Sea / Francis Bacon



Untitled (sea) c1954

 Kumsala vuran bir dalga resmi üzerinde çalışıyorum şimdi. Bunu yapmanın tek yolu, bence, kumsalı ve dalgayı olağan durumlarından çıkarıp başka bir yapı içine koymak; yani, dalgayı ve kumsalı çok yapay bir temel üzerinde yeniden-yapmak. Bu resimde temeli yapmaya çalışıyorum; sonra, bakarsın, kumsalı ve dalgayı atıverir önüme talih. Ama, resmim ne kadar yapay olursa olsun, yine de kumsala vuran dalga olacağını umuyorum.

DS: Benzetmek mi istiyorsun?

FB: Benzetmek istiyorum, ama nasıl benzeteceğimi bilmiyorum.


Figure in the Sea - Deep in the Blue , 1957


Francis Bacon Archive


Susan Sontag / Francis Bacon

FRANCIS BACON

Susan Sontag



Erken-gelişmiş bir sanatçı olan Bacon’un arkasında uzun bir sanat yaşamı vardır şimdi. Ne var ki, kendisi, kırk beşinden önce (Bacon 1909 doğumlu olduğuna göre, 1954'ten önce yani) değerli herhangi bir yapıt vermediğini söylemiş, hatta bir söyleşide, resme otuz yaşından sonra başladığını iddia etmiştir. Oysa, Paris'te geçirdiği 1927 yılında (on sekiz yaşında) suluboya çalıştığı, 1929 sonlarında yağlıboyaya geçtiği ve resimlerini ilk kez 1930'da, Londra'daki atölyesinde sergilediği bilinmektedir. Bacon'un, 1944 öncesinde yaptığı bütün resimlerini yok ettiği söylentisi vardır. Ama, Bacon'un bu ilk Çalışmalarını gizleme isteği, özyaşamöyküsünde anlamsız bir karışıklık yaratma çabası değildir. Kronolojik kayıtları “yalanlama"sı, önemli bir psikolojik ve sanatsal gerçeğe, yani Bacon'un sanıldığı gibi “erken gelişmiş" olmayıp, aslında “geç-gelişmiş” olduğuna işaret eder.

Çoğu sanatçı, tüm yaratısına canı gönülden sahip çıkar; başından beri yaptıklarını haklı göstermeye uğraşır. Yalnızca Ingmar Bergman ve Bacon gibi, orta veya daha geç yaşta varlıklarının derinlerine şaşırtıcı dalışlar yapmış olan bazıları, ilk çalışmalarını reddetme lüksüne sahiptirler. Bergman, örneğin, ancak kırkına doğru az çok değer taşıyan filmler yapmaya başladığını söylemiştir. Bergman'ın delikanlılık çağında bile başarılı bir senaryo yazarı ve tiyatro yönetmeni olduğu, ve “değersiz” diyerek geçiştirdiği dönemde ilk on filmini yaptığı düşünülürse, bu “kendini-inkâr” daha da ilginç gelir. Çoğu sanatçı, yazar, film yönetmeni vb. en özgün çalışmalarını meslek yaşamlarının başlarında/ortalarında yapar ve sonra, kendilerini yinelemeye veya düzenlemeye başlarlar. Bacon ise, Bergman gibi, ancak orta-yaşta gerçek bir atak yapan, sonra da gelişmeyi ve şaşırtmayı sürdüren ender sanatçılardandır. (Bu tür kişilerin, Bacon ve Bergman’ın da olduğu gibi, orta-yaş ve sonrasında genç görünüşlü kalmaları ilginçtir.)


Çorak Ülke / Francis Bacon


David Silvester: Bazen, odanda tanıdığın biriyle otururken, bir hareketi, başın ya da bedenin bir duruşunu resme geçirmek istediğin bir şey olarak, kafanın takıldığı olur mu?


Francis Bacon: Hayır, o şekilde değil. Bedeni genellikle belirli bir pozisyonda çizmek isterim.


DS: Peki, kapıdaki anahtarı ayağıyla çeviren bir figür yapmak nerden aklıma geliyor?


FB: Sanırım, o, Eliot’un şiirinden,

“Çorak ülkemden geldi: “Anahtarı duydum 
Kilitte döndüğünü bir kez, bir kez döndüğünü yalnız.” 

Ama neden ayakla çevirttim, bilmiyorum. Evet, kesinlikle o şiirden geldi.

Bacon's Eggs / Alberto Petro




Giacometti'nin Atölyesinde



Parmaklarımı, gözlerim kapalı, bir heykelin üstünde, gezindirdiğim anlardaki o çok tanıdık ve sürekli değişken sevinç.

Herhalde, bütün bronz heykeller parmaklara aynı huzuru verir diye geçirecek oluyorum içimden. Tıpatıp kopya edilmiş iki küçük Donatello heykeli olan bir arkadaşınım evinde, aynı deneyi tekrarlayacak oluyorum: Bronzdan ses çıkmıyor, dilsiz, ölü.

Giacometti, ya da körlere çalışan heykeltraş.

Ama bundan on yıl önce, elim, parmaklarım, avucum Giacometti'nin ayaklı lambalarında gezinirken de aynı zevki tatmıştım. Anlaşılan, Giacometti'nin gözleri değil, elleri yapıyor nesnelerini, figürlerini. Bunları hayal etmiyor o, hissediyor.

Jean Genet

Bir Giacometti Portresi / James Lord



Görünüş olarak sefil görünüyordu. Gerçek Giacometti işte bu diye düşündüm, kahvenin arka tarafında yapayalnız, dünyanın hayranlığına, onayına kayıtsız olarak hiçbir tesellinin beklenemeyeceği bir boşluğa gözlerini dikmiş olarak oturan; idealinin umutsuz bölünmüşlüğünden acı çeken, fakat bu umutsuzluğun, kendisini yaşadıkça onu aşmak için savaşıma mahkûm ettiği insan. Birçok ülkenin gazetelerinin ondan söz etmesi, dünyadaki müzelerin eserlerini sergilemesi, hiçbir zaman tanımayacağı insanların ona olan hayranlıkları ne kadar bir teselliydi? Bu bir hiçti, mutlak olarak hiç.

*
James Lord
Bir Giacometti Portresi


Giacometti / John Berger

Ölümünden bir hafta sonra Paris-Match dergisi Giacometti’nin dokuz ay önce çekilmiş oldukça çarpıcı bir fotoğrafını yayımladı. Resim Giacometti’yi Montparnasse’daki stüdyosuna yakın bir sokakta, yağmur altında, karşıdan karşıya geçerken gösteriyor. Yağmurluğunu giymiş, ama bir yandan da yukarı çekip başını örtmeye çalışıyor. Yağmurluğun altında, görünmeyen omuzları kalkık.

Resmin ilk etkisi, yayımlandığı zamanı düşünecek olursak, garip biçimde kalender bir adamı bize göstermesiyle ilgiliydi. Ütüsüz pantolonu, eskimiş papuçlarıyla yağmura karşı hiçbir savunması olmayan bir adam. İlgi alanlarının içine mevsimlerin girmediği biri.

Ama bu resmi bu kadar çarpıcı kılan özellik, resmin Giacometti’nin kişiliği hakkında başka ipuçları da vermesidir. Yağmurluk birinden ödünç alınmış gibi duruyor. Altında sanki pantolondan başka bir şey giyilmemiş. Giacometti bir şeylerden paçayı kurtarmış gibi duruyor. Trajik bir anlamda demek istemiyorum. Ama herhalde bu duruma alışmış olmak. “Nerdeyse bir papaz gibi” demek geliyor dilimin ucuna, çünkü başının üstüne çektiği yağmurluk tıpkı bir kukuleta gibi. Ama bu benzetme fazla abartılmamalı. Giacometti simgesel yoksulluğunu çoğu papazdan daha doğal bir biçimde taşımıştır.

Giacometti

"Tabii ki resim ve yontu yapıyorum; ve bunu kendimi bil­dim bileli, ilk kez desen çizişimden ya da resim yapışımdan bu yana, gerçekliği dişlemek için, kendimi savunmak için, kendi­mi beslemek için, semirmek için; kendimi daha iyi savunmak, daha iyi saldırmak, bir şeylere asılmak, her planda, her yönde olabildiğince ileri doğru yol almak üzere semirmek için, açlığa, soğuğa, Ölüme karşı kendimi korumak için, olabildiğince özgür olmak için; -bugün için bana en temiz görünen araçlarla- çev­remi saran şeyleri daha iyi görmeye, daha iyi anlamaya çalışmak için, olabildiğince daha özgür olmak, daha semirmiş hale gel­mek üzere daha iyi anlamak için, tüketmek, yaptığım şeyde kendimi olabildiğince daha çok tüketmek iyin, kendi serüveni­mi yaşamak, yeni dünyalar keşfetmek, kendi savaşımı vermek için yapıyorum; zevk için mi, sevinç duymak için mi yapıyorum bunu? Bu savaşı, kazanmanın ve yitirmenin zevkini duymak için yapıyorum."

A. Giacometti


Giacometti nasıl resim yapıyor: Yüzün farklı bölümleri arasında bir "düzey” —ya da plan— farkı gözetmeyi reddediyor. Aynı çizgi, ya da aynı çizgiler bütünü, yanak, göz ve kaş için kullanılabiliyor. Giacometti için, gözler mavi, yanaklar pembe, kaş, siyah ve kavisli değil: Yanak, göz ve kaşın oluşturduğu kesintisiz bir çizgi var. Yanakta burnun gölgesi yok, ya da olsa bile, yüzün bir bölümü olarak, yüzün şu ya da bu yerinde aynı derecede geçerli olan çizgi ve eğrilerle belirtilmesi gerekiyor bu gölgenin...
Jean Genet


*
ilgili okumalar:

Giacometti's Van Gogh

 1961

Giacometti bir sanat kitabının üstüne, Van Gogh'un bir otoportresinin yer aldığı sayfanın tam karşısına bir kopyasını çizmiş.




Bacon & Giacometti


Alberto Giacometti and Francis Bacon, 1965 
Graham Keene


1960'ların başlarında Bacon, Paris'teki bir gezi sırasında İsviçreli heykeltıraş ve ressam Giacometti ile bir kafede buluştu. Heykeltıraşa yaklaştı ve işine ne kadar hayran olduğunu söyledi. Bacon ayrıca, Giacometti’nin yaşam tarzını sevdi, Giacometti zenginliğine rağmen Montparnasse yakınlarındaki küçük, darmadağınık stüdyosunda çalışmaya devam ediyordu. Resmi onur ve başarıya olan ilgisizliği de Bacon'a hitap etti.  Yaşama ve sanata bakışları, stüdyosu ve yaşam tarzlarıyla iki sanatçı arasında paralellikler vardı. Onları Isabel Rawsthorne ile olan karşılıklı dostlukları da  bir araya getirmişti ama 1966'da Giacometti'nin ölümü yakın bir arkadaşlığın gelişmesini engelledi.


WALT WHİTMAN




Geçmek (ah yaşamak, hep yaşamak!) 
geride bırakmak cesetleri...



...

Yanıt olarak deniz,

Acele etmeden, oyalanmadan,

Bütün gece fısıldadı kulağıma, gün doğana dek, açıkça

O yumuşak, o tatlı ölüm sözcüğünü,

Ve yine ölüm, ölüm, ölüm, ölüm,

Ne kuşunkine ne de benim coşmuş çocuk yüreğimdekine benzeyen tatlı bir

fısıltıyla, 

Sokularak yakınıma, ayağımın dibinde, özel bir şeymiş gibi usulca söyledi

Ayağımdan tırmanarak kulağıma gelen ve benliğimi sarıveren sözcüğü

Ölüm, ölüm, ölüm, ölüm, ölüm.


Gece Kumsalda Yalnız / Walt Whitman

The White Diamond (2005, Belgesel / Werner Herzog)


Gece kumsalda yalnız,
Yaşlı ana boğuk şarkısını söyleyerek sallarken onu, 
Ben parlak yıldızların ışıltısına bakarken, evrenlerin, geleceğin anahtarı olan bir düşünceye daldım.
Sonsuz bir benzerlik birleştiriyor hepsini,
Bütün küreler, gelişmiş, gelişmemiş, büyük, küçük, güneşler, aylar, gezegenler,
Bütün uzaklıkları mekânın, ne kadar geniş olursa olsun,
Bütün uzaklıkları zamanın, bütün cansız biçimler,
Bütün ruhlar, bütün bedenler, bu kadar çeşitli olmalarına, ya da başka başka dünyalarda bulunmalarına karşın, bütün canlılar,
Bütün gazlar, suların, bitkilerin, madenlerin gelişmeleri, balıklar, hayvanlar,
Bütün uluslar, renkler, barbarlıklar, uygarlıklar, diller,
Bu dünyada, ya da herhangi bir dünyada var olan, ya da var olabilecek, bütün bir örnek şeyler,
Bütün yaşamlar, ölümler, bütün geçmiş, şimdiki zaman, gelecek,
Bu sonsuz benzerlik kavrıyor hepsini, her zaman kavramış,
Her zaman kavrayacak, sımsıkı tutacak onları, iyice saracak.

Sen aradığım erkeksin / Walt Whitman

1886, Walt Whitman & Bill Duckett
Photographer: Lorenzo F. Fisler of Fisler 

 Walt Whitman & Bill Duckett


(Walt Whitman, Bill Duckett hakkında) "...he was often with me: we went to Gloucester together: one trip was to New York: . . . then to Sea Isle City once: I stayed there at the hotel two or three days—”so on: we were quite thick then: thick: when I had money it was as freely Bill's as my own: I paid him well for all he did for me. . . . I liked Bill: he had good points: is bright—”very bright."


Fotoğraflar:  Bill Duckett by Thomas Eakins (1889)
şiir: Yabancı / Walt Whitman


... sen aradığım erkeksin, (sanki bir düş görüyorum.) 

Bir yerde, tatlı bir yaşam geçirmiş olacağız seninle,

Herşeyi hatırlıyorum, hepsi yeniden canlanıyor gözümde, yanyana yürüyoruz,

akıcı, sevgi dolu, içi dışı tertemiz, olgun,

Benimle büyüdün sen, küçük bir oğlan ya da küçük bir kızdın benimle,

Ben yemek yedim seninle, ben uyudum seninle, senin vücudun senin olarak

kalmadı yalnızca, benim vücudumu benim olarak bırakmadı yalnızca,

Gözlerinin, yüzünün, etinin tadını veriyorsun bana, birlikte yürüyoruz,

karşılığında sakalımın, göğsümün, ellerimin tadını alıyorsun,

Seninle konuşmasam da bir şey değişmiyor, tek başıma oturduğum, ya da gece tek

başıma uyandığım zamanlar seni düşünüyorum,

Bekliyorum, seninle gene buluşacağız, kuşkum yok bundan,

Seni hiçbir zaman yitirmemeye bakıyorum.


Açık Yolun Türküsü / Walt Whitman

foto: yalnız insan (mayıs 2018)


1

Yayan olarak, yüreğim sevinç içinde çıkıyorum açık yola, 
Sağlıklı, özgür, bütün dünya önümde, 
Uzun, toprak rengi patika önümde, nereye istesem götürür 
beni. 

Bundan böyle talihin arkasına düşmeyeceğim, ben kendim 
talih'im, 
Bundan böyle sızlanmayacağım, işimi geri bırakmayacağım, 
hiçbir şey istemeyeceğim, 
Çatı altındaki mızmızlıklardan, kitaplardan, her şeye bir 
kusur bulan kurallardan bıktım artık. 
Güçlü, doygun, açık yolda yürüyorum. 

Yeryüzü yeter bana, 
Yıldız kümeleri daha yakın olsa demem, 
Biliyorum, oldukları yerde iyidir onlar, 
Biliyorum, kendi üstündekilere de onlar yeter. 

(Ben, burada, hâlâ o eski, o tatlı işimi yapıyorum, 
insanları taşıyorum, kadın erkek, nereye gidersem birlikte 
götürüyorum, 
Yemin ederim, onlardan kurtulmak olanaksız benim için, 
Onlarla doluyum ben; karşılığında ben de onları dolduraca­ğım.) 


Amerika / Walt Whitman

WHITMAN, AMERİKA’NIN OZANI
Octavio Paz


Walt Whitman, dünyasıyla uyumsuzluk içinde yaşamayan tek büyük, çağdaş ozandır. Yalnız da değildir; konuşması geniş bir koro gibidir. Kuşkusuz, onun içinde, en az iki kişi vardır: Halkın ozanı ve gerçek erotik eğilimlerini gizleyen özel kişi. Ama maskesi, demokrasi ozanı, maskeden öte bir şeydir: Bu onun gerçek yüzüdür. Son zamanlarda yapılan bazı yorumlara karşın, onda şiirsel düşle tarihsel düş bir noktada birleşir. İnançlarıyla toplumsal gerçeklik arasında boşluk yoktur. Bu olgu, herhangi bir ruhbilimsel durumdan daha yüksek yani, daha geniş, daha anlamlıdır. Çağdaş dünyada Whitman’ın şiirinin tekliği, ancak onu kuşatan daha büyük bir tekliğin ışığında açıklanabilir: Bu da Amerika’nın tekliğidir.


Türünün en iyi'örneklerinden biri olan, The Idea of the Discovery of America adlı kitabında Edmundo O’Gorman, anakaramızın hiçbir zaman keşfedilmediğini bize kanıtladı. Gerçekten de, var olmayan bir şeyi keşfetmek olanaksızdır ve Amerika sözde “keşfinden" önce yoktu. Amerika’nın keşfinden çok yaratılmasından söz edilebilir ancak. Eğer Amerika, Avrupa ruhunun ürünüyse, Colomb’un yolculuklarından yüzyıllar önce denizin sisinde biçimlenmeye başlamışa bile. Avrupalı’nın bu topraklara dokunduğunda bulduğu şeyse, kendi tarihsel düşüydü. Reyes, bu konuya övgüye değer sayfalar ayırmıştır:  Amerika, bir Avrupa ütopyasının aniden beden bulmasıdır. Düş, gerçek olur, şimdi olur; Amerika bir şimdidir: Tarihin bir armağanı, bir bağışıdır. Ama açık bir şimdidir, yarının izini taşıyan bir şimdi. Amerika’nın varlığı ve şimdisi bir gelecektir; doğası gereği, anakaramız, kendiliğinden var olan bir yurt değil, yaratılmış, yapılmış bir şeydir. Var oluşu, gerçekliği, somutluğu, hep gelecek olmasından, geçmiş olanın değil, gelecek olanın haklı kıldığı bir tarih olmasından kaynaklanır. Bizi biz yapan Amerika'nın ne olduğu değil, ne olacağıdır. Amerika var olmamıştır; ve ancak bir ütopya olduğu sürece, altın çağa doğru sürekli yol alan bir tarih olduğu sürece vardır.

Whitman'a ait olduğu düşünülen Amerika şiirini okuduğu
  36 saniye süren ses kaydı 


W.W


Date: Early to mid-1880s

Place: Philadelphia

Photographer: Thomas Eakins

Note:This photo group is part of Eakins's "naked series" and is labeled simply "Old man, seven photographs." The model bears a striking resemblance to Whitman; for a plausible case that this may be a photo of Whitman "undisguised and naked," see Ed Folsom, "Walt Whitman's 'Calamus' Photographs" in Betsy Erkkila and Jay Grossman, Breaking Bounds: Whitman and American Cultural Studies (New York: Oxford University Press, 1996)

Walt Whitman

July 1854, New York
Photographer: Samuel Hollyer of a daguerreotype 
by Gabriel Harrison (original lost)


1855: New York

Şair, yayımcı bulamadığı için Çimen Yaprakları'nın basım giderini kendi cebinden ödüyor.

Demokrasinin Dinbilimcisi Waldo Emerson kitabı benimseyip övüyor, yine de basın, şiirleri basmakalıp ve müstehcen bularak saldırıya geçiyor.

Walt Whitman'ın tumturaklı ağıtında halk kitleleriyle makinelerin kükremesi duyulmaktadır. Şair hem Tanrıyı ve günahkârları, hem Kızılderilileri, hem de onları ortadan kaldıran ilk göçmenleri kucaklamış, köleyle efendiyi, kurbanla celladı bağrına basmıştır. Yeni dünyanın kutsal coşkusu içinde bütün suçlar arınacaktır. Bu güçlü-kuvvetli, boyun eğdirici Amerika’nın geçmişe ödeyecek borcu yoktur; gelişim rüzgârları insanı insanın yoldaşı kılacak, erkeklik gücüyle güzelliği zincirlerinden kurtaracaktır. 

Edouardo Galeano

Kendi Şarkım / Walt Whitman




KENDİ ŞARKIM

1

Kendimi övüyorum, kendimi anlatıyorum,
Bende olanlar sizde de olacak,
Çünkü bendeki her atom benim olduğu kadar sizindir de.

Sere serpe ruhumu çağırıyorum,
Eğilip koyveriyorum kendimi yeşeren yaz çimenini özleyerek.

Dilim, kanımın her atomu, bu topraktan oluşma, bu havadan,
Burada doğmuş ana babalardan doğma, onların da ana babaları burada doğmuş, onların da, onların da,
Ben, otuz yedi yaşımda bugün, sağlık içinde başlıyorum,
Ölünceye kadar durmama umuduyla.


2


Evlerle odalar kokularla dolu, raflar kokularla dolu,
İçime çekiyorum güzel kokuları, tanıyorum, hoşlanıyorum,
Kokular nerdeyse kendimden geçirecek beni, ama izin vermem buna.
Atmosfer bir koku değil, onda damıtılma tadı yok, o kokusuz,
O tam bana göre, onu sevivorum,

Ormanın yanındaki koruya gideceğim, soyunup çırılçıplak olacağım orada,
Deli oluyorum onun bana dokunmasına.



Doğduğuna sevinen biri mi var?

Hemen söylemek isterim ona, ölüm de sevinilecek 
bir şeydir, biliyorum.

Ben ölenlerle geçtim ölümü, yeni doğan bebelerle geçtim doğumu, ben öyle şapkamla ayakkabılarımın arasına çakılıp kalmam,
Her şeyi öğrenmek isterim ben, hepsi başka başka, hepsi de güzel, iyi,
Dünya iyi, yıldızlar iyi, onların uzantıları, hepsi iyi.
Ben bir dünya değilim, ya da bir dünyanın uzantısı değilim,
Ben dostu, yol arkadaşıyım insanların, hepsi benim kadar ölümsüz, benim kadar derin,
(Onlar bilmez ne ölümsüz olduklarını, ben bilirim.)
Her tür kendine, Her tür kendinin, benim erkeklerimle dişilerim de bana,
Bana bütün o delikanlılar, kadınlara sevdalanan,
Bana o gururlu, o küçümsenmeye gelmez adam,
Bana o sevgili, o yaşlı kadın, bana o analar, o anaların anaları,
Bana o gülümseyen dudaklar, göz yaşı döken gözler, Bana o çocuklar, o çocukları yaratanlar.

Kaldırın örtüleri! günah işlemiş, ya da yıpranmış, 
ya da atılmış değilsiniz benim gözümde,
Ben örtülerin, dokumaların arkasını da görürüm,
Ben hep yanıbaşınızda, vazgeçmez, kavrayan, yorulmak bilmez, kurtulunmaz olanım.

(...)

Walt Whitman Archive


Walt Whitman Fotoğrafları Arşivi

Allen Ginsberg / Whitman

Kaliforniya’da Bir Süpermarket



Seninle ilgili neler geçiyor aklımdan, Walt Whitman,
başağrısıyla yürürken kenar mahallerde ağaçların altından,
ürkekçe seyrederek dolunayı.

Açgözlü bitkinliğimle satın alacak imgeler aranırken neon
meyve süpermarketine uğradım, senin siparişlerini düşleyerek!
Şu şeftalilere bir bak ya da şu alacakaranlıklar! Aileler tam
takım alışverişte: Koridorlar, kocalarla dolup taşıyor! Avakadoların
içinde kadınlar, domateslerin içinde bebekleri! ya sen, Garcia Lorca,
senin ne işin vardı karpuzların orada!

Gördüm seni, Walt Whitman, çocuksuz, yalnız, koca obur, dolaptaki
etlerin arasında dolanırken ve dikizlerken tezgahtar çocukları.
İşittim seni birşeyler sorarken: Kim katletti bu domuz pirzolalarını?
Muzlar kaça? Sen, Meleğim misin benim?
İzleyerek seni dolandım parlak konserve
yığınları arasında
ve dükkan dedektifi takip etti hayalimde.
Beraberce adımladık koridorları bu ıssız düşümüzde,
enginarları tadarak, dondurulmuş lezzetlerin her birinden aşırıp
kasaya hiç uğramadan.

Nereye gidiyoruz, Walt Whitman? Bir saate kalmadan kapanacak
kapılar. Sakalın hangi yönünü gösteriyor gece?
(Dokunuyorum kitabına ve süpermarket serüvenimizi düşlüyorum,
bir garip hissediyorum kendimi.)

Issız sokaklarda mı yürüyeceğiz bütün gece? Gölgeler gölgeler
ekliyor ağaçlar, tek ışık yok evlerde, bir başımıza kalacağız ikimiz de.
Mavi arabalar geçerken yanımızdan sesiz kulübelerimize doğru yol
alacak mıyız dersin, yitik sevgi Amerikasını düşleyerek?
Ah, sevgili atam benim, kır sakallı, yalnız ve yaşlı cesaret hocası,
nasıl bir yerdi senin Amerikan, küreklere asılıp terk ettiğinde
buraları Charon ve sen dumanlar içindeki sahile çıkıp izlediğinde
geminin kayboluşunu karanlık sularında Lethe’nin?

Türkü / Walt Whitman



Whitman / Ezra Pound

Seninle bir antlaşma yapıyorum Walt Whitman — 
Yeterince nefret ettim senden.
İnatçı bir babanın yanında büyümüş 
Bir çocuk gibi geliyorum sana;
Arkadaşlık kuracak yaşa geldim artık,
Kıran sendin daha yaşken ağacı,
Geldi şimdi onu yontmanın sırası 
Özsuyumuz aynı özsuyu,  kökümüz aynı kök — 
izin ver de bir alışveriş başlasın aramızda.

Ezra Pound

*
bak:

ÇIĞLIK / Edvard Munch

Sick Mood at Sunset, Despair / 1892


“Yaşamın dehşeti, düşünmeye ilk başladığımdan bu yana yakamı bırakmadı.” 

“Birkaç yıl çıldırmanın eşiğinde yaşadım. Deliliğin korkunç suratı yaklaşmış, yamuk kafası dikilmişti. Çığlık adlı tablomu biliyorsun.Gerginliğin son sınırındaydım — doğa haykırıyordu kanımda — çatlama noktasına gelmiştim. Sonra...gülümsemesi bahar kadar taze, gencecik bir sarışın kız imdadıma yetişti.”

“Bir akşamüstü yürüyordum. Bir yanımda kent uzanıyordu, öbür yanımda fiyort. Yorgun ve hasta hissediyordum kendimi. Durdum, fiyorda baktım. Güneş battı. Bulutlar kıpkırmızı oldu — kana bulanmış gibi. Tüm doğa haykırıyordu sanki. Kulaklarımdaydı çığlık. Resmi yaptım. Bulutları sahici kan gibi boyadım. Renkler haykırdı.”

— Munch

Cehennemden Portre / Edvard Munch


1903


“Tüm yaşamım dipsiz bir uçurumun kıyısında, bir taştan bir taşa sıçrayarak yürümekle geçti. Zaman zaman dar patikamdan ayrılıp hayatın girdabının ortasına dalmaya çalışırım, ama her seferinde, kendimi gerisin geriye uçurumun kıyısına çekilmiş bulurum. Ve orada yürüyeceğim... sonunda boşluğa düşüne dek. Çünkü, hatırlayabildiğim ilk günden beri korkunç bir huzursuzluk duygusu içinde kıvrandım. Bunu sanatımda dile getirmeye çalıştım. Bu huzursuzluk ve maraz olmasa, dümensiz bir gemiye benzerdim.”

— Munch



“Her biri kendi yönünde uçan iki yaban kuşu gibi ruhum.”

— Munch



“Damda yürüyen bir uyurgezer gibiyim. Sakın ansızın uyandırmayın beni, yoksa düşüp paramparça olurum.”

— Munch



“Sanatım, ruhumu açığa vurmama olanak vermiştir.”


— Munch