for good end ever,
dönüşü yok nasılsa, iyi olabileceksem, bari şimdi olayım. Peki, öleceksem, iyi olabilir miyim acaba? Ölümün kesinliği, ahlaki olan her şeye ters düşmez, bozmaz mı? İyi olmak hep bir şeyleri unutmak, eğlencenin hep süreceğine inanmaktır. Köpeksilik değil bu; neden derseniz, iyi olmamak, her zaman da kötülüğe varmayan birçok değişik durumu kuşatır. Demek istediğim, ölümün kesinliği her zaman da YMCA'nın umduğu gibi yardımcı olmaz, birden size sarılıp eşsiz bir şeyler söylememi sağlamaz. Gerçekten öleceğini bilen insanın canı burnundadır, dalga geçecek hali olmaz.
***
Yapılacak tek şey çekip gitmek. Kalmak artık yalan; yapı, uzamı silmeden bölümlere ayıran duvarlar.
Birden, bir odanın ortasında kalakalmak, yalnızca burada olmak istediğim için burada olduğumun ayırdına varmak. Elimi uzatıp azıcık boşlukta gezdirmek yeterli olacak ve o temel gedikten hiçliğe kaymak için...
Gerçek, yaşamda olup bitmeli, işte böyle; usulca elimi uzatıyorum, boşluğa dokunuyorum, gedikten iniveriyorum. Ölmek ise, öte yandan edilgen bir hiçliğe geçiş gibi.
Kendini öldürmek, orta yol: kendi elinle gedik açmak.
İnsanın alabileceği en kusursuz tavır, kalmaktır; Varım, o halde kalıyorum, ve tam tersi. 'İnsan' derken olumlayarak söylemiyorum. En gerçek insan tavrı, geçerli olan tavır bundan başkası olamaz; Beni bu dünyaya getirmişler, bu istemsiz gelişime aşağılık bir tepki olmayacak hiçbir şey gelmez elimden, hiçbir şeyim yoktur bu dünyada. O halde, işte burada boşluğu şöyle bir yoklamak üzere elinizi uzatmaya yeltenebilirsiniz, tıpkı bir balığın balıkçının ağını yokladığı gibi.
En hüzünlü düşünce: gedik uzamda değildir, zamandadır.
Avuntu: elinizi her anı karşılamak üzere hazır bulundurun.
***
Kağıt üzerinde stoacılık.
Stoa baştan sona tekniktir, bir alışma süreci. Önsel bir amaç belirlemeden yola koyulma, ama emin olarak (artık düşünmeden, bir piyanistin yirmi ölçü sonrasında ne yapacağını bilmesi gibi)
***
Yolculuğun zevki, bilinmeze atılmaktan çok, coğrafyanın ötesinde ve sanki bizim bir parçamız olan bildik koşullara karşı çıkmaktadır; bu alışılmışlığın, bir ağacın yeşilleri ve dalları arasına kısılmış hava gibi kendine özgü bir kokusu, bir rengi ve elle tutulmayan ama yer kaplayan bir biçimi vardır.
Yaşam alanım birden içime bir dehşet salar, çünkü bu çevre onulmaz biçimde taşlaştırmaktadır beni; A ya da B değil de, bu olmamın kararlılığı. Yolculuğa çıkmak uzamsal bir gelecek kurmaktır. Yok eğer yerimde kalırsam, zamansal geleceği de yok etmiş, onu bir kibrit kutusu geleceğe feda etmiş, hafta sonları polisiye öyküler, perşembeleri olga ve pazarları sinema karşılığında bırakmış olurum. Dolabımdaki gömlek sayısını bilirim. Büromun duvarı omurgamdır. Bir çorba, sonra bir çorba daha. Sonra bu mavi koltuk.
Yolculuk çözüm değildir. Sakın buna inanacak kadar geri zekalı olmayın. Değeri -hem de ne değer- her şeyi yeniden sorunsallaştırabilmesindedir. Kim gidip dolaşıp geri dönerse, gözlerini de açık tuttuysa, kafesinin biçimini, açısını, kaçışı kolaylaştıran geçitleri daha iyi bilecektir.
***
Öyle dizeler var ki, nereye gitsem peşimdeler; bir süre uzaklaşsalar da daha hevesle döner gelirler. Bunlar avuçta, şapkanın deri bandında, cüzdanımın en küçük gözünde pullarla, otomatik çekilmiş vesikalık fotoğrafların arasına karışmış, taşınması gereken varlıklardır; tıpkı Michaux'nun kilit kemiren küçük hayvanı gibi; bunların elinden tutup gezdireceksin ve ara sıra bir şeylerle besleyeceksin, kendilerini oluşturan sözcükler bile olsa yedikleri.
Dün geceden beri kafama Patrick Waldberg'in dizesi takıldı;
Par le coeaur vloue sur une ruine
Yıkıntılara çivilenmiş yürekle
Bu kadarcık; kalanı ben yerleştiriyorum, ya da bir gidip bir geliyor kulağıma. İyi bir böcek, bir çekirge ya da bir uğurböceciği; sevilip okşanacak bir böcecik.
Par le coeaur vloue sur une ruine
Yıkıntılara çivilenmiş yürekle
Bu kadarcık; kalanı ben yerleştiriyorum, ya da bir gidip bir geliyor kulağıma. İyi bir böcek, bir çekirge ya da bir uğurböceciği; sevilip okşanacak bir böcecik.
***
Sokağa çıkma gereksinmem, kendimin dışına çıkınca özgür, alabildiğine özgür.
***
Bin gözlü Argos, insanın umarsız söylencesi. Belki de yalnızca bir tek yaratık olduğumuza ilişkin kanıtlanmamış bir kuşku. (Borges'in El Zahir öyküsündeki gibi)
Argos, her şeyi aynı anda, hemen, şu an, burada görebilmek gibi insanca bir istek.
(...)
...Bel ki de böyle günce tutmak Arjantinlilerin işi; kahve gibi -yaşamın ağızdan tutulan güncesi-, zincirlenen kadınlar, kolay iş güç ve uysal, hüzünlü yığınlar. Başı sonu belli, tutarlı bir düzeni, bir biçemi olan bütünlüklü bir yapı oluşturmak ne kadar da zor görünüyor. Üstelik, bir günce tutabilmek için onu hak etmek gerek. Gide ya da T.E. Lawrence gibi. Günce, kaynayan şurubun üstünü bağlayan incecik dantel. Köpürmek, evet ama boş sahanların üstünü tutmaz köpük. İyi yaşadıysam, iyi öldüysem, dolanıp durduğum yer sağlam zemin olabildiyse, bayılarak yediğim kendi kendine acıma jölesi olmadıysa, köpük de tutar; söylenmeden kalan şeyler sözcüklere dökülebilir, köpük artıkları, kavgadan kalanlar...
Yaşam günlüğünde ölüler anlatılmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder