Fussli'nin Cini

Henry Fuseli (1741-1825) Zürih’te henüz bir okul çocuğuyken, ihtiraslı ve savurgan bir bakış açısına sahipti; Shakespeare, Milton, Richardson, Dante ve Rousseau bu heyecanı ateşledi. Babası tarafından Zwingli çizgi­sinde bir rahip olması için zorla papaz okuluna gönderilen Fuseli, ya­şamını seyahata ve estetiğe adamak amacıyla kilise görevinden ayrıldı. Vikont Chewton’ın seyyar eğitimcisi sıfatıyla İtalya’yı gezdi (1766), İngil­tere’ye yerleşti ve ilk çıkışını da Rousseau üzerine bir bilimsel incele­meyle yaptı. Ardından resme geçiş yaparak 1799’da Royal Academy’de resim profesörü oldu. Aynı yıl Milton’ın şiirlerinden esinlenerek yap­tığı büyük boyutlu kırk tablonun yer aldığı bir galeri açtıysa da, bu eser­lerle kazanmayı umduğu sanatsal ölümsüzlük konusunda hayal kırıklığına uğradı. Ölümünden sonra yok edilen birçok müstehcen çizim yaptı ve çağdaşları tarafından “Şeytanın Baş Cin Ressamı” diye adlandırılacak kadar da günahkârdı. Çok yönlü bir tarih ressamı olsa da -ilk eseri The Death of Cardinal Beaufort (Kardinal Beauford’un Ölümü, 1774) adını taşıyordu- en iyi hatırlandığı eser, karabasan görebilmek için akşam yemeğinde çiğ domuz pirzolası yedikten sonra yaratmış olduğu söylenen The Nightmare adlı cin tablosudur. İlk kez 1782’de sergilenen tablo bir oyma baskı biçiminde yapılmıştı ve çok geniş ölçüde dağıtımı yapıldı: Goethe, 1783’te Leipzig Fuarı’nda gördüğü bir kopyadan etkilen­mişti.



Fuseli, beyazlar giymiş, yatağın üzerine hareketsiz, cinsel açıdan alıcı konumda yatan genç bir kadın betimledi. İğrenç, kahverengi gözlerini dikmiş bir erkek şeytan kadının bedeni üstüne çömelirken, arka planda da patlak gözlü bir atın kafası koyu siyah perdelerin arasından bakmakta­dır. Yakınlarda bir makyaj masası durmaktadır, ama, kadının midesi üstü­ne çöreklenmiş erkek şeytanın yansımasını yakalayacak açıyı taşımasına karşın, aynaya hiçbir görüntü yansımamaktadır. Kadının hayatta olup olmadığı kesin değildir. Fuseli’nin bu imajı, çağdaşları tarafından, daha önce Royal Academy’de sergilenmiş tablolardan çok farklı olarak nitelendirildi. Tablo, bilinçli olarak bir karabasanda yaşayan boğucu korkuyu yansıtan muhteşem bir resimdi. Fuseli, her türden ham doğaüstü ilgiyi inkâr ederken, insanoğlunun hayal gücünü acı ve korkunun üst düzey bir zevk biçiminde aşıldığı bir imaj yoluyla genişletmeyi amaçladı. Fuseli gotik sadakat açısından netlik taşıyordu. “Gotik bizleri Yunan mitolo­jisinden daha fazla etkiliyor, zira bizi onun büyüsüne bağlayan bağlar henüz yırtılmış değil: Bizi güçlü bir biçimde ele geçiriyor, batıl inançlarımızdan yakalıyor.” Peter Tomory’ye göre, “Fuseli’nin at kafası, cin ve acı çektirilen kadın düzenlemesi, Salvator Rosa’nın The Apparition of Samuel before Saul adlı tablosunda Endor Cadısının Samuel’in sırtında neredeyse emekler gibi oturuşuna benzemektedir”. Ancak, The Nightmare'de Fuseli, gotik korkuların orijinal Neapolis kökenli modelini ilerletmeye çabalıyordu. Salvator Rosa’nın cadılık tablolarını küçümserken de, “Cansız doğaya yönelik algılamalarındaki şahane ve ulu, büyüsel tasavvurlar korkunun prensiplerinden ziyade mitolojik süprüntü ve şımarıklığa dayanmaktadır” demekteydi. C. Nicholas Poweir'ın bıkıp usanmadan izini sürdüğü gibi, Fuseli, karabasanını hayal ederken “antik öykülerle -kocakarı masalları ve halk efsaneleriyle- şeytana, cadılara, erkek ve dişi cinlere, büyülü atlara, aşk ve tutkuya ilişkin tuhaf şiir dizelerini tek bir unutulmaz imaj biçiminde kaynaştırdı”.

Salvator Rosa -  The Apparition of Samuel before Saul

Karabasandaki çömelmiş cin bir vampir olmasa da, Fuseli vampirlik ile mülk kıskançlığı arasında kurduğu ilişki açısından da göze çarpmaktaydı. “Umutsuzca kendini sevmenin ifadesi olan kıskançlık, ne olduğuna bakmaksızın ne bulursa ona sarılır. Daha iyisini yapma tutkusu ölüleri mumyalar; kıskançlık denen vampir yaşayanları yok eder.”

