1933’te Eyüp’te doğdum. Babam buradaki fabrikalardan birinde işçiydi, annem de garip bir göçmendi, hayatını babamla evlenene değin, ev işleri yaparak kazanmıştı. 2. Dünya Savaşı sırasında annem de çevredeki mensucat fabrikalarından birinde çalışmaya başlamıştı. İki erkek, iki kız dört kardeştik.
Mezarlıkta oynuyoruz. Mezar taşlarını oldum olası yaşayan varlıklar olarak gördüm, sadık dostlar olarak! En büyük merakım taşları kaldırıp böceklere bakmak. Evde sineklerin çiftleşmesini izliyorum merakla...
Mahallede şeker meker satarak “hayatımı kazanıyorum”.
İlkokulda öğretmen yazımın güzelliğini ve resimlerimi övüyor. Daha sonra mahallede de komşular, suluboyalarımı, pastellerimi beğenecek, aralarından bazıları çerçeveletip evlerinin duvarlarına asacaklar.
Yedinci ya da sekizinci sınıfta Gogol'un Müfettiş’ini okuyorum, yavaş yavaş dünya klasiklerini okumaya başlıyorum.
Kararımı verdim: Ressam olacağım!
Birkaç ay sonra, bir düzine tuvalimi yırtıp atıyorum. Tüplerden çıkan boyaları yapay, “doğa karşıtı” buluyorum. Yapay boyalara olan tiksintim, doğal boyalara yöneltiyor beni. Kâğıt üzerine çiçekleri, yaprakları, otları, taş, tuğla, kömür, sabun, kav parçacıklarını sürterek oluşturmaya çalışıyorum resimlerimi....
Güzel Sanatlar Akademisi yerine Sanat Tarihi Enstitüsü’ne yazılıyorum: Daha önce gidilmiş yollardan gidilmeden de resim yapılabilir, ressam olunabilir...
Adalet Cimcoz’un Maya Galerisi’nde 20 kadar resimden oluşan ilk sergimi açıyorum. (1955)
Büyük bunalım. Ne yapacağını bilememe. Kendimi tanımak için Freud’u okuyorum. Baudelaire, Nerval, Rimbaud, Lautréamont, Sade’ın yapıtlarını okuyorum, büyük bir açlıkla...
Eleşkirt’e askere gidiyorum.
Paris'te ilk sergimi açıyorum. Başlık Phallisme (1958)
1961’de Paris’e gidiyorum. Resimlerimi, daha ben İstanbul’dayken tanıyan, bilen Andre Breton’dan sergimi sunmasını istiyoruz... Paris Cezayir Savaşı’nın en ateşli günlerini yaşıyor. Breton resimlerimin aykırılığını belirttikten sonra bana ve Ferit Edgü’ye unutamayacağım şu sözcükleri söylüyor: Ne yazık ki demokratik bir ülkede yaşamıyoruz baylar”. Resimlerim el altından satılıyor.
Fransızcada resim: Peinture. Ama bu, yağlıboya resim demek. Oysa benim yapıtlarım peinture değil. Ben de yapıtlarıma Arture adını veriyorum, imza olarak da Artslan atıyorum... Paris’teki ilk Arture’leri sergiliyorum.
Korkunç günler. Handiyse sefalet. Sokaktan izmarit bile topladığım oluyor.
İstanbul ve Ankara’da sergi açmak için “yurduma”a dönüyorum. Ankara’da Cumhuriyet Savcılığı on yapıtıma el koyuyor. Suç: Adaba mugayir eser, yani pornografi... Dört celsede artureleri kurtarıp kapağı Paris’e atıyorum.
Marx’ın 1844 Elyazmaları’nın etkisinde yeni bir diziye başlıyorum: Yabancılaşmalar. Kutsal Aile kitabını okurken bir karar alıyorum: Kapital’i resimlemek. Altı yıl boyunca gece gündüz çalışarak 30 arture gerçekleştiriyorum. Önce kitap, dört yıl sonra sergi gerçekleşiyor.
Türkiye’de ilk kitabım yayımlanıyor. “Bir Dönem, 1951-1961”
1981’de “Politik Yapıtlari’ı sergiliyorum. Görüyorum ki, resimlerimin tekniği birçok insanın merakını çekiyor, “Bir Arture Nasıl Yapılır” başlıklı bir metin yayımlıyorum.
1981 ’de Ilhan Koman’la birlikte Sedat Simavi Görsel Sanatlar Ödülü’nü alıyorum.
lonesco’nun başkanlığındaki jüri “Humour Noir” ödülünü bana layık görüyor.
Hayatım boyunca etkilendiğim düşünür, ozan, yazar, bestecileri konu alan “Etkiler” dizisinin doğal bir sonucu gene bir kitap: Influances. Sergi ise Kasım 1985.
Bir ressamdan çok bir okur, Brecht’in aydına dalga geçerek verdiği ad gibi bir TUl’yim ben... ister istemez yeni dizim de okumaya yönelik olacaktı.
Bu kez kısaca “insan”ı seçtim. İlk kitabın (1990) sonunda yer alan bibliyografyada 572, beş yıl sonra yayımlanan ikinci kitapta ise 1320 başvuru kitabının adı geçiyor.
Dediğim gibi, ben okuyarak, inceleyerek öğrenen ve öğrendiklerimden bir bölümünü resim yoluyla dile getiren biriyim. Bu nedenle resimlerimin estetik bir heyecan uyandırmasına çalışmam. Çizgilerimin düşündürmesini isterim. Benim okuduğum gibi resimlerime bakanlar da onları okusunlar isterim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder