SUNUŞ
*
Onat Kutlar
2 Mart 1992
11. Uluslararası İstanbul Film Festivali
Şiir ve Sinema: Pier Paolo Pasolini
2 Mart 1992
11. Uluslararası İstanbul Film Festivali
Şiir ve Sinema: Pier Paolo Pasolini
1967 yılında, Türk Sinematek’inin
davetlisi olarak geldiği İstanbul’da kişisel olarak ta tanımak mutluluğuna
eriştiğim Pier Paolo Pasolini, yirminci yüzyıl Avrupa sanatının en önemli
isimlerinden biri olmasına, yaşamının ve yapıtlarının neredeyse sınırsız
zenginliğine, son elli yılın dünyayı altüst eden tüm olaylarına, savaşlarına,
toplumsal ve düşünsel hareketlerine katılmış olmasına rağmen ülkemizde ne
yazık ki pek az tanınmaktadır. Başta Sinematek olmak üzere bir iki sinema
kültür kurumunun az sayıda filmini gösterdiği Pier Paolo Pasolini’nin Sinemacı
kişiliği yeterince ortaya çıkmadığı gibi, onun daha da önemli olan büyük şair
kimliği hiç bilinmiyor. Oysa Pier Paolo Pasolini, doğduğu yörenin dili olan
Frioule dilinde yazdığı ilk şiir kitaplarından yani “Poesie a Casarsa” (1942), “Diaru”
(1945)’den “La Nuova Gioventu” (1975)ya kadar 20’ye yakın şiir kitabında çağdaş
İtalyan şiirinin en güzel etkileyici örneklerini verdi. 1957’de yayınladığı “La
Ceneri di Gramsci” bugün Avrupa şiir deneyiminin dorukları arasında yer alıyor.
Ne yazık ki bugüne kadar bir iki ayrıksı örnek dışında hiç
bir şiiri dilimize çevrilmedi Pasolini’nin.
Şairliğinin hemen ardından gelen gazetecilik, denemecilik
yanı da bilinmiyor Türkiye’de. Oysa Pasolini otuz yıla sığdırdığı inanılmaz
verimlilikteki yazarlık serüveninde siyasi, edebi gazete yazılarına,
polemiklere büyük önem verdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan 1970’lerdeki tarihi
uzlaşmaya kadar son derece hareketli siyasi ve düşünsel gelişmelere sahne olan
İtalya’da, en dokunulmaz sanılan konulara, en ateşli temalara cesaretle eğilen
Pasolini’nin polemikleri unutulmaz izler bıraktı kamu vicdanında. İsa
öğretisi’nin inanç temelleri, Marksisizm’in toplumsal yansımaları, Frankfurt
Okulu düşünürlerinin, bu arada elbette Freud’un analizleri, sapkınlık olarak
nitelendirilen tüm eğilimler (Eşcinsellik, uyuşturucu vs.), kimlik sorunları ve özerklik, kır-kent kentsoylu-proleter
çelişkileri bu “kılıcın keskin yüzünde” yaşayan gözüpek sanatçının sevgili
konularıydı.
Sinemacılığı kadar önemli bulunmasa bile Pasolini’nin
romanları da çağdaş İtalyan edebiyatında çok özel bir yere sahiptir. Yayınlanan
sekiz romanından sadece bir tanesi, “Teorema” yayınlandı Türkçe’de. O da çok
yenilerde. Roma’nın şiddet, yoksulluk, ikiyüzlülük, acımasızlık dolu “lağımlarını”
inanılmaz bir çarpıcılık ve gerçekçilikle anlattığı ilk romanı “Ragazzi di
Vita”dan “Teorema”nın hem yalın, hem simgesel muhteşem tematiğine gelinceye
kadar çocukluğun o tertemiz Frioule çeşmelerinden ne sular akmış olmalı... Kan,
irin ve gözyaşı...