Fuseli’nin cini gotik hayal gücünü tıka basa dolduran sayısız cana­varın, dışlanmışların, kötü ruhların ve kişilerin ilk versiyonudur: Tüm edebi yaratıklar arasında Frankenstein’ın canavarı (Mary Shelley’nin etkilendiği açıktır), Stevenson’ın Edward Hyde’ı ve vampirler; ve daha sevimli düzeyde de, hiç de çekicilik taşımayan bir tarzda beden parçalarından bir araya getirilen ve 1960'larda ABD gotik televizyon dizileri­nin ilk ve en beğenilenlerinden biri olan masum, sürekli çam deviren Herman Munster. Fuseli’nin cin imajı uyumaya ilişkin düşünce tarzımızı değiştirdi, ve bu öylesine simgesel bir imajdı ki, Freud Viyana’daki daire­sinin duvarına The Nightmare’in bir kopyasını asmıştı. Fuseli’nin bu imajının evrenselliğini, imajının geniş ölçüde taklit edilmesi de onayla­maktadır. Henüz 1784’te (muhtemelen, var olan bir tabloyu konu alan ilk Ingiliz siyasal karikatüründe) Thomas Rowlandson satirik The Covent Garden Nightmare adlı eserinde, ahlaksız politikacı Charles James Fox’u Westminster seçimindeki yenilgiyi rüyasında görür halde çizmek­teydi. Başka karikatürlerde de Fuseli’nin resmi Napoleon ve Pitt gibi ünlü kişileri alaya almak için uyarlandı. Örneğin, The Nightmare, or the Source of the Nile (1798) adlı eserde Amiral Nelson metresi Lady Hamilton’ın üstüne eğilmekte ve şehvetli bir ifadeyle geceliğinin altına bak­maktaydı; çağdaşları açısından Fuseli’nin hayal gücünün şehvet dolu çizgisi, erkek şeytanın cinsel önemi kadar belirgindi. Ressam Benjamin Robert Haydon, “Bütün duyguları ve konuları şiddetli, korkutucu ve iğrençti,” demekteydi.





 ...
Fuseli’nin zihnini harekete geçiren, Tanrı’ya küfür ve seks düşkünlüğüdür. Bütün kadınları fahişe, bütün erkekleri haydut. Kadınları zevke düş­künlüklerinden ötürü değil (...) erdeme karşı hissettikleri garez dolu nef­retten ötürü fahişe, ve erkekleri de gözü pek bir ihtirastan ötürü değil (...) şehvetli bir sertlikten ötürü kötüdür... Fuseli cehennemi bir canavarın hastalıklı bir kocakarının ölü bedeninde, iğrenç bir formdaki konumun­dan dünyaya geldi - çürümekte olan bir cesedin hamurlaşmış pelteliğindeki ateşli zevklerle olan yakınlığıyla tutkuları canlanmakta ve şehveti ateşlenmekteydi.

Fuseli’nin erkek şeytanının erotik sembolizmi, dostu Erasmus Darwin tarafından 1780’lerde vurgulandı:


Ve böylece gördüğü KARABASANDA, gecenin sisi arasında 
Löp etleriyle şeytan gezer o bataklık, göl ve çamur deryasında;
Uykudan daralmış, aşktan çıldırmış bir genç kız arar,
Alçalır, ve sırıtarak göğsünün üstüne konar.
- Nasıl ki bu yakınlarda, gecenin loş karanlığında 
FUSELI’nin gözlerinde canlandıysa;

(...)

Geriye, yastığa düşer kızın kıpkızıl kafası,
Kar beyazı kolları sarkar yataktan aşağı;
Hızlı, kısa soluklarla ve boğulur gibi soluyarak,
Tekleyen yüreği ölüme dalarak.
- Sonra zapt edilmiş kasabalarda çığlıklar ve dulların gözlerinde yaşlar,
Kanla lekelenmiş tabutlarında yatan solgun âşıklar,
Uçmasını engelleyen o dimdik uçurum ve Uçsuz bucaksız çöl, soğuk, yıldızsız gece,
Ve ateş saçan gözleriyle Katil arkada beklemede,


Hepsi de dehşet içinde zihnine acı çektirmekte.
Onun narin, çırpınan kollarında titremeler diner;
Önce ellerinde başlayıp sonra ayaklarına iner;
Boşuna çabalar titreyen dudaklarıyla çığlık atmaya,
Ve titrek gözlerle o felçli gözkapaklarını aralamaya;
Boşuna arzular koşmayı, uçmayı, yüzmeyi, yürümeyi, sürünmeyi;
UYKU var olduğunda İRADE bırakır hüküm sürmeyi.
- Göğsünde Şeytan-Insan çöreklenir,
Dimdiktir ve şişkin bedenini düzeltir.

Son mısradaki 'dimdik' sözcüğü bir yirminci yüzyıl şairinin bilinçliliği ve erkeklik organı konusundaki duyarlılığıyla yerleştirilmiş olmasa da aynı çağrışımları içermektedir.

Kitap: Gotik

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder