“Bence herkes, kendi kendini sevmekle ilgili sorunlar yaşıyor. Bu en temel insani meselelerden biri; sabah uyanmak ve gece için rahat bir şekilde kafanı yastığa koyabileceğin bir gün geçirebilmek... Gençliğimde insanın kendisiyle ilgili böyle şüpheler, endişeler duymasının gerçekten nasıl bir şey olduğunu göstermek isterdim”. The Independent’tan Jess Denham’a verdiği röportajda Phillip Seymour Hoffman böyle diyordu. Pazar günü 46 yaşında New York’taki apartman dairesinde kolunda bir şırıngayla ölü bulunan oyuncu, gerçekten de sinema kariyerinin büyük bir bölümünü bu sözünü ettiği endişeleri perdeye getirmek için kullandı. İlk kez radarımıza girdiği ‘Boogie Nights / Ateşli Geceler’de porno kralı Dirk Diggler’a içten içe âşık set elemanı Scotty’den Oscar kazandığı ‘Capote’deki unutulmaz Truman Capote performansına kadar... Kısık gözleri, suratında karşıdakinin bakıp da bir saniye sonra olacakların kestiremeyeceği ifadesi, dipten gelen sesi belki her filminde bakiydi ama bu, birbirinden epey farklı karakterleri inandırıcı bir şekilde perdeye getirmesine engel olmadı.
Kahramanı annesi
1990’ların Miramax çağının en bilinen yüzlerinden Hoffman, 1967’de New York, Fairport’ta doğdu. 2006’da en iyi erkek oyuncu Oscar’ını aldığında teşekkür konuşmasının yarısını ayırdığı ve bir kahraman olarak gördüğü annesi insan hakları savunucusu bir hakimdi. (Oyuncu Oscar konuşmasında “Beni ilk oyuna götüren annemdi. Sonrasında da onun rüyası kendi rüyam oldu” dedi.) Lisede boynu sakatlanınca güreş ringlerinden sahneye transfer olan Hoffman’ın yolu daha sonra New York’un meşhur sanat okulu Tisch’e kadar vardı. Uyuşturucu alışkanlığı da bu dönemde perçinlendi. Hoffman, 2006’de meşhur ‘60 Minutes’ programına verdiği röportajda üniversiteden mezun olmadan önce uyuşturucu ve madde problemi olduğunu ama rehabilitasyona girdiğinden beri ayık olduğunu söylemişti. Kendi ifadesine göre o dönem Hoffman, eline geçen ne varsa kullandı. New York Post’ta ise Hoffman’ın 2012’de bir kez daha rehabilitasyona girdiği, bu sene son filmi ‘God’s Pocket’ın promosyonu için hiçbir röportajı kabul etmediği yazıyor. Yine New York Post, onun son dönemde arkadaşları tarafından dalgın ve kafası uzaklarda göründüğünü aktarıyor.
Asıl zorluk oyunculuk
Ne var ki söylentilere bakılırsa Hoffman, zaten hiçbir zaman görüntüsüyle beklentileri karşılamayı dert edinen birisi olmadı. Onunla röportaj yapma şansına erişenlerin ortak görüşü, Hoffman’ın neredeyse her seferinde kariyerinin doruğunda Oscar’lı bir oyuncu gibi değil de iş bulamayan bir aktör gibi röportajlara geldiği... “Sanki parkta bir bankta uyumuş da gelmiş gibi” ya da “Traşsızdı ve buram buram sigara kokuyordu” Hoffman röportajlarından birkaç alıntı. Ama sinemada kendini her türlü rolün içine bırakan Hoffman’ın gündelik hayatında nasıl göründüğü de pek kimsenin umrunda olmadı. Tabloidler ne derse desin. Zaten Paul Thomas Anderson gibi kuşağının en cesur yönetmenlerinden birinin gözde oyuncusu olarak onu seçmesinde şaşılacak bir yön yok. Anderson, kamera arkasında nereye gideceği kestirilemeyen işler çıkartırken, kamera önünde Hoffman da en tahmin edilemez karakterleri damarlarına nüfuz ettiriyordu. ‘Ateşli Geceler’de Scotty, ‘Punch Drunk Love’da telefon seksi komisyoncusu Dean, ‘Manolya’da hastasıyla alışıldıktan yakın bir ilişki kuran erkek hemşire Phil ve tabii ki ‘Usta’da eşi bulunmaz tarikat lideri Lancaster Todd.
Ancak Hoffman’ın işini ciddiye alması için illa Anderson gibi yönetmenlere veya ‘Doubt / Şüphe’deki rahip gibi zorlu rollere ihtiyacı da yoktu. Misal Esquire dergisinin ‘Görevimiz Tehlike III’teki gibi rollerin daha az talepkâr olup olmadığı sorusuna “oyunculuk her zaman çok zordur, malzeme ne olursa olsun” cevabını vermişti. Görünen o ki bu zorluk da Hoffman’ın sadece kariyerinin değil hayatının merkezindeydi. Her ne kadar rolden çıkabilmenin en sağlıklısı olduğunu söylese de ‘Capote’ için çekim boyunca yazarın sinik tavrından ve aksanından vazgeçmemişti. Başka bir Hollywood yıldızında itici gelebilecek bu seçim söz konusu Hoffman olunca aynı etkiyi bırakmıyor. Zira oyuncunun çıkardığı işten bu titizliğin yersiz bir kapris değil de performans uğruna katlanılan bir zorluk olduğu bariz.
“Filmlerimin hiçbiri çocuklarımın 40’ından önce seyredebileceği gibi değil... İşin tuhafı ‘Mary ve Max’ adlı bir animasyonun seslendirmesini yapmıştım ve onda da karakterlerden biri kendini öldürüyordu. Şimdiye kadar seslendirdiğim tek animasyon bile yetişkinler için” diyen Hoffman, bir ara karanlık, tekinsiz rollerin yanına daha hayat dolu olanları ekledi. ‘Charlie Wilson’ın Savaşı’, ‘Synecdoche’ ve ‘Idles of March’ filmleri ona göre “şüpheden çok hayata tutkuyla sarılmakla” ilgiliydi.
En zoru diye nitelendirdiği tiyatrodan ne yönetmen ne de oyuncu olarak vazgeçti. Sahnedeki her işi coşkuyla karşılandı. Eğer 46 yaşında ölmeseydi, komedi dizisi ‘Happyish’le kariyerine televizyonu da ekleyecekti, Anton Corbijn’in ‘A Most Wanted Man’inin Sundance sonrası nasıl tepkiler alacağını görecekti. Ancak karakter oyunculuğuyla başrol arasındaki sınırları bulandıran eşsiz kariyerlerden birisini bırakarak hayata veda etti.
(Erman Ata Uncu / Radikal)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder