Hieronymus Bosch


Hieronymus Bosch’a ilk kez Archival kayıtlarında 1480'lerde değinildi. O sıralarda Bosch varsıl bir soylunun kızıyla evliydi ve resmi resim çalışmalarını tamamlamıştı. Yirmi beş yaşlarındaydı, çok geçmeden, Meryem Ana Kardeşlik Birliği'ne katılacaktı. Bosch Hollanda’daki Hertogenbosch kasabasında doğmuş, takma adını da o kasabanın adından uyarlamıştı. Soyadının izi Hertogenbosch'da 14. yüzyılın sonlarına kadar sürülebiliyor ve atalarının Aix-la-Chapelle'den geldiklerini gösteriyor. Bosch'un bilinen ama kendi yörelerinin dışına açılamayan sanatçı bir ailenin çocuğu olduğu söyleniyor. Annesinin terzi olmasına karşın Bosch, evliliği ve Kilise'ye yakın olan Meryem Ana Kardeşlik Birliği'ne üye oluşu sayesinde çevresinin en saygın kişilerinden biriydi. Yakışıklı Philip'in huzurunda vaftiz edilmiş bir Yahudi olan Jacob de Almaengien'le tanıştı ve o günlerde Meryem Ana Kardeşlik Birliği adlı tarikata girdi. Kaynaklar Bosch ile Jacob arasındaki ilişki konusunda çok açık bir şey söylemiyorlarsa da bu tanışmanın o zamana kadar hemen hemen hiç tanınmayan bir ressamın yaşamında önemli bir etkisi olmalı. Philip'in kardeşi Avusturyalı Margaret, Hollanda'da saltanat vekiliydi ve Mechlin'de oturuyordu. Bosch'un Jacob aracılığıyla saray'la yakın ilişkiye girmeyi başardığı ve böylece yalnız sayısız iş almakla kalmayıp toplumda da bir yer edindiği kesin gibi görünüyor. “Saray ressamı terimi o dönemin koşullarına uygun düşmez ve kayıtlarda geçmezse de Bosch benzer bir konumdaydı: Bosch soylu baylar arasında, içindeki yaratıcı enerjinin harekete geçmesine izin veren müşteriler buldu. Jacob de Almaengien'in etkisine gelince, genellikle varsayımlara dayanmak zorundayız: Çok yolculuk eden, bilimsel ve düşünsel gelişmeleri iyi bilen, sözü geçen bir işadamıydı. Jacob'un hangi bağımsız mezhep ve tarikatlara üye olduğu söylenemez. Ama kaynaklar, Bosch'un, bir yanda derin inancının ötesinde bir tutumla, öte yanda keskin analitik zekâsıyla Büyük Üstad'ın düşüncelerinden kendini uzak tutmadığını söylüyor. O zamanlardan kalan yazılı kayıtlara göre resimlerinde fantastik bir biçimde ifadesini bulan özgür düşünce dünyasıyla Bosch'u tanıştırmıştı. 16. yüzyıldan başlayarak Bosch'un, çeşitli gizli toplulukların ve tarikatların üyesi olup olmadığı ya da bunlara ne ölçüde bir yakınlığı olduğu konusundaki söylentiler hızla yayılıyordu. Kuşkusuz resimlerindeki tümüyle yeni imgelerle birlikte Usta'nın oldukça anlaşılmaz yaratıcı enerjisi bugün bile onun doktrinlere aykırı gruplarla bağdaştırılmasına — hiçbir kanıt olmasa da — yol açıyor. Ama Tarikat’ın yanında olan önemli müşterileri arasında anlayışlı ve ileri görüşlü hayranlar bulmuş olmalı. 1510 gibi erken bir tarihte Avrupa'daki ünlü koleksiyonlarda, örneğin Madrid'de, Venedik’te, Brüksel’de, resimleri görülmeye başlandı. 1516'da ise Hieronymus Bosch’un cenaze töreni yapıldı.

Çok az sayıda tarihten ve olaydan başka Bosch’un yaşamıyla ilgili pek bir şey bilmiyoruz. Bu yüzden kişiliği, hatta daha da çok, benzersiz sanatı hakkında oldukça fazla sayıda asılsız söylenti, öykü yayıldı, spekülasyon yapıldı. Eski bir sanatçı aileden gelen Bosch’un yaşamı, müşterileri, dostları ve en önemlisi yapıtı üzerine kendi hiçbir düşüncesi, yorumu bugüne kadar elimize geçmedi; resimlerinin kesin tarihini belirlemek hemen hemen olanaksız. Yalnız Bosch’un çağdaşı olmakla kalmayan, aynı zamanda düşünce zenginliği, yaratıcı enerji bakımından Bosch’u andıran ve ardında kendi yaratıcı dönemiyle ilgili sayısız döküman bırakan Leonardo da Vinci’nin tersine Bosch’un tablolarını yorumlayabilmek için resimlerinin dışında başvurabileceğimiz başka hiçbir kaynak yok.

the ship of fools

Bosch’un gizleri çözülemeyen yaşamı gibi yapıtının ve içsel güdülerinin de derinliklerine inilemeyecek. Tablolarının öylesine ulaşılmaz simgesel ve alegorik boyutları var ki ve öylesine düşseller ki yıllardır uğraşan araştırmacılar bize Bosch’un yapıtlarıyla ilgili kapsamlı bir açıklama vermeyi başaramadılar. Bosch önceleri azizlerin yaşamlarını resmetmekle uğraştı, sonra kendini İsa’nın Çilesi’ni betimlemeye verdi ve en son da Son Gün’ün yeni yorumlamalarına girişti. O zamana kadar yüzyıllar boyunca oluşturulan ve hemen hemen hiç değiştirilmeyen tarif edilmiş biçimlere ait kesin ölçütler Kilise öğretisiyle yakından ilgili böyle konuların ele alınışını belirliyordu. Sanatçılar katı bir hiyerarşik düzene ve Kilise’nin dogmatik öğretilerine karşı sorumluydular. Değişiklik kuşku uyandırıyor, sanatçılar, geleneksel konuları değişik bir biçimde yorumlama fırsatını çok ender buluyorlardı. Bir Madonna, bir St. John, bir Son Gün katı yasalara bağlıydı; Kilise devletin keskin gözü perspektif, uzam ve hepsinin ötesinde manzara uygulamalarında yalnız küçük değişikliklere izin veriyordu.


Ufukta görünen Modern Çağ'ın çocuğu olan Bosch resimlerde bildik imgelerden uzaklaştı, resimde kendi hırslı ve yaratıcı biçimiyle devrim yaptı. Çok geçmeden —hayranlıkların yanı sıra— iftiralar, lekelemeler ve başka çirkin saldırılar başladı. Bosch birdenbire hiç alışılmadık bir görünümdeki Son Gün'ü ortaya çıkardı; mahkeme sahnesinin yerini garip görünüşlü adamların ve şeytansı yaratıkların çektiği Saman Arabası aldı. Böylece Son Gün insanlığın günahlarının ve kötülüklerinin alegorik bir biçimde resmedilmesine dönüştü. Bosch İncil konularını ele alıyor, insanı yapıtının merkezine koyarak konuların mesajını ufak ufak değiştiriyordu. Bu noktada, elbette, insanı tam anlamıyla ikinci derecede gören Orta Çağ’dan ayrılıyordu. İnsan'ın Bosch'un yapıtında gerçekçi bir biçimde görülmesi Rönesans'a ayak uydurmak demekti. Aynı zamanda İtalyan Rönesansı'nda insanın yaratılış harikasının biçimlenmesi olarak gösterildiği de göz önünde bulundurmalıdır. O yaratılışın en üst noktasıdır, yaratıcı olarak biçim verebilen, yazgısını kendi eline alabilen, Kilise'den ve Devlet'den bağımsız bir varlıktır. Bosch da dikkatini insana çeviriyor ama, onu kötülükleri, sınırsız budalalığı ve günahlarıyla gösteriyor. Bu zıtlığı daha iyi gözler önüne serebilmek için Bosch dünyayı insandan farklı resmediyor — başlangıçta İtalyan Rönesansı’na olanaksız görünen bir yaklaşım. Bosch için görünüm, ya, değerler dizisine değil evrensel yasalara göre işlev gören, bu yüzden insanla pek ilişkisi olmayan bir görünümdür, ya da insanoğlunun kötülüklerini ve bu kötülüklerin sonuçlarını açıklama göreviyle abartılarak ayrıntılarıyla işlenmiş fantastik ve alegorik bir
görünüm.

Resimlerinde yansıyan grotesk mimarinin aşırılığındaki gözüpeklik Bosch'un resimlerindeki görünümlerin anlamını belirliyor. Bu görünümlerin doğal dünyayla hiçbir ilişkisi yok. Çiçekler ve hayvanlar da Bosch’un resimlerinde aynı biçimde kullanılıyor. “Yaratılışın biçimlendirdiği dünyaya ait değiller ama. doğa gibi, mimari gibi, insanlık dışı aynı çılgın yasalara bağlılar. Evrim ortadan kalkmıştır. Ona göre her şey olabilir. Mimari bitkilerle karışıyor ve doğa “mimari” biçimler alıyor; ya da, en azından, doğanın, Bosch’un böylece, yalnız doğayı değil, fiziksel yasalarla yaratılan dünyayı da değiştiriyor. Ne ciddiyet, ne yaşlılık, ne doğum, ne ölüm kendi iç dünyalarıyla uyum gösteriyorlar. Bu saçma ve ürkütücü görüntüler inanılmaz bir düşgücünün ürünü olarak dile getiriliyorlar. Modern psikolojinin, tıbbın ve rüya yorumlarının yardımı olmaksızın bu düşgücünün gizi açıklanamaz, hatta bunlar bile, bu konuya ancak bir ölçüde açıklık getirebilirler.

Bosch’un yaratıcılığında,yalnız zamanının korkularına değil, aynı zamanda tabulara ve Kilise’nin yasakladığı özlemlere ve arzulara da değindiği kesin. Çıkış noktası olarak bilinen atasözlerini ve deyişleri kullanan Bosch, yazınsal ve popüler geleneklerle göreneklerin resmini yapmaya başlıyor, ama bunları da insanın budalalığının ve kötülüğünün simgesi olarak kullanmaktan geri kalmıyor, insandaki bütün özlemleri ve güdüleri resme yansıtıyor; bunlar Bosch’un resimlerinin işareti oluyorlar. Ona göre insanoğulları ayrı bireyler değil, tanımlanamaz bir kütlenin parçaları; sonuçta ayırt edilebilecek kişilikler olarak ortaya çıkmalarına izin vermiyor; onun yerine, bir yanda Orta Çağ’ı anımsatan, öte yanda İtalyan Rönesansı’yla atbaşı giden bir özellik olan tipik dış görünümler sunuyor. İster Budalalar Gemisi, ister Deliliğin Tedavisi gibi dünyaya ilişkin alegorilerinde olsun, ister Ölümcül Günahlar ya da azizlerin yaşamları gibi kutsal konularda olsun, Bosch tanıdığı insanların portre benzeri resimlerini yapmakla pek ilgilenmiyor. Bütün bu bedenler sahiplerinden ayrılıyorlar ve yalnız insanda tipik olan belli başlı niteliklerin görünümlerini yansıtıyorlar; Bosch bunları kusurlar ve günahlar diye ayırıyor. Ne acı çeken, ne de keyif alabilen insan karakterini resmeden Bosch insan kişiliğini de doğaya uyguladığı biçimde yok ediyor. Burada gördüğümüz şey cennet, dünya, cehennem arasında bir yerlerdeki insanlar olmaktan çok ruhsal durumlardır. Bosch ruhu iyiden kötüye giden kaçınılmaz yolda çiziyor. Saman Arabası'nda tartışıldığı gibi ruh kendini cennetten cehenneme giden bir yolculukta, ya da Araf’ta buluyor ve yalnız dünyadaki kısa duraklama sırasında Tanrı ve Cennet için karar verme şansı var. Şeytanın güttüğü insanoğlu bu görevi başaramaz ve bu dünyada Budalalar Gemisindeki gibi çöküşe doğru gitmektedir. “Yaratılış”ın yanı sıra Bosch’un yapıtlarında, günümüz insanının atom tehlikesi, yeni hastalıklar v.b. karşısında duydukları gibi, kötümser bir varoluş korkusunun bulunduğunu görüyoruz. Bunların ötesinde Bosch'un resimleri düş gücümüzü her zaman olumlu bir biçimde harekete geçiren belli bir ironiyi, harika bir saflığı içeriyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder