Portrait Intimes



***





***








Eşcinsellik

Eşcinsellik denilebilir ki, cinsellik ve doğurma arasındaki ayrımın en yüksek düzeyini temsil eder, çünkü burada, tensel edim, en küçük üreme olasılığı olmaksızın, cinsel zevkin doruğuna ulaşabilir.

Öte yandan, embriyolojik yaşamın başlangıcında, omurgalıların (ve hatta omurgasızların) cinsel gizilgüçlülükle -erkek ve dişi- donatılmış olduklarını görmüştük. Bu yüzden de, bir sapmayı sağlamak için az bir şey yeterli olacaktır: Her birey, şu ya da bu dönemde fizyolojik ya da daha sonra anlıksal olarak çifcinsli bir evreden geçer. Eşcinsel, aynı eşeyden kişilere karşı fiziksel bir ilgi (ve genelde farklı eşeyden olanlara karşı bir antipati) duyan kişidir.

Hemen belirtelim ki sapiens, eşcinsellik ayrıcalığını elinde bulundurmak konusunda yalnız değildir. Birçok memelide, bir başka erkeğe aşmayı deneyen bir erkeği ve diğer erkeğin, dişi eşeye özgü çiftleşme davranışını takındığını gözlemlemenin olağanüstü olmadığı doğada, eşcinsellik varlığını sürdürür. Ancak iki dişinin çiftleşmesine de rastlanır. Daha önce de söylediğimiz gibi, eşcinsellik, kesin olarak üst omurgalılarda da görülür. Şebekler topluluğunu çevreleyen ve dişilere ulaşamamış olan bekar erkeklerde; çiftin, küçükleri beslemesine yardım eden, ancak üremeye doğrudan katılmayan kuşlarda vb. sık sık gözlemlenir. Eşcinsellik, iki eşeyi de her zaman etkileyebilir. Günlük yaşamda, iki tür eşcinsellik ayrımı yapılmaya alışılmıştır:

1. Vücut yapısından kaynaklanan eşcinsellik: Daha önce doğumda varolan ve asıl nedeni hala belirsiz olan eşcinsellik. Solak doğulduğu gibi, eşcinsel doğulur.

2. Edinilmiş eşcinsellik: Gerek gelişim sırasında (bkz. Freudçu dönemler; özellikle kadında, sonu eşcinselliğe varabilen fallik evrenin çıkmazları) gerekse daha sonra, çevrenin etkisiyle (karma okullardan önce, hiç değilse gizli bir eşcinsellik yatılı okullarda çok sık  görülürdü) edinilen eşcinsellik. Aynı eşeyli ergenlerden oluşmuş kapalı topluluklarda, olağan bir durum olduğu saptanmıştır. Bu durum, kaçınılmaz bir biçimde "özel arkadaşlıkları" doğurur. Önceden hazırlıklı olan bazıları bu ilişkiyi sürdürür; oysa ki grup aralanır ve onları toplum içine salıverir. Bu evre, onları ömürleri boyunca etkileyecektir.

İnsanlarda eşcinsellik, çağlara ve uygarlıklara göre çeşitli şekilde değerlendirilmiştir. Eşcinselliğin, Yunanlılarda genel bir durum olduğu sık sık söylenmiştir (kimi zaman oğlancılığa verilen "Yunan Aşkı" deyimi buradan gelir). Gerçeklik, daha az basittir. En çok işlenmiş ve en sık görülen biçiminde, genç bir ergen, eromen ya da sevgili ile bir yetişkin, eraste ya da aşık arasındaki ilişkiyi kapsıyordu. Bu ilişkinin fiziksel hiçbir yansıması olmayabiliyor ve çoğu durumda kibar aşkı andırabiliyordu. Bu, kuşkusuz kadınlar arasındaki ilişkiler için de geçerliydi. Ancak Ege denizindeki Midilli adasının gediklileri üzerine anlatılabilmiş olan her şeye ve kuşkusuz en ünlüsü Bilitis Şarkıları olan, üstün nitelikli kopyaların yakın dönemde yayınlanmasına rağmen, bilgilerimiz bu konuda kısıtlı kalır.

Gerçekte, ünlü bir kadın ozan olan Sappho Midilli'de yaşıyordu, Duygusal ve eşcinsel ilişkiler de dahil çeşitli ilişkileri sürdüren bir gurup öğrencisi ve kadın hayranları vardı çevresinde. Midilli sakinlerine gelince, Diğer Yunan adalarının sakinlerinden pek farklı değillerdi. Romalılarda, eşcinselliğe izin verilirdi; eşcinsellik, Tevrat (Levililer XX.3) ve dahası eşcinselleri cinlilerle özdeşleştiren Hristiyanlık tarafından yasaklanmıştır. Bu yüzden de, eşcinseller, 18. yüzyıla kadar yakılıyordu. Devrimci yasayı yeniden ele alan Napoleon yasası çok daha hoşgörülü görünüyor: Sadece ergin olmayan çocukları korumayı amaçlar, ancak erginlerin eşcinselliğinden habersiz görünür, dolayısıyla da aslında kabul edilmiş olur. Kuzey Amerika'da bu kural eyaletlere göre değişiklik gösterir. Bir kısmında, yasa yetişkinlerle ilgili olduğunda bile çok baskıcıdır. Diğerleri, aksine "gay" hareketlerinin etkisiyle, aynı eşeyli kişiler arasında bir tür "evliliği" resmen tanır. Stalin Rusya'sında, eşcinsellik, Hitler Almanya'sında olduğu gibi "bir toplum suçu olarak görülmüştür. Fransa'da, hoşgörülmüşlük farklılık kavramından olağan farklılık kavramına doğru aşamalı bir evrim gerçekleşir. Benzer bir hareket bugün de birçok ülkenin çıkardığı yasalarda görülebilir.


Jacques Ruffie'nin Cinsellik ve Ölüm
kitabından (Sarmal Yayınları, 1. baskı 1999)
Sayfa  254 - 258

Hermaphrodite



resim: gerald felderhof


"Siz hiçbir kadın vücudu sevdiniz mi?
 Siz hiçbir erkek vücudu sevdiniz mi?
Görmüyor musunuz,  bunların tıpatıp aynı olduğunu;
Bütün uluslarda, bütün çağlarda, bütün dünyada"

W.W.

Topla Pılını Pırtını Bir Yere Gitmemek İçin




Topla pılını pırtını bir yere gitmemek için!

Yelken aç her şeyin her yerde rastlanan olumsuzluğuna
Görkemli bayraklarla donanmış o düşsel,
Çocukluğunun o renk renk minyatür gemileriyle.
Topla pılını pırtını Büyük Yolculuk için!
Fırçaların ve makaslarınla ulaşılamayan 
O çok renkli uzaklığı da unutma.
Topla pılını pırtını bir daha dönmemek üzere!
Sen kimsin toplumda boşu boşuna var olduğun bu yerde,

Ne kadar yararlıysan o kadar işe yaramaz,
Ne kadar gerçeksen o kadar sahte?
Sen kimsin burda, kimsin burda, kimsin burda?
Yelken aç, bir şey almadan yanına, değişik kimliğinle.
Bu insanlarla dolu dünyanın ne ilgisi var seninle?

(çeviri: Cevat Çapan)

Daniel

http://www.flickr.com/photos/dcotrim/9025160643

Güzel oğlanlar Kitabı (Enderunlu Fazıl)


Adalar'da dolaşıyordum. Yanımda sadece sadık dostum Sefir Ağa vardı. Düşünmeye ihtiyacım vardı. Ve tekneyi en sevdiğim inziva köşesi, Halki'deki bir koya bağlattım... burası yeşillikler içinde, derin ve hoş, insanı ısrarla davet eden bir köşedir.

Ekim güneşi soğuğa hiç gelemeyen bedenimi hafifçe ısıtıyor ve görünmeyen bir kuşun cıvıltısı düşüncelerime karşılık veriyordu.

Kaliteli tütünle bir sigara yakıyorum. Tanımış olduğum güzelleri düşünüyorum. Özel yeteneklerini canlandırıyorum kafamda. Su yeşili denizde, uzaklarda, donuk beyaz yelkenlerin alçalıp yükselmelerine bakıyorum. Birdenbire sol tarafımda çalılıklar aralanıyor ve on beş yaşlarında bir yeniyetme çıkıyor ortaya.

Ayakları çıplak; üstünde yırtık pırtık bir hamal kıyafeti ve başında da rengi atmış, püskülü kopmuş bir fes var: bununla birlikte ilk bakışta büyülüyor beni; kalbim mutluluk diliyor onun için ve sevmek istiyor onu.

Hayalet bir peri gibi ilerliyor.

Yanakları lal renginde, alnı su gibi berrak, yüzü aya benziyor.

Eyüp servileri gibi zarif, İskender gibi gösterişli ve Yusuf gibi güzel.

Badem ağacının gümüş rengi çiçeklerini yaydığı ilkbaharı geri getiriyor; Cennet sabahlarını ve büyük zevklerin kokulandırdığı rüzgarda Tuba ağacının titremesini hatırlatıyor.

Bütün dünya onun.

Attığı oklarla Üsküdar'da, mezarda yatan Fatih'in silah arkdaşlarını diriltiyor.

Karşıma geçip oturmasını istiyorum onun. Tatlı tatlı gülümseyerek ve kibar tavırlarla kabul ediyor teklifimi. Soruyorum:

"Elmas, inci çocuk, kimsin sen? Nereden geliyorsun? Seninle ilgili her şeyi öğrenmek için yanıp tutuşuyorum. Belki bir yararım olur sana."

...

Enderunlu Fazıl,
Güzel oğlanlar Kitabı
(Sel Yayınları. 2009. 70 sayfa)



Hint ve Bağdat Güzeli (Enderunlu Fazıl'dan)


Hint Güzeli, bir Sikhi, -ah adı da ne güzel - orta boylu, solgun yüzlü, zayıf ama kesinlikle metal temas etmemiş saçları akşam rüzgarında titriyor ve hiç tükenmeyen gücüyle Pencab'ın ve Avadh'ın gizemli dünyasını sergiliyor.

Öğrenciler, hocalar ve alimler onun aşk dilencileridir.

Ölümsüzlük gölünde yıkandık, İnciler camisinde dua ettin ve Ahbarabad servilerinin altında gizli şehvetin tılsımını içtik: Bahtiyarın pembe beyaz mezarı gülümsüyor bana.

Gabriel Morcillo Raya


Bağdat güzeli cilvelerin, kırıtmaların ve emmelerin hanı.

Yanağı körpe çiçeği, dudağı da taze şarabı siler. Bukleleri sümbül, kaşları siyah kakumdur.

Türklerin anlaşılmaz bir şekilde küçümsedikleri o olağanüstü Binbir Gece Masalları'nı ezbere bilir.

Yazık nerede Abbasiler ve benim tahrik edici öncüm Ebu Navas? Onların zamanında Bağdad şairler, kuyumcular, gençler ve aşıklar cennetiydi. Şimdiyse yıkıntıdan ibaret.

Şimdi bu yıkıntılar arasında güzel yeniyetmeler çıkıyor ve sözgelimi benimki, Çarşıda halı satıyor ve erteleyerek ve koca kıçını yan gelip sererek çok para kazanıyor... devamlı dönen bir değirmeni olsa kazanamaz bu parayı.

Daracık bir sokakta tanıştık: odamızın önünde penceresiz sıvaları dökülmüş, köhne bir duvar vardı; istirahat ederken duvarın gözüken taşları gözlerimizin önünde çeşitli figürler oluşturuyorlardı sanki: "Güzel Zümrüd", "sarışın delikanlı", "sempatik piç", "prenses Nurunehan" ve acımasız halife El Reşid, kellesi için endişelenen başvezir Cafer ve açı renk gözlerini fıldır fıldır oynatan haremağası Mesrur'un başkentteki gece gezintileri...


yazar için: 

Leonard Cohen Şiirleri






Gender / Queer

Sözlükler cinsiyetin belirgin özelliğini biyolojik yönden vurgulamakta, örneğin, cinsel ilişkiler ya da erkek cinsi gibi terimlerle belirtmektedirler. Buna uygun olarak bu kitapta cinsiyet sözü erkek ya da kadın cinsini ve kadın ve erkeği belirleyen biyolojik organları tanımlamak, cinsellik sözü de anatomik ve fizyolojik olguları belirlemek için kullanılacaktır. Bu, cinslere bağlı olan ama öncelikle biyolojik olgulara dayanmayan davranış, duygu, düşünce ve düşleme gibi geniş kapsamlı alanları ister istemez açıkta bırakacaktır. İşte bu ruhbilimsel olgular konusunda, cinsiyet terimini kullanacağız. Erkek ve kadın cinsinden söz edilebildiği gibi, pekala erkeklik ve dişilikten de söz edilebilir ve bu sözler anatomik ve fizyolojik olgulara bağlanmadan söylenebilir. İşte bu nedenle, ilk bakışta cins ve cinsiyet sözleri birbirlerinden ayrılmaz gibi görünüyorlarsa da, bu araştırmanın bir amacı bu iki alanın (yani cins ve cinsiyet alanlarının) kopmaz bir teke tek ilişkisi gibi birbirlerine bağlı olmayıp, oldukça bağımsız yöntemler içinde bulunduklarını ortaya koymaktadır.  Robert J. Stolen


California cinsel kimlik enstitüsünde yapılan araştırmalara göre, cinsel organların oluşumundaki bozukluklar buna bağlı olarak doğuştan cinsiyetin yanlış belirlenmesi halinde, tanındığı ve koşullandığı cinsiyete aykırı bir biyolojik kimlik gösteren yetişkin erkeklerin ameliyat yoluyla cinsiyetlerini değiştirmek, söz konusu kişinin davranış, duygu, düşünce ve ilgilerini kadıncıl gelişimini sağlamış olan yetişme tarzının getirdiği birikimleri dağıtmaktan çok daha kolaydır. Stoller'ın yönetiminde California'da sürdürülen araştırmalar göstermektedir ki, (Ben bir kızım, ben bir oğlanım gibi) cinsel kimlikler, insanların sahip oldukları ilk kimliklerdir ve aynı zamanda en süreli, en kapsamlı kimliktir. Stolen daha sonra, cinsin biyolojik cinsiyetin ruhbilimsel ve bu nedenle de kültürel olduğunu belirtmekte ve 'Cinsiyet, biyolojik olmaktan çok ruhbilimsel ya da kültürel anlam taşıyan bir terimdir. Eğer, cins için kullanılan sözler 'erkek' ve 'dişi' ise, bunun karşılığında cinsiyet için kullanılacak "erkeklik" ve "dişilik" sözleri (biyolojik) cinsten bağımsız anlam taşıyabilirler.' Gerçekten de cinsiyet tanımı, biyolojiye aykırı düşecek kadar görecedir.  Her ne kadar dış cinsel organlar (penis, stroktum, testis) erkeklik duygusuna katkıda bulunurlarsa da, bu duygunun varolması için bu organların tümünün ya da birinin varlığı gerekmez. Aksine kanıt olmadığı için, çift cinsiyetli hastaları üzerinde araştırma yapan Money va Hampsons'a uyarak cinsel rolün, dış cinsel organların anatomi ve fizyolojisine bağlı olmaksızın, doğuştan sonraki etkilerle meydana geldiğini kabul ediyorum.

Bugün ana karnındaki dölütün, belirli bir dönemde y kromozomlarıyla birleşip erkek dönüşümüne girinceye kadar, dişi olduğuna inanılmaktadır. Ruhsal-cinsel olarak (yani erkek ve kadın ayrımına karşı erkek ve dişi kapsamı içinde) cinsler arasında doğuştan bir ayrım yoktur. Bu nedenle Ruhsal-cinsel kişilik, doğumdan sonra öğrenilmiş ve edinilmiş bir niteliktir.


Sonnet 20. Shakespeare


Doğuşta ve doğumdan birkaç ay sonrasına kadar olan süre içinde varolan durum  herhangi bir ruhsal-cinsel ayrışma göstermez. Nasıl embriyonda morfolojik cinsel ayrım, plastik bir evreden kesin bir değişmezliğe dönüşürse, ruhsal-cinsel ayrım da öylesine bir değişmezliğe bürünür ve hatta insanların, cinsel kimliğin, doğuştan, içgüdüsel olduğunu, doğuştan sonra öğrenilip kazanılan bir nitelik olmadığını düşünmelerine yol açacak ölçüde güçlü ve belirgin bir duygu haline dönüşür. Bu geleneksel varsayımın yanılgısı, sonradan öğrenilen bir şeyin gücünü ve sürekliliğini küçümsemektir. Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler, bu yanlışı düzeltmiş bulunmaktadır.

Gods and Monsters ( 1998, Bill Condon)


"Buraların genç erkeklerle dolu olduğu günleri bilirim... İçlerinden bazıları tam oturduğunuz yerde bana poz bile vermişti. Tabii bu kadar utangaç değildi onlar. Bu stüdyo çıplak popolar ve penislerle ağzına kadar doluydu. Küstah, kaya gibi penislerle..."



***




I want to break freee!


Chuck Berry'den Elvis'e ilk kuşağın bütün rock kahramanları benim yaşıtlarım için pek bir şey ifade etmemiştir. Olay, bizler için yaklaşık 65'de başlamıştır. Yardbirds, Animals, daha çok da Stones ile. Müzikten hiç kopmadık belki ama koyu 'mesai' çoğumuz için 70'lerin başında bitti. Artık yeni ilahlar konuşuyordu içimizde: Biri için Che ya da Rudi'ydi model o sıralar, bir başkası için Rimbaud ya da Camus. Büyücülerin genç yaşta öldüklerini öğrenene kadar ne çok yıl geçti!

Oysa, gerekli dersi hemen alabilirdik. Rock, ciddi kurbanlar vermişti: Hendrix, Jim Morrison, Janis Joplin, Biran Jones... Keith Moon kaç yaşında öldü? Sahi, Marc Bolan yaşadı mı? Lennon öldürüldüğü gün kapandı defter aslında: Faturada yazan bedel çok ağırdı ve bunu ödemek istemiyorduk. Ama "yeni bir hayat"tı istediğimiz. Ona yaraşacak olan, pası çözülmüş değerlerdi. Bize bunları Okul-Aile birliğinin değil de o kurbanların gösterdiğini yalanlayabilir miyiz şimdi?




İşte Freddie: Neredeyse yaşıtımdı o deli fişek siluet. "Özgür olmak istiyorum" diyen sesi kulaklarımda uğulduyor hala. Sonsuz enerjisi, gövdesini cendereden kurtarışı, uçlarda aradığı titiz denge ile bizden eskilerin sandığı gibi yapıcı'ydı Mercury: Öyle olmasaydı, babalar ve oğullarının görüşleri üzerinde görüş birliğine vardıkları tek nokta bulabilir miydi? Kaseti sürün yuvasına ve Innuendo'yu hem dinleyin hem seyredin. Sahnedeki benzersiz geometrisinde bir Budist rahibiyle utanmaz bir çocuğun buluşmasını göreceksiniz.

"Erkek Kraliçe"nin hayatına ilişkin bütün yazılanları bir kenara itmek en iyisi. Kimin nasıl yaşadığını aslında bilemeyiz. Bize vampirlerin tarif ettiği adresi gerekmiyor Freddie'nin; "Kimse sonsuza dek yaşayamaz" dediği şarkıyı dinleyerek, 'hızlı yaşayıp yakışıklı kalan ceset'ine dimdik bakalım: Bizim daha doğru, daha derin, daha anlamlı bir hayat kurmamız için, kıssadan hisse, pek çok net reçete yer alıyor Queen eczanesinde.

"Show sürüp gitmeli", diyordu ya: Sürüp gidecektir. 

E.B.



*
gruba yabancı okura yazıda geçen şarkılar için:

Erkek Erkeğe Savaş

Foucault'nun aşağıdaki konuşmasını bloga almayı düşünmüyordum (Telos yayınları, 1992,
 Dostluğa Dair Söyleşiler) ama okuduğumdan beri aklımın bir köşesine yerleşti kaldı: 

Birinci Dünya Savaşı'nda erkekler tam anlamıyla birlikte yaşadılar, neredeyse üst üste; ve ölüm hep yakınlarında olduğu sürece, kendilerini birbirleri için feda etmeye, birbirlerine hizmet etmeye duydukları gönüllü istek, yaşam ile ölüm arasında gidip gelen bir oyun tarafından dayatıldığı sürece, bu birlikteliğin onlar için bir anlamı da vardı. Arkadaşlık ve kan kardeşliği hakkında birkaç tumturaklı söz ve bölük pörçük birkaç tanıklık dışında, belirli anlarda kopan o duygusal tornadolar, o içsel fırtınalarla ilgili ne biliyoruz ki? İnsanların o saçma ve grotesk savaşlara, o cehennemi katliamlara her şeye karşın dayanabilmelerini sağlayan şeyin ne olduğunu insan sorabilir kendine... Kuşkusuz bir duygular yumağıydı bu. Onların birbirlerine aşık oldukları için savaşmayı sürdürdüklerini iddia etmek istemiyorum. Ama şeref, yüreklilik, korkunun giderilememesi, kendini feda etmek, diğerleriyle birlikte ya da onların önünde siperlerden çıkmak: Tüm bunlar, çok yoğun duyguların oluşturduğu bir yumağın varlığını gerektirir. "İşte demek burada eşcinsellik söz konusu," demek değil mesele. Bu tarz gevezeliklerden hiç hoşlanmam. Ama adamların, bataklıklarda, cesetler arasında ve bokların içinde haftalarca bata çıka yürüdükleri, açlıktan ölecek duruma geldikleri ve saldırı sabahı, safların çoktan dağılmış olduğu o cehennemi andıran yaşama dayanmayı sağlayan bir koşul -tek koşul bu olmasa bile- mutlaka eşcinsellikte yatıyor.