Her biri ayrı ve içten bir ilgi’nin ürünü olan sanat tarihi
yazılarını, yolculuk izlenimlerini ve çevirilerini geçiyorum. Tıpkı Lorca ya
da Eisenstein gibi çok yönlü bir deha’nın ürünü olan desenlerini ve resimlerini
de.
Ama sadece Sinema tarihine bıraktığı kalıt, başlı başına
bir hazine’dir. Türk Sinematek’inin yöneticilerinden biri olarak bu büyük
hazine’nin önemli bir bölümünü geçmiş yıllarda, sansürle bitmez tükenmez
boğuşmalar pahasına İstanbul seyircisine gösterebilmiş olmaktan onur
duyuyorum. Bu onur’a, bu yıl, 1958’den bu yana sonsuz bir Pasolini dostluğu ve
sevgisiyle yaşayan değerli sanatçı Laura Betti’nin katkılarıyla gerçekleştirilen
Festival Pasolini Retrospektivi’nin sevinci eklendi.
Pasolini Accatone’den Salo’ya kadar yaptığı filmlerde sadece
yukarda sözünü ettiğim tema'lara değil, sinema diline de evrensel çapta
yenilikler getirmiştir.
Eisenstein, “Bir Yönetmenin Notlarında devrim yıllarında bir
araya gelen üç sanatçının (kendisi, Dovçenko, Pudovkin) büyük bir coşkuyla
kendilerini nasıl rönesans sanatçıları gibi gördüklerini anlatır. Moravia’nın
büyük bir isabetle Eisenstein’a benzettiği Pasolini, rönesans beşiğinde
yaşamış büyük bir rönesans sanatçısıydı. Yenileyici, çok yönlü, üstün yetenekli
bir büyük usta.
“Kırların kötü çocuğu” Pier Paolo Pasolini‘yi Türkiye'de
daha yakından tanımalıyız. Sadece bir büyük sanatçıyı yakından tanımanın
yararları yönünden değil, köyden kente göç'ten inanç-öğreti çelişkilerine,
tabularla örülü bir toplumsal yapının karabasanlarından kanlı kardeş
kavgalarına kadar sayısız benzerlik taşıyan iki toplumun yakın geçmişinin
dehlizlerinde parlak bir ışık taşıyan eşsiz bir öncü oluşu açısından.
***
Filmografi:
Salo / O le re 120 Giornate di Sodoma (1975) [Salo – Sodom’un 120 Günü]
Il Fiore Delle Mille e Una Notte (1974) [Binbir Gece Masalları]
Pasolini e… la forma della città (1974)
Il Racconti di Canterbury (1972) [Canterbury Öyküleri]
12 dicembre (1972)
Il Decameron (1971) [Decameron’un Aşk Öyküleri]
Appunti per un’Orestiade africana (1970)
Appunti per un romanzo dell’immondezza (1970)
Medea (1969)
Porcile (1969) [Domuz Ahırı]
Amore e rabbia (1969) (“La sequenza del fiore di carta” bölümünde)
Teorema (1968) [Teorem]
Appunti per un film sull’India (1968) (TV)
Capriccio all’italiana (1968) (“Che cosa sono le nuvole?” bölümünde)
Edipo re (1967) [Kral Oidipus]
Le streghe (1967) (“La Terra vista dalla luna” bölümünde)
Uccelacci e Uccellini (1965) [Şahinler ve Serçeler]
Sopralluoghi in Palestina per il vangelo secondo Matteo (1965)
Comizi d’amore (1965)
Il padre selvaggio (1965)
Il Vangelo Secondo Matteo (1964) [Aziz Matta’ya Göre İncil]
Le mura di Sana (1964)
La rabbia (1963) (Birinci Bölüm)
Ro.Go.Pa.G. (1963) (“La Ricotta” bölümünde)
Mamma Roma (1962) [Roma Ana]
Accattone (1961) [Dilenci]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder