Thedore Banville'e
Charleville (Ardennes) 24 Mayıs 1870
Sayın Üstat;
Sevgi dolu aylardayız; yaşım on yedi. Şu umut ve kuruntular çağı dedikleri; ve işte Esi Perisi'nin şöyle parmak ucuyla dokunduğu bir çocuk olan ben -kaba kaçtıysa bağışlayın- inançlarımı, umutlarımı, coşkularımı, şu ozanlara vergi şeyleri dile getirmeye çalıştım, bahar dediğim bu işte benim.
Bu şiirlerden birkaçını size gönderiyorsam -iyi yürekli basımcı Alphonse Lemerre aracılığıyla-, ozan bir parnasyen olduğuna göre bu benim, sizi, biraz safça olacak ama, bir Ronsard torunu, 1830 ustalarımızın bir kardeşi, gerçek bir romantik, gerçek bir ozan görmemdendir. Nedeni bu işte. Aptalca bir şey değil mi ama, yine de? (...)
İki yıla, belki de bir yıla kalmaz Paris'teyim...
Hep iki tanrıçaya, Esi Perisi ve Özgürlüğe tapacağıma ant içerim sayın üstat.
Bu şiirleri okurken pek öyle burun kıvırmayın sakın. Credo i Uman* parçasına parnasyenler arasında ufak bir yer ayırtabilirseniz beni umut ve sevinçten deliye döndürmüş olursunuz...
Bu şiirler hele bir de Parnesse Contemporain'de yer alsalar? Ozanların tek inancı değil mi onlar?
Adım pek duyulmuş değil; ne önemi var ama? Ozanlar kardeş sayılır. İnanç dolu, sevgi dolu, umut doludur bu şiirler: Hepsi bu.
Sayın Üstat, üstadım, bana destek olun biraz: Gencim, biraz el uzatın bana.
***
Güneş ve Ten
Derin sevgilerin, yaşamın ocağı, Güneş
Baygın toprağı kızgın bir aşkla öpen ateş,
Vadide uzanınca insan görüp yaşıyor
Gelinlik kız gibi toprak kanla taşıyor;
Bir elin kaldırdığı geniş göğüslerinden
Akıyor tanrısal aşk,akıyor kadınsal ten,
Köpürmüş besi suyu, ışıklar var içinde,
Nice can hücreleri kaynaşıyor içinde!
Ey Doğa’nın Anası!
-Ey Venüs, ey Tanrıça!
Nerde eski çağların gençliği, kutsal ece,
O peri kızlarının öptüğü nilüferler,
Ağaçları kemirip duran yarı tanrılar!
Kösnülü satyre’ler yok, kır tanrıçaları yok,
Irmağın dalgaları o besi suları yok.
Pan’ın damarlarına koca bir evren sunan,
Teke ayaklarında toprağı canlandıran
O yeşil ağaçların kırmızı kanı nerde?
Kuş sesleri, göklerin altından perde perde
Dalların arasından seviyi şakıyordu,
Toprak içini diri Doğa’ya döküyordu;
Orda mavi Okyanus ve kuşlar cıvıldayan
Dilsiz dallar, toprak, beşiğimizi sallayan
Tanrıyla kucaklaşan bütün hayvanlar orda!
Nerde geçmiş zamanlar?Bereket Ana nerde?
Derler ki, bir zamanlar yüce bir insan vardı,
Tunç arabalarıyla nice kentler aşardı.
Emerdi Bereket’in memelerini insan
Küçük bir çocuk gibi kucağında oynarken.
Tanrıça ak sütünü cömertçe sunuyordu,
-Eskiden temiz, tatlı, güçlü bir insan vardı.
Yazık! Şimdi bir şeyler bildiğini sanıyor
Oysa kör, sağır, dilsiz, sürekli aldanıyor.
-Yine de tanrılardan, tanrılardan çok yüce,
İnsan Kral, Tanrıdır, betiğine gelince;
Aşktır. Ah! Kana kana içseydi o gözeden,
Tanrıların anası Kibele’nin memesinden;
Ve ten çiçeklerinin kokusuyla arınmış
Masmavi dalgaların aydınlığında yunmuş
Köpüklerin yüzdüğü gülpembe göbeğini
Durgun sulara yayan ölümsüz Asterté’yi
Terk etmeseydi keşke. O iri gözlü, kara
Göklerin Tanrıçası Asterté buyurunca
Şakırdı ağaçlarda bülbül,yüreklerde aşk!
Tek sensin, Kutsal Ana, inandığım tanrı, tek.
Mavi Afrodit! Şimdi yollar dikenli, çalı
Öbür Tanrı haçını boynumuza takalı;
Ten, Mermer, Çiçek, Venüs, sana inanıyorum!
-İnsan üzgün ve çirkin. Giysiler, sanıyorum
Çıplaklığını değil, saflığını örtüyor,
Tanrısal bedenini gizleyip kirletiyor.
Olimpos dağlarının kayaları gibi dik
İnsan bir köle oldu, başı haçlara eğik!
Ki solgun kemikleri ölümden sonra bile
O ilk güzelliğine saygısız şekli ile
Yaşamak sevdasında.-Yücelsin diye erkek,
Yükselebilsin diye sonsuz seviye erkek,
Toprağımız, mayamız Kadın sararıp soldu,
Zincirlere vurulup Tanrıya sunak oldu.
“Kadın mıyım, neyim ben, çoktan unuttum” diyor.
Bu kepazeliğe kargalar bile gülüyor
-Ey tatlı, yüce Venüs, n’olur bizi bağışla!