Dreamers





Camp ve şehvet

Camp duyarlılığının en büyük imgelerinden biri kuşkusuz cinsiyet belirsizliğidir. Buna örnek olarak şunlar verilebilir: Rafael öncesi döneme ait şiir ve resimlerdeki baygın bakışlı, ince, kıvrımlı figürler; rölyefli lambalar ve küllüklerde sergilenen zayıf, akıcı, cinsiyetsiz bedenlerin yer aldığı Art Nouveau baskılar ve posterler, Greta Garbo'nun kusursuz güzelliğinin ardında yatan akıldan çıkmayan cinsiyet belirsizliğinin boşluğu. Bu noktada Camp beğenisi, beğeninin en anlaşılamamış gerçeğine dikkatleri çeker: cinsel çekiciliğin en has biçimi (aynı şekil de cinsel zevkin en has biçimi de) kişinin cinsiyetine karşı gelmesinde yatar. En erkesi erkeğin güzelliği dişi tarafında yatar; en dişi kadının en güzel yanı ise erkeksi tarafında. (...) Camp beğenisine cinsiyet belirsizliğinde eşlik eden oldukça farklı gözüken ama aslında farklı olmayan bir şeydir: bu, cinsel özelliklerin ve karaktersel tavırların abartılmasından duyulan hazdır. Herkesin bildiği sebeplerden dolayı, bununla ilgili verilebilecek en iyi örnek sinema yıldızlarıdır. Jane Mansfield, Gina Lollobrigida, Jane Russel, Virginia Mayo'nun artık bayatlamış frapan dişilikleri (...)


Tim Curry kült film The Rocky Horror Picture Show'da (1975)


Camp

Camp'lerin baş vaizi Christopher Iserwood ellilerin başında yazdığı romanlarından birinde 'Camp nedir biliyor musunuz?' diye sorar:

Bunun anlamının saçlarını sarıya boyatıp Marlene Dietrich gibi davranan gençten bir labunya olduğunu düşünürsünüz... Ben camp'ı daha temel bir şey olarak ele alıyorum... Ciddiye almadığınız bir şeyi camp hala getiremezsiniz. Onu alaya alamazsınız, içinden alaya alacak bir şey çıkarırsınız. Temelde ciddiye aldığınız bir şeyi alaya alarak, hünerle ve incelikle ifade edersiniz. Barok sanatın dine yaklaşımı camp'tir. Balenin aşka yaklaşımı camp'tir... Tanımlamak çok güç kabul ediyorum.

Bir sonraki nesilden Jack Babuscio, camp hakkında benzer şeyler yazar: 'Yaygın olandan farklı bir bilinç yansıtan yaratıcı enerji: Toplumsal baskı olgusundan kaynaklanan insani duygu karmaşalarının güçlü bir biçimde kavranışı.' Bu nedenle geleneksel eşcinsel kültürü, yüksek kültür biçimlerine -resme, tiyatroya, baleye, edebiyata ve özellikle de operaya- olumlu bir ilgi göstererek benimser. Richard Dyer'in belirttiği gibi, aslında bu gibi kültürel ilgi alanları kendi başlarına bir erkeğin eşcinsel olduğunun düşünülmesine yol açabilir veya bunu ima etmek için kullanılabilir; bizzat kültürel duyarlık 'kadınsı' bir şey olarak görülür.

Eşcinsel olmak ve bu tür bir kültürle ilgilenmek bana aynı sürece, yani bir kimlik oluşturma sürecine dahil gibi görünüyor. Bana göre bu queer sözcüğüyle özetlenebilir. Queer olmak eşcinsel olmaktır, ama aynı zamanda farklı olmaktır. Bununla kültürle ilgilenmek arasında nasıl kolayca eşitlik kurduğum anlaşılabilir. Ellilerin sonunda ve altmışların başında erkek okullarında kültür tuhaf, 'başka' queer olmak demekti.


 Warhol, 1980

Teixeira, Marlon



Not Angels But Angels & Body without soul


"Not Angels But Angels is a 1994 documentary film about young men in Prague working as prostitutes. The creator of the documentary, Wiktor Grodecki interviews the men, some of whom are underage, to find out more about their lives and how they came to be making a living by selling sex. The film also explores the hopes and fears of the young men, what they hope to be doing in the future, and coping with the possibility of being infected with HIV.
The film is so matter-of-fact that it's almost hard to watch--this is normal life for them all. As the film progresses, it becomes clear firstly how their innocence has been stolen from them by desperation, and also how little they know of the realities of the lifestyle they're trapped in. "


Not Angels But Angels (1994)


"Documentary look at doomed male prostitutes in Prague, ages 15 to 18, who troll at the public swimming pool, the train station, a video arcade, and a disco. After the boys talk about how they got in the game, the camera follows them to the home of Pavel Rousek. Under the name Hans Miller, he makes gay porno videos, primarily for German distribution. Intercut with a movie shoot chez Rousek is an interview that follows him to his day job at a morgue, where he performs an autopsy as he talks about his work. The sex is without protection; the boys are without family. They talk about their bodies and souls, money, their sexual orientation, AIDS, their dreams, and death."

Body without soul (1996)


Waiting Naked





vesaire



Denizi özlemişim; kentteki denizi değil ama, kordon boylarındaki,
balıkçı teknelerinin dolaştığı, vapurların yanaştığı limandaki denizi değil;
doğanın kıyısındaki denizi özlemişim. 



Homofobi (İçteki Düşman)

Eşcinsellere yapılan zulüm genelde erkeklerin başka erkeklerden oluşan bir azınlığa karşı bir hareketi olmakla birlikte, bütün erkeklerin içindeki 'kadınsılığın' zorla bastırılmasının da bir sonucudur. Bu erkekleri kadınlardan uzak ve kadınları erkeklerden aşağı tutmanın bir yoludur. Örneğin Craig Owen 'homofobi bir cinsel azınlığa baskı uygulama politikası değildir öncelikle; daha çok bütün erkek ilişkileri tayfını düzenleyen güçlü bir araçtır' demiştir.

Homofobi, eşcinsel erkeklere zulmederek bütün erkekleri hizaya sokmakla kalmaz; erkeklerin içlerindeki kadınsılığı aşağılayarak aynı zamanda kadınları da aşağılar. Gayle Rubin'in gözlemlediği gibi, 'insan cinselliğinin eşcinsel bileşeninin bastırılması ve bunun sonucunda eşcinsellere yapılan baskı, kuralları ve ilişkileriyle kadınları da baskı altında tutan ayn sistemin  bir ürünüdür.' Çoğu erkekteki şiddetli, akıl dışı homofobi saplantısı, sadece kendilerinde kadınsı olarak gördükleri şeyden -içteki düşmandan- korkmaları bakımından açıklanabilir. Aynı zamanda, seksle, eşcinsel erkek kültüründe pervasızca gerçekleştirilen bu eylemle- ilgili korku, kıskançlık ve endişe duygularıyla da bağlantılıdır. "Homofobi" terimini ilk ortaya atan ve bunu 'eşcinsellere yakın çevrelerde bulunmaktan büyük korku duymak' olarak tanımlayan George Weinberg, homofobinin beş nedeni olduğunu söylüyordu. Bunlardan ilki ve günümüzde genel olarak kabul edileni homofobiyi kişinin kendinde eşcinsel arzuları olmasından duyduğu korkuya bağlıyordu (psikanalize aşina olanlar, bebeklikteki anal cinselliğin ve bununla ilgili tabuların önemini; iğdiş edilme ve erkekliği kaybetme korkusunu vurgulayacaklardır.) Diğer dördü, dinin etkisiyle, bastırılmış, kıskançlıkla, eşcinselliği yerleşik değerleri tehdit etmesiyle ve özellikle de cinselliği dölleme ve aile ile sınırlayan ideolojileri tehdit etmesiyle ilgilidir. 


*
Lynne Segal
Değişen Erkekler,
Değişen Erkeklikler




"Penis anüse girdiğinde, bir erkeğin penisini soktuğu zaman hissettiklerinden
 tamamiyle farklı bir doluluk, bir tatmin duygusu alınır."

Querelle, 1982, R.W. Fassbinder - Jean Genet'nin kitabından