KÜLLERİN ŞAİRİ
"BEN KİMİM? KÜLLERİN ŞAİRİ"NDEN
PARÇALAR
Ben
revaklarla dolu bir kentte
1922’de doğmuş biriyim...
Ağlarım hâlâ, düşündüğümde her defasında
Kardeşim Guido hakkında,
Diğer komünist partizanlarca öldürülen partizan...
Şiire gelince ona yedi yaşında başladım...
Hayatımdaki en önemli varlık annem
olmuştur... 1942’de... ilk küçük şiir kitabımı,
Poesie a Casarsa
başlığı altında yayınladım ...
konformist bir anlayışla
bu kitabı babama ithaf ettim,
kitap Kenya’da eline geçti...
Orada mahpustu.
Büyük düşmanlık vardı aramızda,
Fakat düşmanlığımız kaderden geliyordu,
Bizim dışımızdaydı...
Bu kitap Friuli lehçesiyle yazılmıştı!
Annemin lehçesi!
Küçük bir dünyanın dili...
Bir küçük kadın (annem!),
güzel, çok güzel bir boynu, çok masum bir yüreği ile köylerin dışında yaşamaya,
oldukça elverişsiz bir melek...
güzel, çok güzel bir boynu, çok masum bir yüreği ile köylerin dışında yaşamaya,
oldukça elverişsiz bir melek...
Eklemeliyim ki, babam faşizmi onaylamıştı.
Ve işte ikinci çelişki...
Faşizmin sonuyla birlikte, babamın sonu da başladı...
Annem, bir valiz ve sonradan sahte oldukları anlaşılan
birkaç mücevherle birlikte,
yük trenleri gibi ağır giden bir trenle
Roma’ya doğru yola düştük...
birkaç mücevherle birlikte,
yük trenleri gibi ağır giden bir trenle
Roma’ya doğru yola düştük...
Vardık Roma’ya sonunda.
Ben ölüme mahkûm edilmiş bir kişinin
yaşayabileceği gibi yaşadım orada...
yaşayabileceği gibi yaşadım orada...
Onursuzluk, işsizlik, sefalet:
Annem bir süre sonra hizmetçi olarak çalışmaya başladı.
Ve ben bu illetten bir türlü kurtulamadım.
Ve ben bu illetten bir türlü kurtulamadım.
Çünkü ben bir küçük burjuvayım,
ve bilmem gülümsemeyi Mozart gibi...
Pekâlâ...
1945 yılıydı ve her şey farklıydı.
Köylü delikanlılar...
boyunlarına birer kırmızı fular takmış
yürüyorlardı bir gün,
Venedik stili kapıları ve küçük sarayları
olan iktidar merkezine doğru.
Böylece onların gündelikçi tarım işçileri olduklarını
öğrendim, Öyleyse patronları da vardı.
Gündelikçilerin yanında yer aldım
Ve Marx’ı okudum...
Hiçbir sanatçı, hiçbir ülkede özgür değildir.
Yaşayan bir çatışmadır o...
<Bana gelince
Bir masuma asla inanmazlar...>
Roma’da, 1950’den bu güne,
Ağustos 1966’ya dek, çile çekmekten ve bıktırasıya
çalışmaktan
başka bir şey yapmadım...
başka bir şey yapmadım...
Çatısız, badanasız bir evde oturuyorduk,
...en uç bir varoşta, bir hapishanenin yanında,
yazları bir toz yumağı,
kışları bir bataklık olduğu yerde...
Etiketler:
Pasolini
Çocukluk
"Üç yaşından biraz büyüktüm. Çocuklar bahçede oynarken en çok dikkatimi çeken bacaklarıydı, özellikle tendonların belirgin olduğu dizaltının iç kısımları. Bu tendonlar benim henüz ulaşamadığım hayatın sembolüydü. Koşan çocuk imajı benim için büyümüş olmayı simgeliyordu. Şimdi bunun tamamen cinsel bir duyu olduğunu düşünüyorum. Bu duyguyu tekrar hatırlayınca içimin mutluluk, keder ve arzunun şiddeti ile dolduğunu hissediyorum. Ulaşılmaz bir duyguydu bu o zamanlar; adı henüz konmamıştı. O zaman ona verdiğim isim 'teta velata'ydı. Şiddetli bir oyunda gördüğüm bu eğilip bükülen bacaklar 'teta velata'ydı, bir karıncalanma, bir baştan çıkış, bir aşağılanma."
"Çocukluğum 13 yaşında bitti. Hepimiz için 13 yaş çocukluğun en son yaşı, dolayısıyla bilgelik çağıdır. Hayatımın mutlu bir dönemiydi. Okulun en akıllı çocuğu bendim. 1934 yazı başladığında hayatımda bir dönem kapanmış oldu. Bir dönem bitmişti ancak ben yeni dönem tecrübelerine hazırdım. O yaz, hayatımın en hoş ve en zafer dolu günlerini yaşadım."
Etiketler:
Pasolini
Pier Paolo Pasolini By Dino Pedriali
Bence utandırmak bir hak, utandırılmaksa bir zevk... İşte, bu zevki reddeden kişiye ahlâkçı diyoruz. Benim asıl günahım, bir tartışmacı ve şair olarak, tam bir başkaldırmayla mesleğimi yapmış olmam. Bu başkaldırıyı ahlâki boyuta çektiler ve eşcinsellik, kötülüğün temeli haline geldi. Aslında skandal yalnızca kendi cinsel yönelimimi saklamamamdan değil, hiçbir şeyi saklamamamdan ileri geldi. İfade özgürlüğüm bana nefret ve hakaret getirdi. Eşcinsellik, sanayi toplumunun bütün kurumlarının üzerine kurulduğu düzeni bozan ve yok etmekle tehdit eden bir cinselliğin yaşama şekli olmayı sürdürüyor. Eşcinsel pratik, normal olan eşlerarası cinsel ilişkiye göre, aile kurumunun çıkardığı ve yaydığı ideolojik modellerin yeniden üretiminde, tehlikeli bir karşı-tip oluşturmaktadır. Liberal hoşgörü sistemi, eşcinselliği yaşayanları, bir sapkınlık gettosuna hapsetmeyi amaçlıyor. Bu adalet sarayı, içiyle dışıyla, çirkin olmaktan çok aptalca.
Pier Paolo Pasolini
1975
PASOLİNİ'DEN PASOLİNİ
“Benim kökenlerim, yeterince
tipik bir biçimde, İtalyan küçük burjuvazisinden gelir: Ben İtalyan Birliği’nin
bir ürünüyüm. Babam Romagno eski bir aristokrat ailedendi, bu arada annem,
zamanla küçük burjuvaya dönüşen, Friuli’li köylü bir ailedendi. Anne
tarafından dedem bir damıtma tesisi sahibiydi; annemin annesi Piemonte’dendi,
fakat Sicilya’lı ve Roma’lı anne ve babası vardı. Bu yüzden, bende İtalya'nın
her parçasından bir şeyler vardır." (J. Halliday’le Söyleşi’den, 1969)
“Mutluluğa asla terk etmedim kendimi" (Roma, 1950)
“Benim üç idolüm olduğunu söylerler: Hz İsa, Marx, Freud.
Bunlar kalıplaşmış sözler. Gerçekte, benim yegane idolüm Gerçek’tir...” (Naldini, 1986)
“Benim çilem, kişiliğimin
bütününü tehlikeye atan, kozmik bir boşluk hâlidir.
(Asla özel bir boşluk hâli değil)..."
(Asla özel bir boşluk hâli değil)..."
“Bir anlık sükûnete bile sahip
değilim,
çünkü sürekli geleceğe atılmış bir halde yaşıyorum." (Lettere, s. 170)
çünkü sürekli geleceğe atılmış bir halde yaşıyorum." (Lettere, s. 170)
Etiketler:
Pasolini
Bir Papa’ya
A un Papa / Bir
Papa’ya
Sen ölmeden bir süre önce,
ölüm
sen yaşlarda birine göz dikti;
yirmilerinde sen öğrenciyken, o işçiydi,
sen soylu, zengin, o yoksul halktan, sıradan biri.
...
Yoktu haberin hal-i pür
melâlinden
Anneler ve çocuklar, külleri başka bir asrın,
yaşıyorlar balçıklar içinde sefil...
Senin hayatını sürdürdüğün yerin biraz ötesinde.
San Pietro’nun harika kubbesinin hemen arkasında...
Sen Papalık egemeniyken, binlerce insan
yüzdü durdu pislikler içinde, gözlerinin önünde...
Bilirsin kötülük etmek değildir günah işlemek,
gerçek günah, iyilik etmemektir.
Nice iyilikler edebilirdin. Etmedin hiçbirini:
Evet, sensin tarihin tanıdığı gelmiş geçmiş
en büyük günâhkar.
(Officina dergisinden, 1959)
Etiketler:
Pasolini
"Kırların kötü çocuğu” Pasolini (Onat Kutlar)
SUNUŞ
*
Onat Kutlar
2 Mart 1992
11. Uluslararası İstanbul Film Festivali
Şiir ve Sinema: Pier Paolo Pasolini
2 Mart 1992
11. Uluslararası İstanbul Film Festivali
Şiir ve Sinema: Pier Paolo Pasolini
1967 yılında, Türk Sinematek’inin
davetlisi olarak geldiği İstanbul’da kişisel olarak ta tanımak mutluluğuna
eriştiğim Pier Paolo Pasolini, yirminci yüzyıl Avrupa sanatının en önemli
isimlerinden biri olmasına, yaşamının ve yapıtlarının neredeyse sınırsız
zenginliğine, son elli yılın dünyayı altüst eden tüm olaylarına, savaşlarına,
toplumsal ve düşünsel hareketlerine katılmış olmasına rağmen ülkemizde ne
yazık ki pek az tanınmaktadır. Başta Sinematek olmak üzere bir iki sinema
kültür kurumunun az sayıda filmini gösterdiği Pier Paolo Pasolini’nin Sinemacı
kişiliği yeterince ortaya çıkmadığı gibi, onun daha da önemli olan büyük şair
kimliği hiç bilinmiyor. Oysa Pier Paolo Pasolini, doğduğu yörenin dili olan
Frioule dilinde yazdığı ilk şiir kitaplarından yani “Poesie a Casarsa” (1942), “Diaru”
(1945)’den “La Nuova Gioventu” (1975)ya kadar 20’ye yakın şiir kitabında çağdaş
İtalyan şiirinin en güzel etkileyici örneklerini verdi. 1957’de yayınladığı “La
Ceneri di Gramsci” bugün Avrupa şiir deneyiminin dorukları arasında yer alıyor.
Ne yazık ki bugüne kadar bir iki ayrıksı örnek dışında hiç
bir şiiri dilimize çevrilmedi Pasolini’nin.
Şairliğinin hemen ardından gelen gazetecilik, denemecilik
yanı da bilinmiyor Türkiye’de. Oysa Pasolini otuz yıla sığdırdığı inanılmaz
verimlilikteki yazarlık serüveninde siyasi, edebi gazete yazılarına,
polemiklere büyük önem verdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan 1970’lerdeki tarihi
uzlaşmaya kadar son derece hareketli siyasi ve düşünsel gelişmelere sahne olan
İtalya’da, en dokunulmaz sanılan konulara, en ateşli temalara cesaretle eğilen
Pasolini’nin polemikleri unutulmaz izler bıraktı kamu vicdanında. İsa
öğretisi’nin inanç temelleri, Marksisizm’in toplumsal yansımaları, Frankfurt
Okulu düşünürlerinin, bu arada elbette Freud’un analizleri, sapkınlık olarak
nitelendirilen tüm eğilimler (Eşcinsellik, uyuşturucu vs.), kimlik sorunları ve özerklik, kır-kent kentsoylu-proleter
çelişkileri bu “kılıcın keskin yüzünde” yaşayan gözüpek sanatçının sevgili
konularıydı.
