Öte yandan, embriyolojik yaşamın başlangıcında, omurgalıların (ve hatta omurgasızların) cinsel gizilgüçlülükle -erkek ve dişi- donatılmış olduklarını görmüştük. Bu yüzden de, bir sapmayı sağlamak için az bir şey yeterli olacaktır: Her birey, şu ya da bu dönemde fizyolojik ya da daha sonra anlıksal olarak çifcinsli bir evreden geçer. Eşcinsel, aynı eşeyden kişilere karşı fiziksel bir ilgi (ve genelde farklı eşeyden olanlara karşı bir antipati) duyan kişidir.
Hemen belirtelim ki sapiens, eşcinsellik ayrıcalığını elinde bulundurmak konusunda yalnız değildir. Birçok memelide, bir başka erkeğe aşmayı deneyen bir erkeği ve diğer erkeğin, dişi eşeye özgü çiftleşme davranışını takındığını gözlemlemenin olağanüstü olmadığı doğada, eşcinsellik varlığını sürdürür. Ancak iki dişinin çiftleşmesine de rastlanır. Daha önce de söylediğimiz gibi, eşcinsellik, kesin olarak üst omurgalılarda da görülür. Şebekler topluluğunu çevreleyen ve dişilere ulaşamamış olan bekar erkeklerde; çiftin, küçükleri beslemesine yardım eden, ancak üremeye doğrudan katılmayan kuşlarda vb. sık sık gözlemlenir. Eşcinsellik, iki eşeyi de her zaman etkileyebilir. Günlük yaşamda, iki tür eşcinsellik ayrımı yapılmaya alışılmıştır:
1. Vücut yapısından kaynaklanan eşcinsellik: Daha önce doğumda varolan ve asıl nedeni hala belirsiz olan eşcinsellik. Solak doğulduğu gibi, eşcinsel doğulur.
2. Edinilmiş eşcinsellik: Gerek gelişim sırasında (bkz. Freudçu dönemler; özellikle kadında, sonu eşcinselliğe varabilen fallik evrenin çıkmazları) gerekse daha sonra, çevrenin etkisiyle (karma okullardan önce, hiç değilse gizli bir eşcinsellik yatılı okullarda çok sık görülürdü) edinilen eşcinsellik. Aynı eşeyli ergenlerden oluşmuş kapalı topluluklarda, olağan bir durum olduğu saptanmıştır. Bu durum, kaçınılmaz bir biçimde "özel arkadaşlıkları" doğurur. Önceden hazırlıklı olan bazıları bu ilişkiyi sürdürür; oysa ki grup aralanır ve onları toplum içine salıverir. Bu evre, onları ömürleri boyunca etkileyecektir.
İnsanlarda eşcinsellik, çağlara ve uygarlıklara göre çeşitli şekilde değerlendirilmiştir. Eşcinselliğin, Yunanlılarda genel bir durum olduğu sık sık söylenmiştir (kimi zaman oğlancılığa verilen "Yunan Aşkı" deyimi buradan gelir). Gerçeklik, daha az basittir. En çok işlenmiş ve en sık görülen biçiminde, genç bir ergen, eromen ya da sevgili ile bir yetişkin, eraste ya da aşık arasındaki ilişkiyi kapsıyordu. Bu ilişkinin fiziksel hiçbir yansıması olmayabiliyor ve çoğu durumda kibar aşkı andırabiliyordu. Bu, kuşkusuz kadınlar arasındaki ilişkiler için de geçerliydi. Ancak Ege denizindeki Midilli adasının gediklileri üzerine anlatılabilmiş olan her şeye ve kuşkusuz en ünlüsü Bilitis Şarkıları olan, üstün nitelikli kopyaların yakın dönemde yayınlanmasına rağmen, bilgilerimiz bu konuda kısıtlı kalır.
Gerçekte, ünlü bir kadın ozan olan Sappho Midilli'de yaşıyordu, Duygusal ve eşcinsel ilişkiler de dahil çeşitli ilişkileri sürdüren bir gurup öğrencisi ve kadın hayranları vardı çevresinde. Midilli sakinlerine gelince, Diğer Yunan adalarının sakinlerinden pek farklı değillerdi. Romalılarda, eşcinselliğe izin verilirdi; eşcinsellik, Tevrat (Levililer XX.3) ve dahası eşcinselleri cinlilerle özdeşleştiren Hristiyanlık tarafından yasaklanmıştır. Bu yüzden de, eşcinseller, 18. yüzyıla kadar yakılıyordu. Devrimci yasayı yeniden ele alan Napoleon yasası çok daha hoşgörülü görünüyor: Sadece ergin olmayan çocukları korumayı amaçlar, ancak erginlerin eşcinselliğinden habersiz görünür, dolayısıyla da aslında kabul edilmiş olur. Kuzey Amerika'da bu kural eyaletlere göre değişiklik gösterir. Bir kısmında, yasa yetişkinlerle ilgili olduğunda bile çok baskıcıdır. Diğerleri, aksine "gay" hareketlerinin etkisiyle, aynı eşeyli kişiler arasında bir tür "evliliği" resmen tanır. Stalin Rusya'sında, eşcinsellik, Hitler Almanya'sında olduğu gibi "bir toplum suçu olarak görülmüştür. Fransa'da, hoşgörülmüşlük farklılık kavramından olağan farklılık kavramına doğru aşamalı bir evrim gerçekleşir. Benzer bir hareket bugün de birçok ülkenin çıkardığı yasalarda görülebilir.
Jacques Ruffie'nin Cinsellik ve Ölüm
kitabından (Sarmal Yayınları, 1. baskı 1999)
Sayfa 254 - 258
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder