ODA, bis



Artist's Room in Neulengbach - Egon Schiele



fotoğraf: e.b.
Egon Schiele'nin "Sanatçının Odası" (1914) tablosunu bilmiyordum, onunla yeni karşılaştım. Kimin gelmez, hemen aklıma Van Gogh'un Arles'daki "Otel Odası" (1888) geldi, çok mürekkep akıtmış bir yapıt. Schiele görmüş müydü o yapıtı, görmediyse ne tuhaf kesişmedir.

Bilen bilir, peş peşe içine girdiğim (ne tuhaf kesişmeydi) iki yatak odası, Barcelona'da Gaudi'ninki, La Rochella'de Loti'ninki, bir hafta arayla, hem de nasıl dağlamıştı içimi: Onca süslü iki dünya, onca yalın, yalınkat, yalnız iki yatak odası.


Van Gogh'un odası, benim gözümde Arles'daki değildir: Auvers-sur Oise'dai son oda, yalnız iki yatak odası.


O gün bugün
belleğimde çivi gibi.




Gene de Arles'daki odaya dönüp baktığımda, ne anlaşılır ayrılmadır, Schiele'nin resminden doğan güçlü anıştırma duygusu çarçabuk dağılıyor: Hayata nasıl da farklı baktıklarını görüyorum, onları yan yana koyduğumda.

  Renk, perspektif, basınç
  bana bunu söylüyor,
  söyletiyor.  


***
Van Gogh’un ünlü tablosuyla Egon Schiele’nin ünsüz tablosu, otuz yıl arayla, aynı metafizik karkası çiziyor: Ressamın, itildiği Dünya'dan kendisine, adasına, inine çekilişinin yürek daraltıcı öyküsü bu.
Sanatçının yekpare bir terkedilmiş olarak portresi. Öylesine ücraya çekilmiş ki, odasında, içine yansıyacağı bir aynası bile yok. yüzünü görecek olsa, oraya sinmiş ürkünç yalnızlık gölgesinden korkup bir yerlerini paralayacak.

Bu iki yapıtın pek çok ortak noktasından biri, handiyse içbükeyleştirilmiş bir oda görüntüsü oluşturmaları: Kavruk, içine çeken, dışına güç bela sızıntı verebilen bir uzam sıkıştırıyor bakanı.

İki ayrı metnimde, iki ayrı odaya, Loti ve Gaudi’ninkilere uzanmıştım: Yapıtlarının süssü yanıyla taban tabana zıt, bir keşiş hücresini çağrıştıran o çıplak odalarla kıyaslandığında, Van Gogh ve Schiele'nin odalarına sinen yalnızlık kokusunun farklı olduğunu görüyorum ben. Loti de, Gaudi de, içine karıştıkları toplumlarla savaşlarına karşın, bir biçimde kabul edilmişlerdi: Onları uykusuz bırakan ortamla uyku coğrafyaları arasına bir hat döşemeyi başarmış olduklarını, bir içeşik ile özel yaşamlarının gizli, kuytu boyutunda kendilerini yalıtmayı becerdiklerini kanıtlıyordu odaları.

Van Gogh ile Schiele’de eşik sıfırlanıyor. Dünya, Oda'ya kadar sokulmuş, onları bu dörtduvarın ortasında sıkıştırmıştır. Can havliyle, tuvalin dörtduvarı, dört çıtası arasına, onlara kalan son beldeyi, son karışı aktarmış gibidirler. Dünyanın dibi, uç karesi, karakaresidir artık Oda, odaları. Çığlıkları, ünlü ünsüz, duvarlara çarpıp kırılacak, ufalanacak.

Bir de yatakları var ki: İki odada da durum aynı: Döşek mi, mezar mı, belli değil şimdi.

2001

Dönmekle iyi yapmadın, Arthur Rimbaud

Rene Char'ın, "Gitmekle iyi yaptın Arthur Rimbaud!" şiirine bir seferinde sokulmuştum. Bu yolcu bavulu onunkisi. Birlikte gidilmiş, dönülmüş. Dönmekle iyi yapmadın, Arthur Rimbaud: Dönüş yolunun belirsiz bir noktasında kalmış olsaydın, belki öldüğünü öğrenemeyecektik.

Bir bavula neler sığar?

İşe koşulduğunda, içereceklerinin olası bir dökümünü yapmak daha kolay: Giysi çaput, birkaç çamaşır, 'elzem' sayılan biriki araç, Rimbaud örneğinde ola ki defter kalem -yanına herhangi bir kitap almış mıdır?

Artık işi bitmiş. Arthur'la birlikte son yolculuğunu tamamladığında, güneydeki bir hastane odasında, son yoluna çıkan yolcusu son nefesini salıverdiğinde garip, ikinci bir yolculuk yaşamına hak kazanmış: Şimdi bir ikona olarak yeryüzünü dolaşıyor ara sıra, Rimbaud'yu konu edinen sergilerde başköşeye yerleşiyor -büyük serüvenin en geveze, oysa en suskun tanığı.



Bir belge nicedir: Hücrelerine nüfuz etmiş anı kırıntılarını ele vermekten aciz.

Bir düş bavulu. Açıldığında Pandora'nın kutusu, kapandığında giz deposu.

Hangi aşamada, nereden almış olmalı onu? Biliniyordur, ben sergileri gezdim, gördüm; elimde, 1987'de Venedik'e giderken bir bit pazarından aldığım, sanırım Rimbaud'unkiyle yaşıt, açma kapama mekanizması sonradan bozulan ve onarmayı artık kimsenin bilmediği, derisi kurumuş, üzerinde eprimiş yol etiketleri yeralan bir çanta var, onu tanıyorum: Yolculuklar, kulak kabartmayı biliyorsak, onlardan belli belirsiz fısıldar.

Araştırmacılar, düşe hücum serüvencileri sık sık Rimbaud hayaletini kovalamaya, Afrika'ya yola çıktılar. Kalın, bulutla sisle kaplı kitaplarla dönüldü. Şairin loş, bulanık bir fotoğrafının uzun uzadıya bakıldığında söyleyebileceklerinden fazlasına eriştiğimiz söylenemez.

Herşey, kaldı ki bu bavulun özel tarihinde kayıtlıdır. Bir gün bavulların dilini sökecek uzmanlar yetişir, yaşadıkları yolculukların köşe bucağını böylece öğreniriz.

Beklerken, kendi bavullarımıza dikkat kesilelim.

E.B.

GİTMEKLE İYİ ETTİN ARTHUR RİMBAUD



Gitmekle iyi ettin Arthur Rimbaud! İyi ettin dostluğa, düşmanlığa, Parisli ozanların budalalıklarına, Ardenli biraz kaçık ailenin kısır arı vızıltısına boyun eğmeyen onsekiz yılını enginlerin yelkenlerine saçmakla, mevsimsiz giyotinlerin bıçağı altında yatmakla.


 Hayvanların cehennemi, düzenbazların alışverişi ve sıradan adamların merhabası uğruna tembellerin bulvarını, sidik-sazlı kahveleri bırakışında haklıydın.


 Beden ve ruhun bu saçma atılımı, havaya uçurarak hedefini bulan top güllesi, işte bunlardır yaşamı bir
erkeğin! Çocukluktan çıkar çıkmaz, sonsuza dek kişioğlunu boğazlayamaz insan. Volkanlar pek az yer değiştirirlerse de, lavları dünyanın büyük boşluğunu bir baştan bir başa dolaşır ve yaralarında türkü söyleyen erdemler getirir ona.

Gitmekle iyi ettin Arthur Rimbaud! Olası mutluluğa kanıtsız inanabilecek
 birkaç kişiyiz, senin yanında.   

Rene Char
(Türkçesi: Özdemir İnce)

Bataille Okumaları



Yazarken gök gürültüsünü ve rüzgarın uğultusunu dinliyorum: Yeryüzünün zaman içindeki fırtınalarını, gürültüsünü, şimşeğini keşfediyorum. Baştan sonra gürültülerle dolu ve kalbimin kanı pompalaması kadar basit bir şekilde ölümü pompalayan bu sınırsız zamanda ve gökte aniden şiddetlenen canlı bir devinimin beni sürüklediğini hissediyorum. Penceremin kanatları arasından, savaşların kudurganlığını, yüzyılların öfkeli mutsuzluğunu alıp götüren sonsuz bir rüzgar esiyor. Yıldırım aşkına gerekli olan körleşmeyi ve kanı talep eden bir öfkem yok mu benim de? Artık yalnızca, -ölümü gereksinen- bir nefret çığlığı olmak isterdim - ve birbirlerini parçalayan köpeklerden daha güzel bir şey yoktur!- ama ben yorgunum, heyecanlıyım...


"Şimdi tüm hava ısındı, yeryüzünün soluğu kavruldu. Şimdi hepiniz çıplak, iyi ve kötü, geziniyorsunuz. Ve bu, bilgiye tutkun insan için, bir şenliktir." (1882 -1884; Güç İStenci, II. s.99)

"Düşünürlerin en derin yazgıları çevrimsel yollar izleyenler değildir: Devasa bir evreni olduğu gibi kendi içini de gören ve samanyollarını kendi içinde taşıyan kişi tüm samanyollarının ne kadar düzensiz olduğunu da bilir; bu samanyolları da kaosa ve varlığın labirentine götürür." (Şen Bilgi, 332.) 


Bir gün kendi kanımla son sözlerimi yazma olanağım olsaydı şunu yazardım: "Yaşadığım, söylediğim, yazdığım -sevdiğim- her şeyin iletildiğini düşünüyorum. Böyle olmasa yaşayamazdım. Yalnız başına yaşarken, bir çölde yalnız okuyuculardan söz etmek! Edebiyatı - hafifçe okşamaları, kabul etmek! Benim yapabildiğim şey, elimden gelen tek şey- kendimi oynamaktı ve bugün savaş alanlarında amaçsızca yatan mutsuzlar gibi tümcelerimin içinde ölüyorum." "Benimle alay ediyor, sağ kalıyor," diyerek gülünsün, omuz silkinsin istiyorum. Doğrudur, sağ kalıyorum ve hatta anında neşe doluyorum, ama şunu kabul ediyorum: "Kitabımda, sana, tam olarak oyunun içinde olmadığım izlenimi veriyorsam, bu kitabı at; buna karşılık, eğer beni okurken, seni oyunun içine sokan hiçbir şey bulamıyorsan - dinle beni: Ölünceye kadar tüm yaşamın boyunca - okuman sendeki kokuşmuşluğu kokuşturuyor."

"Yalnızlar arasında yalnız olan bizler - çünkü bilimin etkisiyle ancak orada olabiliriz- neredeyiz, insan için bir arkadaşı nerede bulacağız? Eskiden herkes için bir kral, bir baba, bir yargıç arıyorduk, çünkü gerçek krallardan, babalardan, yargıçlardan yoksunduk. Daha ilerde bir dost arayacağız - insanlar bağımsız, göz kamaştıran sistemler haline gelecekler, ama yalnız olacaklar. Bu durumda mitolojik içgüdü bir dost arayacaktır. (1881 -1882;  Güç İStenci, II. s. 365)


"Yazgıları olan insanlar, kendilerini taşırken yazgılarını taşıyanlar, tüm kahraman hamallar ırkı. Ah! Bazen kendiliklerinden dinlenmeyi ne kadar çok isterler! Altında ezildikleri ağırlıktan onları en azından birkaç saat için kurtaracak sağlam sırtlara, güçlü yüreklere ne kadar da çok susamışlar! Ve bu susamışlık ne kadar da boş!... Bekliyorlar, önlerinden geçen her şeyden pişmanlık duyuyorlar. Hiç kimse acılarının ve tutkularının binde biriyle bile onlarla buluşmuyor, hiç kimse, onların hangi noktaya kadar beklemede olduklarını tahmin edemiyor... Sonunda çok geç de olsa şu temel sakınımı öğreniyorlar: Artık beklememek; ve ardından ikinci sakınım: Nazik, alçak gönüllü olmak, her şeye katlanmak ... kısacası o güne kadar katlandıklarından biraz daha fazlasına katlanmak." (1887 - 1888 Güç İstenci II, s. 235.)  

Yaşamım Nietzsche'nin eşliğinde bir topluluktur, kitabım, bu topluluğun ta kendisidir.

Aslında Bay Nietzsche hakkında ne biliyoruz?
Kaygılara, sessizliklere zorlanmış... Hristiyanlardan nefret eden .. Başka şeylerden söz etmeyelim..

Dahası... o kadar azız ki!

Adolf Hitler (Tarihten Bir uyarı)

Adolf Hitler.








Avrupa'nın kalbinde, zengin kültüre sahip bir ülkenin lideri. Normal insan ilişkilerinde beceriksiz, merhametsiz, nefret dolu ve önyargılı biri. 

"Belki de bazılarınız beni asla affetmeyecek...
 çünkü Marksist partiyi yok ettim. Fakat dostlarım, 
aynı zamanda bütün diğer partileri de yok ettim. Hepsi gittiler."


Hitler'in nefreti Yahudi soykırımına rehberlik edecekti.
Fethetme arzusu, Avrupa'nın büyük kısmını mahvedecekti.

Hitler, öyle bir karizmaya sahipti ki insanlar söylediği her şeye inandılar. Ancak şu da bir gerçek ki, Hitler Alman halkını hipnotize etmemişti. O, karizmanın ilişkileri nasıl etkilediğini gösteren bir örnektir. Hitler Almanlara, önemsediği saf ırkın geri kalan herkesten daha iyi olduğunu söyledi ve pek çok Alman ona inandı. Hitler her zaman nefret doluydu ve bunu milyonlarca Almanla bağ kurmak için kullandı. Ve bu süreçte, bu alışılmadık kişilik tarih boyunca yaşanan benzer olaylardan farklı olarak yüksek bir karizmatik çekicilik oluşturdu.



Harfler

Başlangıçta sessizlik, karanlık bile yokmuş - ses, ışık olmadığına göre onlar olabilir miymiş?
Sonra söz'ün, ses'in, sessizliğin, Gün'ün ve Tün'ün olduğu yazıyor eski kaynaklarda.
Demek zaman geçmiş, bir de Yazı olmuş.
Dünya kendisini içeren, içermeye çalışan, kendisinden giderek taşan bir Kitaplık içerdiğine göre bugün, Ayna Ayna'ya bakıyor artık.
Yazıyorlar okuyoruz, yazıyoruz okuyorlar.
Nasıl oluyor bu iş?

Çin işi, Mezopotamya işi. Tabletler, rulolar, ciltler, hard-diskler. Harf, ideogram, işaret. Kağıt, kalem, mürekkep, klavye, ekran. Umut, düş, karabasan, gerçek, imgelem, saptama, uyduru, anlatı. Hangi dünya, hangi dünya'nın içinde kimse bilemiyor şimdi. Uzaktan kıyamet haberleri alıyoruz: Yazı ölüyor, ölecek. İçeride direniş sürüyor: Yazıyorum, ergo sum. İki ucun ortasında: Hurufi hayat.

Çocuktum okumayı yazmayı öğrettiler. Gençtim, okumayı yazmayı öğrenmeye karar verdim: Açık denizde ücra ıssız bir adanın harfler prensi olmak istedim. Haritalar üzerinde çalışıyorum yıllardır. Kitap kitabı, ben kendimi ve kendimdeki ötekileri kovalarken, bir firar, bir üzerine gidiş, durdum ve Kitab'ın kendisine bakmak istedim. Yüzüne, gövdesine, tenine, tinine eğildim. Tutacaktım: Kıpırdadı. Ele geçirmeye kalkıştım, sıvışıp gideceğini anladım. Dokundum ona, izin verdi. Temasların sonrasında, birkaç iz, öylece kaldım. Bana mahşeri gösteren Yazı, sonunda saf bir yalnızlık sunmakla yetinecek.

Show me!


Will Mcbride

Kitap

Bu dünyada en önemli şeyin şehvet olduğunu düşünmeye hiçbir bakımdan eğilimli değilim. İnsan cinsel organlarıyla sınırlı değildir. Ama bu utanç verici organ ona gizini öğretir. 


Kitap: 
Yırtık yerinde gideriyorum susuzluğumu
ve uzatıyorum çıplak bacaklarını,
bir kitap gibi açıyorum onları ve 
beni öldüreni okuyorum orada.

G.B.

Theo





Romain Le Cam

After the Life Mask of William Blake

Kimilerinin kaygısından, kimilerininse düzenbazlığından, ama herkesin cehaletinden doğmuş bu iğrenç varlığın, bizden bir an bile iman, bir an bile saygı hak etmeyen, insanı isyana sevk eden bir yavanlık olduğunu kabul edeceksiniz; zekayı iğrendiren, kalbe isyan saçan ve insanlara eziyet edip aşağılamak için karanlıklardan çıkmış acınası bir zırvalık! Bu hayal mahsulünü lanetleyin; bu berbat şey ancak sersemlerin ya da aklını kaçırmışların zekasında var olabilir. Dünyada ondan daha tehlikeli hiçbir şey olamaz, insanların daha fazla korktuğu... daha fazla tiksindiği bir şey olamaz


Bu ilk yalanların meyvesi olan öte dünya umudu ya da kaygısı sizi asla endişelendirmesin. Özellikle kendinizi frenlemeyi bırakın. Değersiz ve ham bir maddenin zayıf kısmı olan bizler, ölümümüzle birlikte, yani bizi oluşturan elementler genel kütlenin elementleriyle birleştiğinde, sonsuza dek yok olacağız ve ne şekilde davranmış olursak olalım, bir an için doğanın potasından geçip başka biçimlerde yeniden fışkıracağız. Üstelik ömrü boyunca erdemi çılgınca göklere çıkarmış olan da, en korkunç suçlara gırtlağına dek gömülen de eşitlenecektir, çünkü hiçbir davranış doğayı gücendirmez ve bütün insanlar doğanın bağrından eşit olarak çıkmışlardır; yeryüzündeyken herkes bu ortak ananın itkileriyle davrandığından, hepsi de, yaşamlarından sonra, aynı sonu ve aynı yazgıyı paylaşacaktır   


Francis Bacon, Study for Portrait II (after the Life Mask of William Blake) 1955


Bütün bu dinlerde benim gördüğüm nedir? Akla ziyan gizemler, doğayı ihlal eden dogmalar, yalnızca akıldışılık ve tiksinti esinleyen grotesk seremoniler

Ey evladım şuna emin ol ki, sen öldükten sonra gözlerin artık görmeyecek, kulakların işitmeyecek; tabutunun içinde hayal gücünün bugün sana siyah renklerde sunduğu bütün bu sahnelerin tanığı olamayacaksın artık; nasıl ki doğumundan önce, doğadan alacağın organlar çeşidi değildiysen, artık sen olmayacak olan küllerini ne yapacaklarıyla da ilgilenme. Ölmek, düşünmeyi, hissetmeyi, zevk almayı, acı çekmeyi bırakmaktır: Fikirlerin de seninle birlikte yok olacaktır; acıların ve zevklerin mezarda senin peşinden asla gelmez. Dolayısıyla ölümü, kaygılarını ve melankolini besleyecek bir şekilde, huzurlu bir gözle düşün, ölümü sakin bir gözle görmeye kendini alıştır, huzurunun düşmanlarının sana aşılamaya çalıştıkları sahte korkulara karşı kendini teskin et  

Marquis de Sade

kozmo-eros

Başımı düz bir taşa dayayarak otların arasına uzandım ve gözlerimi Samanyolu'na diktim. Samanyolu bana göre, takım yıldızların tepesinde yer alan, yıldız menileriyle göksel sidikten tuhaf bir gedikti...

Başkalarına evren dürüst gibi görünür. Dürüst insanlara, gözleri kör edildiği için, dürüst gibi görünür evren; onun için de bu insanlar müstehcenlikten korkarlar. Horoz sesi duyduklarında ya da yıldızlı gökyüzünü gördüklerinde hiç kaygılanmazlar. Genellikle "tensel zevklerden" yavan olmaları koşuluyla tat alınır.

Ama artık hiç kuşku yoktu: "Tensel zevkler" diye adlandırılan şeyden yavan oldukları için hoşlanmıyordum. Ben herkesin "pis" bulduğu şeylerden hoşlanıyordum. Tersine, her zaman ki, alışılmış şehvetten hiç hoşnut değilim, çünkü bu, şehvet düşüncesini kirletir yalnızca, ne olursa olsun, yüce ve çok arı özüne dokunmaz. Benim bildiğim şehvet yalnızca bedenimi ve düşüncelerimi değil, önünde hayal ettiğim her şeyi, özellikle de yıldızlı evreni kirletir.

Ben Ay'ı, annelerinin kanıyla, o iğrenç kokulu ay başı kanıyla özdeşleştiririm.

(Gözün Öyküsü'nden)

Sade (Marquis de)


MARQUİS DE SADE'IN ŞATOSU







Enis Batur,
Acı Bilgi'den

Kimdir Bataille?

Kimdir Bataille? Maurice Blanchot'un deyişiyle, aynı anda hem skandal uyandırıcı ve en güzel anlatıları yazmış bir edebiyat adamı mı? Yoksa, 1950'li yıllarda Heidegger'in "Fransa'nın en sağlam düşünen aydını" saydığı bir filozof mu? Breton'un da, Sartre'ında varlığından huzursuz oldukları (ilkine göre bir "dışkı düşünür", ikinciye göre "yeni bir mistik") bir uç yazar mı? Bir sapkın, bir erotoman, melek ya da deccal, melek ve deccal mi?

   Herbiri, hiçbiri -tek yanıtı bize artık yapıtları verebilir. Bu yapıtların arkasında örtünen yaşamöyküsü, puslu bir efsane getirir: 1897 - 1962. İlk kitap, pek çok yazarda olduğu gibi, geniş çapta çocukluk yıllarından ve aile ortamından kesitler içerir: Açığa çıkararak, gizleyerek, çarpıtılarak. Tanıklardan, 20 yaşlarına dek, koyu bir inanç yükü ile donandığı öğrenilir Bataille'ın; o köklü tanrıtanımazın, gerçekten terkedildiğini anlaması ile gerçekleşmesi sözkonusu olmuştur. Sifilisin kemirdiği kötürüm babayı annesiyle birlikte terk edip gitmeleri, Suçlu'yu emzirecek yaralı, kronik bir meme olur.

Bunu hayatının en önemli kadını olan "müthiş" Laure'un erken yaşta ölümü ve Faşizm'in yaşlı Avrupa'ya çöküşü tamamlayacaktır.

İlk kitabın görece olarak geç ve gizli yayımlanması, istenmiş bir saygınlığın yolda hayli oyalanarak gelmesi, bitkinin kendi saksısını bir türlü bulamaması Bataille'ın olgunlaşmasını geciktiren belli başlı etkenlerdir: Asıl oturmuş kimlik, II. Dünya Savaşı sonrasında belirecek, etkisi halka halka o tarihten başlayarak yayılacaktır.

Başlangıçta yazarın Gerçeküstücülükle bir komşuluk arayışına giriştiği görülür. Breton'un merkezi/şahsi doğrultusunda yol alan topluluğun bazı üyeleri, özgürleşme süreciyle kökten çelişen bu eğilimin karşısında, Bataille'ın da itildiği bu bölgede buluşurlar: Antonin Artaud, Roger Caillous, Raymond Queneau, Michel Leiris gibi içeriden ya da kıyısından akımın bünyesinde yer almış, ama Papa'yla çatışarak dışlanmış olanlara Pierre Klossowski ve Maurice Blanchot türünden birkaç ayrıkotu eklenince bütün bütüne bir topluluk biçimi ortaya çıkmasa da, ciddi bir kolektiflik tabanı oluşur.  

Bataille ve arkadaşlarının ilgi alanları, hem ufuk düzleminde, hem felsefi içerik açısından Gerçeküstücü serüvenden enikonu farklı bir panaroma getirmiştir. Acephale'dan Documents ve Crituque'e yayın organlarına; Collage de Sociologie gibi hepten aykırı bir karşıkurumsal kurum arayışına aynı odaklaşmalar göze çarpmıştır: Alexandre Kojeve'in etkisiyle Hegel ve Nietzsche'yi bir daha terk etmemesiye baş uçlarına çeker Bataille ve arkadaşları; Sade'ın yapıtının etrafında, egemen burjuva etikasını sarsmaya yönelik bir iç değerler dizgesi kotarılmaya çalışılır (cinsel siyasetler düzleminde, gerçekten de gerçeküstücülerin "hedonist" perspektifinden tümüyle kopma görülür grupta); Sosyalizmin ve Faşizmin koşut yükselişleri çerçevesinde, topluluk-cemaat-toplum üçgeni çerçevesinde etnolojik, antropolojik, ekonomik çözümlemelere girişilir: İlkeller ve modernler büyüteç altındadır.




Gözün Öyküsü




Hans Bellmer - Gözün Öyküsü İçin Çalışma