Sinemacılığı kadar önemli bulunmasa bile Pasolini’nin
romanları da çağdaş İtalyan edebiyatında çok özel bir yere sahiptir. Yayınlanan
sekiz romanından sadece bir tanesi, “Teorema” yayınlandı Türkçe’de. O da çok
yenilerde. Roma’nın şiddet, yoksulluk, ikiyüzlülük, acımasızlık dolu “lağımlarını”
inanılmaz bir çarpıcılık ve gerçekçilikle anlattığı ilk romanı “Ragazzi di
Vita”dan “Teorema”nın hem yalın, hem simgesel muhteşem tematiğine gelinceye
kadar çocukluğun o tertemiz Frioule çeşmelerinden ne sular akmış olmalı... Kan,
irin ve gözyaşı...
Her biri ayrı ve içten bir ilgi’nin ürünü olan sanat tarihi
yazılarını, yolculuk izlenimlerini ve çevirilerini geçiyorum. Tıpkı Lorca ya
da Eisenstein gibi çok yönlü bir deha’nın ürünü olan desenlerini ve resimlerini
de.
Ama sadece Sinema tarihine bıraktığı kalıt, başlı başına
bir hazine’dir. Türk Sinematek’inin yöneticilerinden biri olarak bu büyük
hazine’nin önemli bir bölümünü geçmiş yıllarda, sansürle bitmez tükenmez
boğuşmalar pahasına İstanbul seyircisine gösterebilmiş olmaktan onur
duyuyorum. Bu onur’a, bu yıl, 1958’den bu yana sonsuz bir Pasolini dostluğu ve
sevgisiyle yaşayan değerli sanatçı Laura Betti’nin katkılarıyla gerçekleştirilen
Festival Pasolini Retrospektivi’nin sevinci eklendi.
Pasolini Accatone’den Salo’ya kadar yaptığı filmlerde sadece
yukarda sözünü ettiğim tema'lara değil, sinema diline de evrensel çapta
yenilikler getirmiştir.
Eisenstein, “Bir Yönetmenin Notlarında devrim yıllarında bir
araya gelen üç sanatçının (kendisi, Dovçenko, Pudovkin) büyük bir coşkuyla
kendilerini nasıl rönesans sanatçıları gibi gördüklerini anlatır. Moravia’nın
büyük bir isabetle Eisenstein’a benzettiği Pasolini, rönesans beşiğinde
yaşamış büyük bir rönesans sanatçısıydı. Yenileyici, çok yönlü, üstün yetenekli
bir büyük usta.
“Kırların kötü çocuğu” Pier Paolo Pasolini‘yi Türkiye'de
daha yakından tanımalıyız. Sadece bir büyük sanatçıyı yakından tanımanın
yararları yönünden değil, köyden kente göç'ten inanç-öğreti çelişkilerine,
tabularla örülü bir toplumsal yapının karabasanlarından kanlı kardeş
kavgalarına kadar sayısız benzerlik taşıyan iki toplumun yakın geçmişinin
dehlizlerinde parlak bir ışık taşıyan eşsiz bir öncü oluşu açısından.
Etiketler:
Pasolini
Entelektüelliğin hiçbir zaman fazla değeri olmayacak
Entelektüelliğin hiçbir zaman fazla değeri olmayacak
Halkın toplu yargısına göre.
Toplama kamplarının kanı bile
Memleketimizdeki bir milyon ruhtan
Daha net bir yargı çıkartabilmeliydi.
Tüm fikirler sahte, bütün tutku yalan
Birliğini asırlar önce kaybetmis
Tüm bilgeliğini, özgürleşmek için değil
Sadece hayatta kalmak için kullanan bir halkta.
Yüzümü göstermem
Tek başına ve çocuksu bir ses yükseltmem
Tamamen anlamsız.
Korkaklık sarmış etrafımızı
Diğerlerinin zulüm altında öldüğünü görerek,
Garip bir farklılığa hapsolarak
Ölürüm ben de işte ve bu bana çok acı verir.
Etiketler:
Pasolini
PASOLİNİ’NİN CANLANAN İMGELERİ
Pasolini’nin filmlerindeki şiirselliği anlamak için birtakım
görüntüleri gözümüzde canlandırmakla işe başlayabiliriz. Örneğin, Pasolini’nin
çocukluğunun büyük bir bölümünün geçtiği Friuli bölgesindeki Casarsa
istasyonunda bekleyen bir yük vagonu. İnsansız bir fotoğraf. Platformun
yağmurdan ıslanmış parlayan yüzeyi. Pier Paolo sanki büyük kentlerin yalnız
insanlar kalabalığına karışmak üzere buradan yola çıkmış. Bütün insansızlığına
rağmen böyle bir istasyondan yola çıkan bir gencin belleğinden hiç silinmeyecek
bir gücü var bu görüntünün. Pasolini’nin belleğinden silinmeyen bu ve buna
benzer çağrışım gücü eşsiz görüntüler, onun Friuli yaşantısıyla ilgili
şiirlerinin zengin bir esin kaynağı olmuş olmalı. Friuli bölgesi, Casarsa...
Bu kırsal dünyanın doğası ve insanları. Pasolini’nin Roma’da yaşamaya
başladıktan sonra da büyük bir özlemle hatırladığı bir dünya.
Ancak Pasolini’nin yazacağı şiirlerde, çevireceği filmlerde
onun dünyaya bakışını belirleyen başka bir kaynaktan söz etmeliyim
filmlerindeki şiirsel görüntülere geçmeden önce:
Partizanların boyunlarına bağladıkları gibi
kırmızı bir mendil ve çanağın yanında,
külrengi toprağın üzerinde,
iki sardunyanın değişik kırmızısı,
Orada yatıyorsun; sürülmüş, katolik olmayan
o katı inceliğinle, adın yabancı ölülerin
listesine yazılmış: Gramsci’nin külleri...
Pasolini, Gramsci’yi 1948/49 yıllarında keşfetmiş ve kendi
konumunu açıklığa kavuşturma olanağını onu okuyarak bulmuş.
“Gramsci aracılığıyla (doğuştan ya da seçerek küçük burjuva
olan) aydının Komünist Parti ile yığınlar arasındaki konumunu, yani sınıflar
arası bir uzlaşmada gerçek eksen olabileceğini anlamış oldum. Daha da önemlisi,
kuramsal bir düzeyde, kırsal kesimin, köylüler dünyasının devrimci bir
perspektif içindeki önemini yeniden kavradım. Gramsci’nin yapıtlarındaki
titreşim benim için belirleyici olmuştu.”
Pasolini Roma’ya yerleştikten sonra da şiirlerinin ve
romanlarının kaynağı, bir anlamda, köylü dünyasının büyük kentteki bir uzantısı
olan ve kenar mahallelerde oturan alt-proletarya ye ayaktakımı insanlar oldu.
Sanayileşmiş burjuva İtalyanlarla sanayi öncesi kırsal İtalya’nın kentlere göç
etmiş ve bu yüzden organik ortamından kopmuş yoksul insanları aynı kentte yaşıyorlardı.
Pasolini bu durumun yarattığı çelişkileri dinmeyen bir öfkeyle dile getiren ve
her zaman ezilenlerle dayanışma içinde olan dürüst bir tanığı oldu. Kendisi
Marx’ı, Freud’u bilen, çağdaş düşüncenin kaynaklarına inmiş parlak bir
entelektüeldi. Ama onun ezilenlerle bu dayanışmasını devrimci açıdan olumlu
kılan Gramsci’nin insan sevgisiyle ilgili görüşleriydi. Büyük İtalyan
düşünürünün bu yanını Trevor Griffiths adlı İngiliz oyun yazarı İşgaller
(Occupations) oyununda şöyle açıklar:
Ah yoldaş, ah! Uç bir şey sevgi
kadar önemli değildir,.. Dünyada hiç bir şey. Çocukluğumda bu vücutta beni hiç
kimsenin sevemeyeceğini düşünürdüm. Bu düşünce, hiç bir zaman sevilemeyeceğim
düşüncesi değişmez bir gerçek, bir saplantı olarak gitti. Belki de bu yüzden
ben de yığınlarla karşılaştığım zaman aynı tepkiyi gösterdim. Senin az önce
söylediğin gibi, "kullan onları dedim, işe yaramaz hale gelinceye kadar
kullan. Sonra bir yana at, yenilerini getir, Sonra kendi kendime düşündüm. Bir
insan kimseyi sevmemişse yığınlarla nasıl bir bağ kurabilir. Bir insan tek bir
kişiyi bile yürekten sevmemişse bir topluluğu nasıl sevebilir? İşte ancak o
zaman yığınları insan olarak sevmeye başladım, ancak o zaman onları her birinin
ayrı ayrı özellikleri olan bireyler olarak sevdim. Bunu,., sevgiyi.,, küçük burjuva
idealizminin bir hastalığı olarak görüyorsan, yanılıyorsun, Devrimin yaratmaya
çalıştığı yeni düzenin siyasal sağlığını güven altına alacak diyalektik ilişki,
yönetenlerle yönetilenler, öncülerle yığınlar arasında tek doğru diyalektik
ilişkidir sevgi..."
Etiketler:
Pasolini
‘GRAMSCI’NİN KÜLLERİ..’
Kırmızı bir bez, direnişçilerin
boyunlarına sardıkları gibi,
ve çanağın yanında, kül rengi toprakta
bir başka kırmızı iki sardunya.
Burada sürgündesin, katolik olmayan
o katı inceliğinle, bu yabancı ölüler arasına
düşülmüş kaydın : gramsci’nin külleri.. Umutla
kuşku arasında varıyorum mezarının başına,
rastlantı sonucu geldiğim bu çorak serada,
yeryüzünün özgür insanlar arasında
kalan ruhunun karşısına. (Başka bir şey mi yoksa,
daha coşkulu belki, daha alçakgönüllü,
yeniyetmelik, cinsellik, ölüm arasında
esrik bir ortam yaşama…)
Tutkunun hiç durulmadığı bu yörede
-burada mezarların sessizliğinde- nerede
yanıldığını- ama nasıl da haklı
olduğunu duyumsuyorum kaygılı
yazgımız içinde- öldürüldüğün günlerde
kaleme almakla son yazılarını.
İğrençliği de büyüklüğü de
yüzyılların ötesine uzanan
bir mülke bağlı bu ölüler
eskil egemenliğin tohumlarının
yok olmadığının tanıkları : ve –aşağı mahalleden-
gizliden gizliye yükselen
boğuk, keskin, ısrarlı çekiç sesleri
sonunun geldiğinin habercileri.
İşte buradayım ben de… yoksul, üstümde
vitrinlerin kaba ışığında yoksulların
gözlerini kamaştıran giysilerle.
bilinmedik sokakların, tramvay koltuklarının
beni güne yabancılaştıran
kirinden arınmışım : böyle avarelikler git gide
azalıyor yaşam kavgası içinde;
ve sevecek olursam dünyayı,
çıkarsız, öfkeli, şehvetli bir sevgiyle
seviyorum, tıpkı vaktiyle
şaşkın yeniyetmeliğimde,
burjuva hastalığı burjuva benliğimi
sardığında ondan nefret ettiğim gibi:
ve şimdi –seninle- bölünen dünya,
iktidarı elinde tutan bölümün kininin,
neredeyse gizemli nefretinin hedefi değil mi?
Senin tutarlığınla olmasa bile dayanamıyorum yine de,
seçim yapmıyorum çünkü. Savaş ertesinin yıkımında,
bir şey istemeden yaşıyorum : loş utancında
bilincimin –tepeden bakan, umarsız bayağılığından
tiksindiğim- bu dünyayı
severek…
PIER PAOLO PASOLINI, Çeviri : REKİN TEKSOY,
NİSAN Yayınları, Ekim 1993, 32 Sayfa..
Etiketler:
Pasolini
II Privilegio di Pensare / Düşünmenin Ayrıcalığı
Ah! İçine çekilmek ve düşünmek!
Söylemek kendime, burada, şimdi, düşünüyorum —
- oturmuş bir koltuk üstünde, dostça bir pencerenin yanında.
Düşünebiliyorum!
İnsan kılığında bir hayvan — bir çocuk
gönderilmiş yeryüzüne, yapayalnız...
işe gidiyorum, kazanmak için hayatımı...
Bir şair, bu doğru,
fakat şimdi bu trendeyim... tıka basa dolu...
yorgunluktan bembeyaz,
terliyorum aylığımı burada...
Fakat düşünüyorum. Düşünüyorum dostça bir köşede,
...yolculuk boyunca, emilmiş
düşüncelerimin içine, arayarak sonsuz dersler,
yalnızca bir dize için, dizenin bir parçası için...
(La religione del mio tempo'dan)
Etiketler:
Pasolini
PİER PAOLO PASOLİNİ
GEÇMİŞİN BİRİKİMİYLE ÇAĞI YANSITMAYI
DENEYEN BİR SANATÇI
Pier Paolo Pasolini, ölümünden
yıllar sonra (17 yıl sonra) hala güncelliğini koruyor.
Bu ilgi çekici İtalyan sanatçısının, bu kendine özgü yazar, ozan ve sinemacının çağımızın en özgün sinemacılarından biri olduğuna hiç kuşku yok. Sinemaya geçtiğinde yaşı 40’a ve ünü tüm İtalyan aydınlarına ulaşmıştı. Alberto Moravia daha o zamanlar onu “20. Yüzyılın ikinci yarısının en önemli İtalyan ozanı” sayıyordu. Ama o, bu yepyeni serüvene atılmaktan çekinmedi. Çünkü sinema, ona göre “gerçeğin yazılı diliydi”. Böylece, insanlık tarihinin en ünlü efsanelerini, tarihten süzülüp gelen dinsel veya din-dışı metinleri, ünlü söylence, masal veya romanları, klasik edebiyatın kilometre taşı olmuş yapıtlarını perdede görselleştirirken, bunlara o çok zengin kişisel fantazmalar, düşler ve hayaller dünyasından gelen görüntüleri, benzersiz bir erotizmin sinemasal yansımalarını da kattı. Ve tüm bunlardan, insanoğlunun en ilkel çağlarından gelen kimi masal ve efsanelerden, günümüz insanı için son derece geçerli, giderek yaşamsal mesajlar çıkarmasını da bilerek...
Bu ilgi çekici İtalyan sanatçısının, bu kendine özgü yazar, ozan ve sinemacının çağımızın en özgün sinemacılarından biri olduğuna hiç kuşku yok. Sinemaya geçtiğinde yaşı 40’a ve ünü tüm İtalyan aydınlarına ulaşmıştı. Alberto Moravia daha o zamanlar onu “20. Yüzyılın ikinci yarısının en önemli İtalyan ozanı” sayıyordu. Ama o, bu yepyeni serüvene atılmaktan çekinmedi. Çünkü sinema, ona göre “gerçeğin yazılı diliydi”. Böylece, insanlık tarihinin en ünlü efsanelerini, tarihten süzülüp gelen dinsel veya din-dışı metinleri, ünlü söylence, masal veya romanları, klasik edebiyatın kilometre taşı olmuş yapıtlarını perdede görselleştirirken, bunlara o çok zengin kişisel fantazmalar, düşler ve hayaller dünyasından gelen görüntüleri, benzersiz bir erotizmin sinemasal yansımalarını da kattı. Ve tüm bunlardan, insanoğlunun en ilkel çağlarından gelen kimi masal ve efsanelerden, günümüz insanı için son derece geçerli, giderek yaşamsal mesajlar çıkarmasını da bilerek...
Sineması, ilk başlarda, biraz kaçınılmaz biçimde İtalyan
Yeni-Gerçekçiliğinden esinler taşıyordu: “Dilenci- Accatone”de Vittorio de Sica
ve bir ölçüde de Visconti’nin etkisi belirgindir. Anna Magnani’den olağanüstü
bir oyun aldığı “Mamma Roma” (1962), biraz Roma’ya, biraz da adı
Yeni Gerçekçilik’le birlikte anılan bu büyük oyuncuya bir saygı duruşu
gibidir. Ama bu filmde, katı gerçekçiliğin yanısıra, Bunuel’i anıştıran
gerçek-üstücü öğeler de vardır. Bunu izleyen “Aziz Matyas’a Göre İncil-Il
Vangelo Secondo Matteo”, Pasolini üzerine hala süren tartışmaların ilk
ateşleyicilerinden biri olur. Tümüyle dinsel bir metne dayanan (ve bu metni
hiç değiştirmeyen) bu film, Hıristiyanlığın yepyeni ve bir Marksist gözüyle
görülmüş bir yorumu mudur? (Pasolini, baştan beri kendisini Marksist olarak
tanıtmıştır.) Matyas’ın zaten kimi tartışılan öğeler içeren Hıristiyanlık
yorumunun din-dışı, giderek din-düşmanı bir yönetmen tarafından Hıristiyanlığı
küçük düşürmek, aşağılamak, gülünçleştirmek için yapılmış bir yağması mıdır? Bu
filmde Hıristiyanlığa yaklaşmadaki, Roland Barthes’ın deyimiyle “Pasolini’ye
özgü naiflik” herkesi tedirgin eder: bu filmi hangi düzeyde, nasıl “okumak”
gerektiğini kimse bilemez. Ama bir şey kesindir: Pasolini için “kutsal olan” ayrı
bir önem taşımaktadır. Tüm sanatı, insanlık tarihindeki ve insanoğlunun
kişiliğindeki kutsallık duygusunu ortaya çıkarmaya adanacaktır. O, kutsal
kavramını ve duygusunu reddetmeyen, tersine önemseyen bir Marksisttir, bir tür
Marksisizmle dini (Hıristiyanlığı) bağdaştırma savaşçısı.
Pasolini, bir yandan
marksizmle Hıristiyanlığın temelde olanaksız evliliğini düşlerken, öte yandan
gerçekle ve gerçekçi bir tavırla her türden mitos, masal, efsane ve
söylenceleri birleştirmeyi denedi. Halkların çağlar boyu yarattığı ve kimilerince “ilkel” diye dudak bükülen
kültürleri özenle incelendi Bu alanda Levi-Strauss’un kuramlarının sanki
sinemadaki yansıması oldu. Pasolini
sanatını dikkatle irdeleyen Dominique Noguez şöyle diyordu: “-Bu gerçekçilik ve
düşsel mitoloji, modern heykel sanatı ve
yapay tarih-öncesi karışımları, bu alt-proleter peri masalları ve üçüncü dünya döküntüleri, bu karmakarışık ve abartılmış
egzotizm, bu işçi mahallesi Fellini’si
veya Fas Ayzenştayn’ı uslûbu... İşte tüm bunlar, Pasolini’nin kişisel anlatımını
oluşturur. Ve bu anlatım için artık yeni bir sözcük vardır: Pasolini vâri...
Şimdi bu yaklaşımın Pasolini sinemasındaki
izdüşümlerini görelim.
Etiketler:
Pasolini
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)