Annie Leibovitz & Susan Sontag


Susan Sontag, o dönem ABD'deki önde gelen entelektüellerin arasında tek kadındı. Susan ile ilk tanıştığımda tanıtım fotoğrafı çektirmek istiyordu. Hazırlanmak için "The Benefactor"u okudum.
Aslında iyi bir okuyucu değilimdir ama kitaba bayıldım. Yazar kendi iç dünyasında yaşıyordu sanki. Bu konuda konuştuk. İyi vakit geçirdik.








Susan Sontag erken yaşlarda çok iyi denemeler yazdı. En ünlü denemelerinden biri fotoğraf üzerineydi. Nasıl fotoğraf çektireceğini biliyordu. Kendini tanıyordu ve özgüveni yüksekti. Sanki işi fotoğrafçıya bırakmayıp kendi kendini teşvik ediyordu. Ondan çok etkilenmiştim. O da beni tanımak istediğine karar verdi, ilişkimiz böyle başladı. Ünüm dergilerden ve popüler kültürden
geliyordu. Niye benimle takılacaktı?

Susan Sontag (1984), by Robert Mapplethorpe


*

GUERNİCA

GUERNİCA (Acı: Bedenin protestosudur)

26 Nisan 1937’de Bask bölgesindeki Guemica kenti (nüfus: 10 000) General Franco yanlısı Alman bombardıman uçakları tarafından yerle bir edildi. Times gazetesindeki haber şöyle:

Bask bölgesindeki en eski kent ve Basklılar'ın kültür geleneğinin merkezi olan Guernica, art arda yapılan hava akınları sonunda dün yerle bir edildi. Hatların çok gerisinde kalan bu açık kentin bombardımanı, tam olarak üç saat on beş dakika sürdü; bu süre içinde değişik tipte üç Alman uçağından, Junkerler, Heinkel bombardıman uçakları ve Heinkel avcı uçaklarından oluşan bir filo sürekli olarak kentin üstüne yarım ton ve daha az ağırlıklarda bombalar yağdırdı. ... Avcı uçakları, tarlalara sığınmış olan insanları makinalı tüfekle taramak üzere kent merkezinden yere doğru alçalarak uçtular. Tarihi Casa da Juntas dışında Guernica'nın tümü alevler içinde yanmaya başladı...

Bu olayın üzerinden bir hafta bile geçmeden Picasso resmine başladı. Cumhuriyetçi İspanya Hükümeti tarafından zaten kendisine Paris Dünya Fuarı'na konmak üzere bir duvar resmi ısmarlanmıştı. Resim, Haziran’da fuardaki İspanya pavyonuna kondu. Hemen çelişkili tartışmalara yol açtı. Pek çok solcu, resmi belirsiz olmakla suçlayarak eleştirdi. Sağcılarsa kendilerini savunmak için resme saldırdılar. Ama resim, kısa sürede efsaneleşti ve bir efsane olarak da kaldı. Yirminci yüzyılın en ünlü resmidir Guernica, özelde faşizmin, genelde modern savaşın acımasızlığına karşı sürekli bir protesto olarak görülür.


Bu, ne ölçüde doğrudur? Ne kadarı resmin kendisi için doğrudur; ne kadarı resmin yapılmasından sonra olup bitenler sonucunda ortaya çıkmıştır?

Kuşkusuz, resmin anlamı ve önemi daha sonra olanlarla artmıştır (hatta belki de değişmiştir). Picasso bu resmi, özgül bir olaya tepki olarak acele, çabucak yapmıştır. Bu olay —bazılarını o zaman kimsenin önceden göremeyeceği— başka olaylara yol açmıştır. 1937'de Franco’nun zaferini güvence altına alan Alman ve İtalyan kuvvetleri, üç yıla kalmadan Avrupa'nın tümünü korkudan titreteceklerdi. Sivil halkı sindirmek için bombalanan ilk şehir Guernica oldu. Hiroşima da aynı hesaba göre bombalandı.

Böylece, Picasso'nun kendi ülkesinde görece küçük bir olay konusunda gösterdiği kişisel protesto, sonradan dünya çapında önem kazandı. Bugün milyonlarca insan için Guernica adı, tüm savaş suçlularını mahkum eden bir sözcük oldu. Bununla birlikte Guernica,, sözcüğün nesnel anlamında modern savaşla ilgili bir resim değildir. Gene 1937'de, David Siqueiros tarafından bence muhtemelen Ispanya iç Savaşı'yla ilgili bir haber filmindeki haykıran çocuk resminden etkilenerek yapılan Bir Çığlığın Yankısı'yla karşılaştırarak bakalım Guernica'ya.


Guernica Önünde



"İspanyol Pavyonu’nun açılış günlerinde, iç savaş görünümlerinin sergilendiği bölümden bir kadın, yanında kızıyla birlikte geldi... Guernica resminin önünde durdular... kadın, yanındaki kızına, İşte bu hepsinden korkunç... Sırtımda bir örümceğin dolaştığını duyar gibi oluyorum... Ben burada ne yapılmak istendiğini anlamıyorum... Ancak gerçekten çok ilginç... Bedenimin parçalandığını hissediyorum... ” 

Fransız Sanat eleştirmenlerinden Ozenfant'ın o günlere dair bir izlenimi ve
 Basquiat filminde yer alan Guernica sahnesi

Guernica Katliamı



Bask’lı din adamı Alberto de Onandia, 26 Nisan 1937 tarihinde Guernica kentinde gördüklerini yaşadıklarını şöyle anlatmıştır:

Gökyüzünün açık, güneşli olduğu çok güzel bir ilkbahar günüydü, öğleden sonra saat tam beşe çeyrek kala arabamla Guernica’nın pazar yerine geldim... Birden çanlar çalmaya, sirenler ötmeye başladı... İlk kez gökten düşen bir bombayı ve sonradan bunun ardından 18 kadar olduklarını sayabildiğim savaş uçaklarını gördüm... Bombaların patlaması, anlatılması olanaksız bir panik yarattı. Ben, beş milis askeriyle birlikte küçük bir tahta köprünün altına saklandım. Oldukça iyi gizlenebildiğimiz yerden, meydanda olup bitenleri, kadınların, erkeklerin, çocukların ve hatta hayvanların ne denli bir şaşkınlık ve korku içinde kaçıştıklarını dehşetle görebiliyorduk.-..

Savaş uçakları hiç ara vermeden bir saatten fazla bir zaman boyunca Guernica’nın üzerinde uçtular ve her tarafı bombaladılar...

Bunlar, şimdiye değin süren iç savaş boyunca hiç görmediğimiz bir yöntemle saldırıyorlardı. Böylesi bir vahşeti hiç yaşamamıştık. Uçaklar, pilotlar, tek tek evlere, insanlara, hayvanlara, hareket eden her şeye saldırıyorlardı. Yıkılmış, yanmış evlerin dumanları, patlamaları, bunlardan çıkan alevleri anlatmak olanaksızdı...

Saat yediye doğru uçaklar gittiler. Fakat hemen yenileri geldi. Bu seferki saldırı dalgası çok daha büyüktü; Bu yeni saldırıda, daha çok, yangın bombaları atıldı ve ortalama otuz beş dakika içinde tüm kent ateş ocağına döndü. Güneşin batışından sonra da Guernica’dan çıkan alevler çok uzaklardan görülebiliyordu... Bombardıman sonucu kentin orta yerinde, onaltı metre çapında ve sekiz metre derinliğinde bir çukur açılmıştı...






Guernica’da, özellikle sivil insanların, kadınların, çocukların öldürülmeleri, tüm kentin bombalanması, dünya kamuoyunda, demokrat basında büyük yankı uyandırmıştır.

Bu koşullarda, İspanya’da, General Franco’nun basın bürosu, bizlerin bugün bile pek de yabancısı olmadığımız bir yöntemle, “Guernica’yı, cephede bozguna uğrayıp, geri çekilen Bask’lı kızılların yakıp yıktıklarını” açıklamıştır...
Ancak, çok ilginç ve öğretici olarak, bu kaba yalan, hiç de azımsanmayacak sayıdaki Haber Ajansları ve ünlü gazeteciler tarafından, bilerek ya da bilmeyerek, dünya kamuoyuna duyurulmuştur...

Bunlar arasında, New York Times Gazetesi ’nden, W.P. Carney; Havas Ajansı’ndan, Georges Botto; Journal de Paris'den, Max Massot; Action Francaise’den Pierre Hericourt; Time‘den James Holburn; Associated Press’ten, Richard Massock.... vb. hemen akla gelenlerdir.

Ancak, sorunu yerinde izleyen yine pek çok onurlu gazeteci, hem Guernica’daki gerçek durumu tüm dünyanın gözleri önüne sergilemişler, hem de bu yeni saldırı ve bombardıman yönteminin ardındaki gizleri, hemen yaşanan o günlerde saptayabilme öngörüsünü göstermişlerdir...

Sonradan İkinci Dünya Savaşı’nda Burma’da yaşamını yitiren ünlü gazeteci George Steer, 27 Nisan 1937’de Bilbao’dan,Londra Times gazetesine gönderdiği haberlerde, Guernica bombardımanı olayını, “Guernica’daki Trajedi”, “Hava Saldırılarında Kent Tümüyle Tahrip Edildi" başlığı altında vermiştir. George Steer, yazısında özetle, olayı şöyle yansıtmaktadır:

Bask bölgesinin en eski kültür merkezi Guernica kenti, dün öğleden sonra, hava saldırıları sonucu tümüyle tahrip edilmiştir...

Cepheden oldukça uzakta bulunan bu açık kent, Alman Junker, Heinkel bombardıman, Heinkel avcı uçaklarının attıkları büyük bombalar sonucu tarhip edilmiş ve olasılıkla yangın bombalarıyla da tüm bölge yakılmıştır. Ayrıca, kentin üzerinde sürekli uçan savaş uçakları sivil halka saldırmış ve makineli tüfeklerle, onları tarayıp, öldürmüştür...

Tüm Bask halkının arşivinin bulunduğu ünlü Casa de Juntas ile üzerinde taze sürgünleri görülen Guernica’nın 600 yıllık meşe ağacı, büyük bir rastlantı sonucu tahrip olmaktan kurtulmuştur...
Bugün kenti gezdik. Alevler ve dumanlar, daha on mil uzaktan görülüyordu. Tüm kent halkı, büyük bir fırına dönüşen Guernica'dan, eski Bask köylülerinin - kağnı benzeri- arabalarıyla, dağlara, Bilbao ’ya doğru kaçıyor, göçüyordu...

Kentin kimi sokaklarında, analarını, babalarını, yakınlarını yitirmiş çocuklar ağlıyordu...

Dünya askerlik tarihinde, Guernica saldırısının bir örneğinin bulunduğunu sanmıyorum...


Guernica'da kent merkezinde hiçbir askeri kuruluş yoktu. Ayrıca, kentin dışındaki küçük askeri fabrika ile bunun yanındaki iki küçük kışlaya da saldırılmamıştır. Cepheden oldukça uzakta bulunan kente ve sivil halka yapılan saldırının gerçek amacı, Basklıların savaş direncini kırmak, insanları  demoralize etmektir...

Guernica Ağacı


Tüm Bask halkının arşivinin bulunduğu ünlü Casa de Juntas ile üzerinde taze sürgünleri görülen Guernica’nın 600 yıllık meşe ağacı, büyük bir rastlantı sonucu tahrip olmaktan kurtulur.



Guernica'da ölü 
meşe ağacının altında...

Guernica harabelerine...

Guernica'nın saf göğünün altında...

bir adam meleyen kuzusu ve...

yüreğinde barış güverciniyle
geri geldi.

Herkes için, 
ayaklanmanın saf şarkısını söylüyor.

sevgiye minnettar,
zulümü reddediyor.

Bir adam şarkı söylüyor.

Onun acısının arıları, 
parçalanmış ufka hızla ilerlediler.

Şarkılarının arıları, 
insanlığın kalbinde yuvalarını yaptılar.

Guernica

Masumiyet,
yıkımın üstesinden gelecek.

Guernica.
(Alan Resnais'nin Guernica'sından)

GUERNİCA

İspanya Halk Cehpesi yetkilileri, Paris’te açılacak uluslararası sergi için, Ocak 1937 tarihinde, Mimar Luis Sert ve Ozan Larrea’nın da bulundukları bir karşılaşmada, Picasso’dan, İspanya Pavyonu için bir duvar resmi yapmasını istemişlerdir.

Ancak, bu süreç içinde picasso, çeşitli konuları düşünmüş, fakat somut çalışmalarına başlamamıştır...

 Picasso, Guernica kentinin bombalanmasını 28 Nisan 1937 tarihinde gazetelerden okumuş; 
1 Mayıs’ta, Paris’te yapılan gösterileri izlemiş ve aynı gün, İspanya Pavyonu’nun duvarı için yapacağı resmin ilk ön çalışmalarına başlamıştır...

Picasso’nun bu ilk çalışmasında, Guernica bombardımanı ile ilgili ne uçaklar, ne saldırı, ne savaşçıları, ne acı, ölüm, hatta ne de politik bir simge, iz, mesaj görülür... Bu ilk ön çalışmada, daha çok, onun birkaç yıldan beri sürekli olarak ürettiği, boğa güreşi ve mitolojik konulardaki denemelerinin izleri bulunmaktadır. I. çalışma da, resmin sol tarafındaki boğanın tüm bedeni görülmektedir. Boğanın üzerinde bir kuş ya da kanatlı bir hayvan vardır. Diğer kenarda, küçük bir pencereden, elinde lâmba tutan bir kadın görülmektedir. Ortada öldüresiye bir savaşımdan geçmiş bir at, boynunu ileriye, elinde lamba tutan kadına doğru uzatmıştır... Bu ilk çalışmada, en etkin figür, elinde lamba tutan kadındır. Tüm kompozisyon içinde, yalnız o, olayı etkin bir biçimde değiştirme olanağına, gücüne sahip görünmektedir...

Picasso sıklıkla, "ben aramıyorum, buluyorum" dediği için, burada bir “arayıştan” söz etmeye dilimiz varmıyor. Ancak, belki "bulduklarını" en güzel biçimlerde sunmanın arayışı içinde olduğu söylenebilir...

Araştırmacılar, Guernica’nın, bu ilk çalışmasında bile bazı çıkarsamalar yapmanın olasılığını ve boğa, at ve elinde lamba tutan kadın arasında öldüresiye bir devinimin, hatta savaşımın başladığını vurgulamışlardır. Gerçekten de, ileride büyük değişiklikler göstermiş olmasına karşın, resimde görülen boğa, at ve elinde lamba tutan kadın gibi üç temel figür, çalışmanın daha bu ilk aşamasında belirginleşmişlerdir.

Picasso'nun, 1 Mayıs günü yaptığı 2. çalışmada, boğa ve elinde lamba tutan kadın figürleri resmin üst bölümünde silik bir biçimde gösterilmişlerdir. Kâğıdın alt yarısına yeni bir kompozisyon çizilmiş ve burada daha çok at-boğa ilişkisi üzerinde çalışılmıştır. Bu aşamada at, olay içinde etkin bir konum almaya başlamış ve ayrıca, diğer bir küçük kanatlı at, boğanın üzerine oturtulmuştur...

Picasso, 1 Mayıs günü yaptığı 3. çalışmasında, daha değişik bir kompozisyonu irdelemiş ve elinde lamba tutan kadın, resmin üst bölümüne tümüyle egemen olmuştur. Diğer köşede yerde yatan atın boynu ve başı dikine gerilmiştir (psikanalizciler, bu figüre “fallik at" adını vermişlerdir).

Resmin alt bölümündeki figürler, parçalanmış bedenleri ile büyük acılar içinde sergilenmişlerdir.

Picasso, burada, olayı en genel çizgileri içinde tartışabilmek için, biçemini çocuksu bir yalınlığa indirgemiştir...

Picasso, 1 Mayıs günü yaptığı 4. çalışmasında, yine çocuksu bir yalınlıkla at’ı yeni baştan düşünmeye başlamıştır. At’ın bu yapıtta çok önemli bir görev üstleneceği ortaya çıkmış, ancak bunun niteliği kesinleşmemiştir. Picasso, at’ı bir kez daha, yeniden ve tüm boyutlarıyla çizmiş ve ardından gelen çalışmalarında kesin hesaplaşma başlamıştır...

Picasso, 1 Mayıs günü yaptığı 5. çalışmasında, yine salt at çizmiştir. Ancak burada, kesin yargıya ulaşılmak üzeredir. At, gerçek konumunda, bir ölüm-kalım savaşımı içinde görev alacağından, onun yeni koşullardaki biyolojik-fizyolojik yapısı yeniden tartışılmıştır. Kolayca görülebileceği gibi, burada birkaç at üst üste çizilmiş, araştırılmıştır...

Picasso, 1 Mayıs günü yaptığı 6. ve bugüne değin bilinen son çalışmasında, yeniden Guernica'nın genel kompozisyonuna dönmüştür. Burada boğa, geleneksel yerini almış, ancak bu kez, alnına çiçeklerden bir taç konmuştur. Ayrıca, bedeninin arka bölümü, kuyruğunun ve de özellikle cinsel organlarının görünümü, onun oldukça dingin bir tinsel devinim içinde olduğunu göstermektedir. Bu konumuyla boğa, tüm olayla ilgisizmiş gibi görülen bir ilişkiye sokulmuştur. Diğer yanda, lâmba tutan kadının tüm yapı içindeki etkinliği de yeterince vurgulanmıştır. At, gerçekten de, bir ölüm kalım savaşı içindedir. Belki de tek umut, elinde lâmba tutan kadının konumundan gelecektir. Burada, yeni olarak, öldürülmüş bir insan-yontu arası savaşçı figürü yerde yatar gösterilmektedir...

Picasso, 2 Mayıs 1937 günü yaptığı çalışmalarda hemen salt at’ın boynu ve başı ile uğraşmıştır. Burada, at’ın altında kaldığı büyük acı ve yükle ne denli bir yaşam savaşımı içinde olduğu ve bunun, onun alışılagelmiş anatomik-fizyolojik yapışım ne ölçüde değiştirdiği somut biçimlerde saptanmıştır... Alt ve üst çenelerdeki dişler ile dilin konumları, at’ın etkisinde kaldığı saldırganlığın ölçüsünü, çektiği görkemli acının boyutunu göstermektedir...

Picasso, 2 Mayıs günü yaptığı genel kompozisyon çalışmasında resmin sağ yanındaki elinde lâmba tutan kadın, daha etkin olarak konunun içine girmeye başlamış; boğa, sıçrar konuma getirilmiştir. Boğa’nın yüzü, Picasso'nun sürekli ürettiği “Minataura” serisi çalışmalarındaki mitolojik boğa-insan görünümlerine büyük benzerlik göstermektedir. Orta plânda, yerde yatanların arasına, erkek savaşçıya benzer bir yazgıyla ölmüş bir kadın figürü gelmiştir...

Picasso, bir hafta kadar sonra, 8 Mayıs günü yaptığı yeni bir genel kompozisyon çalışmasında, yapıtın temel devinimi belirginleşmiş ve üç ana gruplaşma oluşmuştur... Boğa, yine tüm olaya egemen konumunu almış, etkinliği, onurlu bir ilgisizlikle vurgulanmıştır. İkinci grubu oluşturanlardan at, yaralarından akan kanla ne denli bir savaşım içinde olduğunu daha bir somutlaştırmıştır. Atın bedeninin arka bölümünün ne durumda olduğu yeteri açıklıkta görünmemektedir. Savaşçının boynu kopmuş, bedeni ve bacakları alışılagelmiş bir ölü görünümünde sergilenmiştir... Burada, ölü çocuğunu kucağında taşıyan ananın konumu çok etkinleştirilmiş, uzun saçları, ağzının haykırışı, boynunun gerilmişliği ve kucağında tuttuğu ölü çocuğuyla, at ile belirli bir yazgı birliği içinde oldukları gösterilmiştir...

Picasso, 8 Mayıs gününün daha sonraki saatlerinde, at ile kucağında ölü çocuğunu taşıyan ana arasındaki tarihi diyalektik devinimi yeniden tartışmıştır...

Picasso, 9 Mayıs günü, kucağında ölü çocuğunu taşıyan ana’nın ayrıntılı bir çalışmasını daha yapmıştır. Burada, çocuğun doğum süreci içinde olduğunu anımsatan izlenimler edinmek olasıdır. Çocuğun baş ve boyun görünümü, doğum işlevinin başladığı anlardaki ana rahminden ilk çıkış görünümünü vermektedir... Ancak çocuğun henüz doğup doğmadığı kesinlikle belli değildir. Fakat her koşulda, çocuk ile ana arasındaki organik bağın-ilişkinin kesilmediği vurgulanmaktadır... Ana’nın memeleri süt, bolluk, bereket doludur. Ancak araya giren kan, onun bu olanaklarının çocuğuna iletilmesini engellemektedir...

Picasso, yine 9 Mayıs günü, genel kompozisyonun son bir ön çalışmasını yapmıştır... Yapıtın bu aşamasında, ilk kez, özellikle resmin orta bölümündeki devinim, Guernica pazar yerinin bombardımanı sırasındaki durumu, kimi yıkılmış yapıları, parçalanmış arabaları, ölüleri, acıyı, korkuyu gerçekçi bir yöntemle belgelemektedir... Arka planda, üçgen-kama biçiminde yan yana konmuş, siyah- beyaz renkler, gölgeler, ölçüsüz saldırganlığı bir kez daha vurgulamaktadır.

Eski yerini koruyan boğanın, boşalmaya hazır bir gerginlikle kasılmış kaslarında, saldırganlık daha bir belirginleşmiştir. Bu konumuyla boğanın, en az potansiyel olarak, saldırgan bir gücü — modern militarizmi— içerdiği düşünülür. Elinde lamba tutan kadın, boğayı ya da onun simgelediği karanlık gücü yakından görmek istercesine lambayı ona yaklaştırmaya çalışmaktadır... Belki de, içinde yaşanılan çağın ve Picasso’nun yapıtının temel sorunu, kadının simgelediği gücün —büyük bir olasılıkla çalışan insanların— boğa’nın (modern zorbalığın-militarizmin) gerçek niteliğini görebilmelerinde düğümlenmektedir.


Aegean Guernica


Yaşama Sevinci (Joie de Vivre)



Picasso, 1945 yılının Haziran ayında Paris’te toplanan Fransız Komünist Partisi’nin 10. Kongresi’ne onur konuğu olarak çağrılmış; ayrıca bu ara 20 Haziran -18 Temmuz arasında “Picasso Libre” Sergisi’nde, 1940-1945 yılları arasında yaptığı 21 çalışmasını kamuoyunun tartışmasına açmıştır...
Picasso, aynı yılın Temmuz ayında, Dora Maar ile birlikte Güney Fransa’ya Cape Antibes’e gitmiş; yeniden Paris’e gelip, 1945 yılı Kasım ayında, Matisse ile birlikte Londra’da bir karma sergi açmıştır...

Picasso, 1946 yılı yaz aylarında, Güney Fransa, Antibes Grimaldi Şatosu’nda çalışmış ve iki aylık bir zaman dilimi içinde, kavranması zor bir verimlilikle, aralarında Yaşama Sevinci de bulunan, 22’si büyük boy duvar resmi olmak üzere çok sayıda yapıt üretmiştir.

Sanat eleştirmenleri, büyük savaş sonrası üretilen Yaşama Sevinci’nin, bir anlamda Guernica’nın anti tezi niteliğinde olduğunu vurgulamışlardır... (kaynak: Serol Teber - Picasso)

Savaş (Picasso)




Picasso 'nun  allauris Barış Tapınağı 'na yaptığı “savaş” resmi.;. Picasso, bu çalışmasında bir yandan savaşın vahşetini, barbarlığını kendi biçemince somutlaştırmaya çalışırken, öte yandan onun komikliğini, çirkinliğini ve hatta aptallığını vurgulamış ve bu amaçla da, savaş arabasını çizerken, Vallauris köyünde yakın yıllara kadar kullanılan cenaze arabasını model olarak kullanmıştır...


detaylar




Barış (Picasso)

1952'de Picasso, kendi seçtiği bir tema üzerine son büyük yapıtlarından birini verir. O zamandan bu yana resimlerinin çoğu, başka ressamların yapıtlarını temel almıştır. Bu yapıt, iki büyük panodan oluşur:

Savaş ve Barış.


Barış Panosu

Barış panosu, Picasso'nun geç kalmış tanıklığı olarak görülebilir pekâlâ. Picasso, her zaman insanlarla ilgilenen bir ressam olmuştur. Hiçbir zaman bir estet olmamıştır. Bu nedenle bu panoda, yaşlı bir adam olarak onun insanlık durumu üzerine yorumlarını okuyabiliriz.

Bütünüyle hümanisttir Picasso — en yüce değerin, insanın mutluluğu olduğuna inanır. Bu resimde (Yaşama Sevinci'nin tersine) kültürün, bu mutluluğun koşullarından biri olduğunu öne sürer. Böyle bir kültür, toplumsal örgütlenmeyi getirir akla. Bir kadın kitap okumaktadır. Bir adam bir şeyler yazmaktadır. Bir başkası flüt çalmaktadır. Bir oğlan çocuk at yedmektedir. iki kadın dans etmektedir. Pastoral bir sahnedir bu.

Bununla birlikte, gözümüze çarpan şey, bu görüde yirminci yüzyılla ilgili hiçbir ipucunun bulunmamasıdır. Resme konan nesneler —kum saati, cam balık kavanozu, kuş kafesi, kamış flüt, sağ taraftaki adamın yakmaya çalıştığı ateş, atın saban çekmekte kullanılanlara benzer koşumları— bunların çoğu, aslında daha erken, daha basit bir uygarlığı çağrıştırır.

Bunu daha da vurgulamak istercesine, resme bir de büyü öğesi katılmıştır. Atın, Pegasus gibi kanatları vardır. Güneşin gözü vardır. Balık kavanozunda kuşlar uçmakta, kuş kafesinde de balıklar yüzmektedir.


Elbette böyle bir resim yalnızca görülenlere dayanılarak yorumlanmamalıdır. İçinde ortaya çıktıkları uygarlıkları aşıp günümüze kadar gelen devralınmış simgeleri de hesaba katmak gerekir. Şiirsel anlatıma da bakmalıdır. Burada vurgulamak istediğim şey, bu tablodaki şiirin yalın, fantastik, efsanevi olduğu, bir bakıma da atasözü niteliği taşıdığıdır. Bu resim, halk masalları ve tekerleme geleneğine bağlıdır:

Bir havuz gördüm tutuşmuş
Bir ev gördüm selam durmuş
Bir balon gördüm, kurşundan
Bir tabut gördüm, olmuş canından
İki serçe gördüm, yarış koşuyor
iki at gördüm, dantel örüyor
Bir kız gördüm, tıpkı kedi
Bir de yavru kedi, takkeli
Bir adam gördüm, o da görmüş hepsini

Dedi: Gariptir gördüklerin,
Ama gerçeğin ta kendisi.

*
John Berger

Das Beinhaus




Picasso, 1945 yılı başlarında, Dora Maar’ın anımsamasına göre, bir ailenin evlerinin mutfağında öldürülüşlerini betimleyen bir İspanyol belgesel filminden esinlenerek üretilmiş, —mezarlıktan çıkarılan kemiklerin, cesetlerin, organ parçalarının depolandığı bina olarak Türkçeleştirebileceğimiz— Das Beinhaus adlı savaş karşıtı bir çalışma yapmıştır.

1945 yılı Nisan ayının sonlarında, Dachau Toplama Kampı kurtarılmış, ilk fotoğraflar dünya kamuoyuna dağıtılmaya başlanmış ve birkaç hafta sonra da 8 Mayıs 1945’te Almanlar koşulsuz teslim olmuşlardır...

Picasso, 1945 Mayıs ayında Das Beinhaus'u bitirmiş; Andre Malraux, atölyesine gelip resimlerini görmüş ve bu arada Picasso, 23 Mayıs’ta Moris Torez’in resimlerini yapmaya başlamıştır...
 (kaynak: Serol Teber - Picasso)


Barışın Güvercini



***



BİR AÇLIK GREVİNİN BEŞİNCİ GÜNÜNDE

Kardeşlerim,
Ölmeye niyetim yok.
Öldürülürsem,
biliyorum,

yine de yaşamaya devam edeceğim yanı başınızda.

Aragon’un mısrağında olacağım

—gelecek güzel günleri anlatan her mısrağında-

ve beyaz güvercininde Picasso’nun ve 

Robeson’un türkülerinde...

NAZIM HİKMET/1950


Franko'nun Düşü ve Yalanı


Picasso, dünyadaki ve İspanya'daki olumsuz gelişmelerden sonra, giderek daha fazla yan tutmaya ve cumhuriyetçilerden, demokratlardan yana tavır almaya başlamış ve 1937 yılının 8-9 Ocak tarihlerinde, ünlü Franko'nun Düşü ve Yalanı adlı çalışmasını üretmiştir. Picasso, İspanya İç Savaşı’nın başlamasından sonra, 1937 yıllarının başında, 8 ve 9 Ocak tarihlerinde, “Franco’nun Düşü ve Yalanı, adıyla ünlenen kara güldürü niteliğinde bir resimli öykü çizmiştir. Picasso, burada Franco’yu Antik Çağ yontuları biçiminde sembolleştirdiği, güzelliklere ve gerçeklere saldıran; Güneş'e saldırmaya kalkan; paraya tapınan; ve bir boğa başı biçiminde sembolize ettiği İspanya halkının direnişi karşısında tüm çirkinliklerini göstermeye hazır bir yaratık olarak sergilemiştir...


The images form a sequence like those in a comic book and have a loose narrative:[1][2] Franco's form changes from panel to panel. The Spanish dictator's appearance has been likened by various writers to a "jackbooted phallus",[7] "an evil-omened polyp"[6] and "a grotesque homunculus with a head like a gesticulating and tuberous sweet potato".[8]



Franco riding a horse waving a sword and a flag
Franco, with a ridiculously large penis, waving a sword and a flag
Franco attacking a classical sculpture with a pick
Franco dressed as a courtesan with a flower and a fan
Franco being gored by a bull
Franco at prayer surrounded by barbed wire
Franco on top of a dead creature[clarification needed]
Franco chasing a winged horse
Franco riding on a pig carrying a spear
Franco eating a dead horse
The aftermath of a battle with a corpse
The aftermath of a battle with a dead horse
Franco and a bull
Franco and the bull fighting

Ağlayan Kadın (1937, Picasso)



Picasso'nun portreleri arasında en unutulmaz olanlardan biri  1937 Ekimi’nde yaptığı, aynı yıl içinde eleştirmen Ronald Penrose tarafından satın alınan (onun daha sonra Londra’daki Tate Gallery’ye sattığı, bugün hâlâ orada bulunan) Ağlayan Kadındır. Bir insan yüzü kadar küçük boyutlarda resmedilmiş olan bu portre, bakışı ters yönlere çeken alev alev tamamlayıcı renklerle bezenmiştir: yeşil ve kırmızı, mor ve sarı, turuncu ve mavi. Buruşturulmuş, keskin açılar verilmiş beyaz bir mendil, gözyaşlarını silen parmakların ve gıcırdatılan dişlerin çizgilerini almış. Genç kadın kahverengiler ve sarılarla bezenmiş bir fon üzerinde resmedilmiş (bu, bir yarısı kutsal konulara uygun altın varak kaplanmış, öteki yarısı sıradan, dindışı tutkuları sergileyen Paris bistrolarına özgü bir fon), kırmızı şapka ve bu şapkaya takılmış göz alıcı mavi peygamberçiçeği, beni tablonun tüm öteki ayrıntılarından çok daha fazla etkiliyor. Kadın güzelleşmiş, sevincini belirten canlı bir şapka giymiş, taranmış, mutluluk beklentisi içinde süslenmiş ama şimdi herkes ona bakıyor, mutlu, şık, son derece kayıtsız şapkası onunla, onun üzüntüsüyle alay ediyor. Bu çok özel üzüntüyü izlemeye gönlümüz nasıl razı olabilir? Bu tabloda olmayan ve bizlerin, ona dışarıdan bakanların onun alanına bu kadar kolaylıkla girmemizi, aynı zamanda hem acıma, hem hayranlık duygularıyla heyecanlanmamızı sağlayan şey ne? Bu portrenin öyküsünden, arada kalan yarım yüzyıllık bir mesafeden sonra, heyecanla yanan bu acılı yüzden, onu okuyabilmemiz için bizi yönlendirebilecek ne çıkarabiliriz?

A. Manguel

***