisi, "olgusudur." Kuşkusuz ressam kasap rolündedir, fakat Çarmıha Gerilmiş olan için hazırladığı etiyle, bu kasap dükkanında sanki kilisedeymiş gibi durur. " Mezbahalar ve etle ilgili imgeler beni her zaman çok etkilemiştir, bunlar benim için Çarmıha Gerilmenin ifade ettiği şeye yakından bağlıdır...Şüphe yok ki, biz etten oluşmuşuz, güç halindeki iskeletleriz. Kasaba gittiğimde neden orada, o hayvanın yerinde olmadığım sorusu beni hep şaşırtmıştır..." XVIII. yüzyıl sonunda romancı Moritz "tuhaf hisler" içindeki bir kişiyi betimler: Tecrit edilmenin en uç noktasındaki duyumsaması, neredeyse hiçliğe varan bir anlam yoksunluğu; "parçalanarak öldürülen" dört kişinin işkenceli infazına katıldığı sırada yaşadığı dehşet; bu kişilerin "tekerlek üzerine" ya da tırabzana atılmış uzuvları; her birimizin bunlardan ibaret olduğuna, bütün bu saçılmış etlerden oluştuğumuza, izleyicinin zaten gösterinin "gezgin ten yığını"nın içinde olduğuna dair kesinlik; ardından, hayvanların bile insandan oluştuğuna, bizlerin de suçludan ya da sürü hayvanından oluştuğumuza dair çok canlı bir fikir; ve sonrasında ölmekte olan hayvan karşısında duyulan bu büyülenme, "bir dana, kelle, gözler, burun ucu, burun delikleri... hayvanı gözünü kırpmadan izlerken kendini öyle kaybetmişti ki bir an için böylesi bir varlığın varoluş tarzını gerçekten hissettiğini sanıyordu... kısacası, insanlar içinde bir köpek mi yoksa başka bir hayvan mı olduğu çocukluğundan beri düşüncelerini meşgul ediyordu." Moritz'in sayfaları harikadır. Burada ne insanla hayvan arasında bir düzenleme, ne de bir benzerlik vardır, bu, bir zemin özdeşliği, bu her tür hissi özdeşleştirmeden daha derin bir ayırdedilemezlik bölgesidir:

Acı çeken insan bir hayvan, acı çeken hayvansa bir insandır. Oluşun gerçekliğidir bu. Sanatta, siyasette, dinde veya başka bir alanda devrimci olup da, bir hayvandan başka bir şey olmadığı o sıradışı anın farkına vararak, ölen danaların sorumluluğunu değil de, ölen danalar karşısında sorumluluk hissetmeyen biri var mıdır?

Duyumsamanın Mantığı
sf. 28 - 32
Gilles Deleuze





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder