Hünsa

HÜNSA

COMTE DE LAUTREAMONT'DAN ÇEVİREN: SAİT FAİK

Dört yanını çiçekler çevirmiş bir koru­lukta. yaşlar hala göz pınarlarında, çimenlerin üstüne yorgun argın düşmüş hünsa uyuyor.

Ayın ondördü bulutlardan sıyrılıp bu tatlı erkek çocuk yüzünü solgun ışıklariyla okşuyor. Yüzünün hatlarında erkekçesine kudretli bir ifade ile birleşmiş bir bakire hali. Onda hiçbir şey tabii değil. Vücudunun adalelerinde bile bir başkalık var. Sanki bu adalelerin içinden bir kadın yapısının ahenkli dış çizgileri yol bulmuş geçiyorlarmış gibi. Bir kolu alnına doğru bükülmüş ötekisi bütün gizlice anlatılacak şeylere ka­palı. bir ebedi sırrın ağırlığı ile yüklü yüre­ğin atışını bastırmak içinmiş gibi göğsüne kavuşmuş. Usanmış yaşamaktan. Kendisine benzemiyen yaratıkların arasında yürümekten hicap içinde, Ruhu umutsuzluğun avu­cunda yol boylarının köy köy dolaşan di­lencisi misâli gidiyor.

Ne yer, ne içer, nasıl geçinir? Ona göz kulak olan merhametli insanlar yok değil. Gözlediklerini hiç belli etmezler ama onu da bırakmazlar öyle açlıktan ölsün: Ah' O ne iyi insandır o! Ne herşeye katlanır yara­tıktır o! Bilirler.

Ruhlarını hassas bildikleri ile ellerini sıkmadan, uzak durarak, hep muhayyel bir tehlikenin korkusu içinde imiş gibi, ama yi­ne de memnun, mesrur konuşur. Niçin yal­nızlığı arkadaş seçti, diye sordukları zaman gözlerini gökyüzüne kaldırır. Ta kirpiğine gelen gözyaşını o kaza ve kadere karşı bir azar yerindeki gözyaşını zorlukla tutar, göz kapaklarının bembeyaz karına bir penbe sa­bah ışığı düşüren bu ihtiyatsız soruya cevap vermez, Görüşme bu minval üzere uzar da kendisi için sıkıntılı bir hal alırsa gözlerini sanki bir görünmez düşmanın varlığından kaçmak istermiş gibi ufkun dört yanına çevirir, eliyle çabuk çabuk bir Allahaısmarladık işareti yapar, ayaklanmış hicabının kanadlarıyla uzaklaşırcasına ka­çar, ormanın içinde kaybolur.

Çoğunca onu deli yerine alırlar. Bir gün büyük yerlerden emir almış yüzleri maskeli dört adam üstüne atıldılar. Ayaklarından gayrı her yerini sımsıkı bağladılar. Kamçı sırtında şakladı. Adamlar ona, hemen ye­rinden kalkmasını, vakit kaybetmeden "Bicetre" yoluna doğrulmasını söylerdiler.

O, kamçıyı yedikçe gülüyor, kendisini dövenlerle tatlı tatlı konuşuyordu. Onlara öyle hisli, öyle akıllı şeyler söyledi..., insan­lık fenni üzerine okuduklarını öyle bilgili anlattı ki, insanlığın akıbeti ve gelecekteki erdemliği üzerine öyle lâflar etti ki, ruhu­nun asıl şiirini öylesine açıkladı ki, daha gençlik çağına bile ermemiş bir insan ağzın­dan böyle derin sözlerin çıktığını duyan gardiyanlar yaptıkları kanlı hareketten ürk­müş, pişman bir halde yara bere içinde, ezik çürük içindeki güzel vücudunu çözdüler. Ayaklarına af dileyerek kapandılar, insan yüzlerinde pek her zaman gözükmeyen bir saygı içinde uzaklaştılar.

Bu olay kulaktan kulağa yayıldığından beri sırrı herkes tarafından bilindi. Bilindi ama yine herkes onun acılarını arttırmamak için bilmemezlikten geldi.

Devlet, bir zamanlar, önceden hiç bir so­ruşturma yapmadan zorla bir deliler evine kapatmak istediğini ona unutturabilmek için maaş bağladı. O bu maaşın ancak yarı­sını harcar, kalanını fıkaraya dağıtır.

Korulukta bir kadınla bir erkeğin gezin­diklerini gördüğü zaman sanki vücudu sa­çından tabanına kadar ikiye ayrılır. Ve her yeni parça gezinenlerden birini gidip ku­caklar. Ama bu bir hayal, korkunç sapık bir hayaldir. Akıl hemencecik gecikmeden gelir yerini alır. İşte bu yüzden ne erkeklerin, ne de kadınların arasına karışabilir. Büyük mahcupluğu ona kendisinin bir canavar ol­duğu fikrini aşılamıştır. Ne kendisinin, ne de başkalarının kudsiyetine saygısızlık et­mek istemez. Kibri ona şunu tekrarlar du­rur: "Herkes yerli yerine, herkes yerli yerin­de." Kibri dedim, evet, çünkü hayatını bir kadın yahut da bir erkekle birleştirmiş olsa yapılışının tam bir uygunluğunu bulamaya­cak olan eşi ona er geç bu hali büyük bir kusurmuş gibi yüzüne vuracaktır, iyisi mi kendini korumak için hiç olmazsa izzetinef­sini korumalı. Kendi kendisinden gelen bu garip hali tahkir etmeli, azaplar ve tesellisizlikler içinde yalnız başına kalmalı.

Dört yanını çiçekler çevirmiş bir koru­lukta yaşlar hâlâ göz pınarlarında nemli, yorgun argın hünsa uyuyor. Yeni uykudan uyanmış kuşlar büyülenmişler gibi bu mah­zun yüzü dalların arasından seyre dalmış­lar. Şakrak sesli bülbül susmuş. Orman, bahtsız hünsanın koynunda gecelemesin­den bir mezar gibi azametli.

Ey yolunu şaşırmış yolcu! Serüven peri­sine tutkun yolunu şaşırmış yolcu! Ey yur­dundan ayrı düşmüş, anasından babasın­dan kaçmış, yıllardır evini ve yurdunu ya­bancı diyarlarda boşu boşuna arayan yolcu! Seninle beraber, senin serseri huyun uğruna seninle beraber koşup duran, yolların ve ik­limlerin türlü zahmetine katlanan sadık ve asil dostun atının başı için, varılmamış de­nizlerin, uzak diyarların, kutup buzlarının arasında, öldürücü güneşlerin göğsünde donmuş ve yanmış insan oğluna bu yolcu­lukların verdiği büyüklüğü ve lâyıklığın bâşı için dokunma elinle, hattâ bir sabah mel­temi hafifliğinde olsa bile dokunma, ilişme bu yerlere serilmiş, yeşil otlara karışmış kı­vırcık perçemlere!

Bir kaç adım uzaklaş, öyle seyret, iyi edersin. Bu saçlar tabuludur. Hünsa öyle is­tedi. Hiç bir insan dudağı onun saçlarını dindarcasına bile öpmesin istedi. Onun şu saniyede gökyüzünün yıldızları gibi pırıldayan alnına insan dudağı değmesin istedi.

Daha doğrusu mihrakından fırlamış bir yıldız, mesafeler aşarak bu güzel ve muhteşem alana ışıklarını saçmaya gelmiş ve bir hale gibi alnın etrafını çevirmiş.

Gece, parmağiyle yüzünden kederi sıyırmış, bu hicabın ta kendisi, melek hicabının hakikî bir resmi olan şeyin uykusunu cünbüşlemek için bütün sihrini örtünüp gelmiş. Böcek sesleri yavaşlamış. Ağaçların dalları onu sabah çiğlerinden korumak için böyle sıklaşmışlar. Sabah rüzgârı kucağına aldığı tanburunun tellerinden bu inmiş göz kapaklarına dünyanın durgunluğu arasından tatlı nağmeler fısıldıyor. Ve sanki bu göz kapakları yukarıki âlemlerin gürültüsüz konserine sessizce katılmışlar gibi ürperiyorlar.

O şimdi mes'ut,olduğunu görüyor rüyasında. Vücut yapısı değişmiştir. Yahut dal erguvan renkli bir bulut üstünde yapılışı kendisi gibi olan yaratıklarla dolu başka âlemlere uçuyor. Ama bu yalancı hayal gün ışıyıncaya kadar sürecek. O şimdi harikulâde güzel bir insan oğlunun kollarında aşk türküsü söylüyor. Etrafında çiçekler delirmişçesine dönüp duruyorlar, kokularını buram buram saçıyorlar. Ama kucakladığı şey yerden tüten bir sabah buğusudur. Ve uyandığı zaman kollarının arasında bir şeyi kalmayacaktır. Uyanma hünsa! Uyanma! daha. Yalvarırım uyanma daha! Niye bana inanmıyorsun? Uyanma! Uyu... Her zaman! uyu yavrum! Saadet umudunun yalanını kovalayan göğsün böyle inip çıksın. Buna müsaadem var, kucakla o yalanı, ama gözlerini açma! Sakın açma gözlerini, emi! Uyanışının şahidi olmadan seni böylece mes'ut bırakıp gitmek istiyorum.

Belki günün birinde heyecanlı sahifelerle, kocaman bir kitabın yardımı ile senin hikâyeni anlatırım. O kitabın sahifelerinden fırlayan öğretici şeylerle herkesleri ürküterek, kendim de ürkerek senin hikâyeni anlatırım. Şimdiye kadar bunu yapamadım! Neden biliyor musun? Ne zaman seni anlatmak için elime kâğıt kalem alsam ellerim, ihtiyarlıktan değil, titriyor, kâğıt gözyaşlarımdan ıslanıyordu. Ama sonunda bu cesareti bulacağım senin büyük felâketini düşündüğüm her zaman genç kızlar misali bayılır gibi olurum! Sinirlerim kadın sinirleri gibi gevşer, kendi kendimden utanırım.

Uyu... Uyu yavrum!. Açma gözlerini, açma!

Hünsa Allahaısmarladık! Her gün senin için dua etmeyi unutmıyacağım: (Kendim için olsa hiç dua etmem.) Gönlün ve göğsün rahat olsun diye dua edeceğim. Allahaısmarladık hünsa!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder