"Mutlak bir hüzne sahip bu neşeli melodiler kadar dokunaklı hiçbir şey yoktur" (I)

"Mutlak bir hüzne sahip bu neşeli melodiler 
kadar dokunaklı hiçbir şey yoktur"

Nietzsche


Schubert’in sonatlarını dinliyorum. Kulağım liedlerindeki o kısa, lirik, tatlı ezgileri arıyor. On yedi yaşındayken bestelediği ilk lied Gretchen am spinnrade, Goethe’den. Alman liedinin de doğumu kabul ediliyor.


 *Dinlediğim bütün yorumlar için oynatma listeleri oluşturdum ve çeviri ekledim.
Çeviriler Gül Sabar (Liedler ve Ozanlar) ve İrkin Aktüze (Müziği Okumak) kitaplarından.


Gretchen Çıkrık Başında


Huzurum kaçtı
Yüreğim Ağırlaştı
Hiç bulamam onu
Ve hiçbir zaman artık


Onun olmadığı yerler,
Benim için mezar gibi,
Tüm dünyadan Nefret ediyorum.

Zavallı başım
Dönüyor Çılgınca,
Zavallı aklım
Paramparça.

Yalnızca onu gözlüyorum
Bakıp pencereden dışarı,
Yâlnızca onun için
Çıkıyorum evden dışarı.

Onun saygın tavrı,
Onun soylu endamı,
Onun dudağındaki gülümseme,
Onun gözlerindeki güç.

Ve konuşması ki
Büyülü akıcılıkta.
Onun el sıkışı,
Ve ah, onun öpüşü

Daralıyor göğsüm
Onun özlemiyle.
Ah onu kavrayabilsem,
Ve alıkoyabilsem onu,

Ve öpebilsem onu,
Arzuladığım gibi,
Öpücükleriyle onun
Baygın düşüp ölebilsem!



Auf dem Wasser zu singen, Su Üzerinde Şarkı Söylemek başlığını taşıyan bu lied Friedrich Leopold isimli şaire ait, akşam kızıllığında durgun göl üstünde bir kayık gezintisi: 



La Rabbia (1963, Pasolini) / John Berger

La Rabbia (Gazap)

JOHN BERGER


MELEK GİBİYDİ DESEM, onun hakkında bundan daha saçma bir şeyin söylenebileceğini düşünemem. Cosimo Tura'nın resmettiği gibi bir melek mi? Yok, hayır. Tura'nın fırçasından çıkma bir Aziz Georgios var ki, tıpatıp ona benziyor! Tescil edilmiş azizlerden ve mutluluk timsali meleklerden nefret ederdi Pasolini. O zaman neden böyle diyorum? Çünkü onun alışılagelmiş, hudutsuz kederi şakalaşmasına izin verirdi; yüzündeki kaygılı ifadeyle ise teselliye en çok ihtiyacı olanı keşfedip kahkahalarla güldürürdü. Fırça darbeleri hassaslaştıkça, daha iyi anlaşılır oldu! İnsanlara, başlarına gelebilecek en kötü şeyi yumuşak bir üslupla anlatabiliyor, onlar da bu sayede daha az acı çekiyordu, "...zira ümidini yitirsen bile, bir nebze ümit vardır.” "Disperazione senza un po’ di speranza.” Pier Paolo Pasolini (1922-1975).

Kendisiyle ilgili pek çok kuşkusu vardı ama kehanet yetisinden kuşku duymadı hiç; oysa keşke kuşkulansaydım, diyeceği yegâne şeydi. Onun bu yetisi bugün yaşadıklarımızı anlamlandırmakta yardımcı oluyor bize. 1963'te yapılmış bir film izledim az önce. Şaşırtıcı olan şimdiye dek hiç genel izleyiciye gösterilmemiş olması. Bir şişeye konup kırk yıl sonra dalgalarla kıyımıza vurmuş özlü bir ileti gibi.

Eskiden insanlar dünyada olup bitenleri televizyondan değil sinemalarda dünya haberlerini gösteren filmleri izleyerek öğrenirdi. 1962’de bu tür filmlerin yapımcısı G. Ferranti, parlak bir öneride bulundu. O tarihte zaten ünlenmiş olan Pasolini'nin 1945-62 tarihleri arasındaki haber arşivlerini incelemesi sağlanacak ve ondan "Dünyanın her yanında neden savaş korkusu var?" sorusuna cevap bulması istenecekti. Elindeki malzemeyi istediği gibi kurgulayabilecek ve üst sesle yorum getirecekti. Ortaya çıkacak bir saatlik filmin, şirketin şöhretini artıracağı umuluyordu. Bu "yakıcı” bir soruydu, çünkü o tarihte yeni bir Dünya Savaşı tehdidi gündemdeydi. 1962 Ekimi'nde Küba ile ABD arasında nükleer füze başlıkları krizi patlak vermişti.

Daha önce Acattonne, Mamma Roma ve La Ricotta'yı yapan Pasolini kendine mahsus sebeplerle öneriyi kabul etti; tarihe tutkun ve tarihle kavgalıydı çünkü. Filmi tamamladı ve ona La Rabbia (Gazap) adını verdi.

Ancak filmi izleyen yapımcıların ödleri boklarına karıştı; hemen ikinci bir bölümün yapımı için Giovanni Guareschi adında aşırı sağcı olmakla namlı bir gazeteci görevlendirildi. İki film, tek bir filmmiş gibi sunulacaktı. Ne var ki işin sonunda ikisi de gösterilmedi.

Bana kalırsa La Rabbia öfkeden değil, inanılmaz bir tahammül gücünden ilham alıyor. Pasolini dünyadaki hadiselere cesaret ve sağduyuyla bakıyor. (Rembrant’ın resmettiği melekler de aynı bakışa sahiptir.) Bu tutumun nedeni, üzerine titrememiz gereken yegâne şeyin hakikat olması. Bunun fevkinde hiçbir şey düşünülemez.

Açgözlülerin ve iktidar sahiplerinin riyakârlıklarını, yarı-doğrularını ve sahtekârlıklarını toptan reddetmesinin nedeni onların, hakikati görmeyi engelleyici bir tür körlük olan cehaleti üretmekte ve beslemekte olmasıdır. Ayrıca onlar, en değerli mirasımız olan dil hafızası başta olmak üzere, hafızaya sıçrar.

Ancak, onun tutkun olduğu hakikatin hayata geçirilmesi hiç de kolay değildi, zira o dönemde çok derin, tarihi bir düş kırıklığı yaşanıyordu. 1945’te faşizmin yenilgisinden sonra yeşeren umutlara ihanet edilmişti.




Malick ve Hidden Life Üzerine (Zeki Z. Kırmızı)

"Malick'in filmi, görüntü yönetimi ve kameranın yüceltimi körükleyen titizce planlanmış kullanımıyla etkisini katlamış bir film ama beni huzursuz eden, çok da yanlış bulduğum bir film. Sistemin tam çekirdeğinden çıkmış rafine bir yapım. Özellikle de ideolojik anlamda. Üstelik ideolojinin Hristiyanlığın kaynaklarından başlayarak Amerikanofil yeni dinsel yorumlarına dek en gerici çizgisinden yürümekle de yetinmiyor, sınıflı toplumların ama en çok da kapitalizmin yarattığı, hatta fetişleştirdiği 'kutsal'lara da (pastoralizm, tarım, çiftçilik ve erdem, bireysel özgürlük, lanetlenme, yalnız ve erkek kahraman, çekirdek aile, anne ve eş olarak, kız çocukları olarak paketlenmiş ve evcilleştirilerek sindirilmiş kadın-lık, tüm kötülüklerin indirgenmiş kaynağı olarak gösterilen ve başka da hiçbir yerine dokunulmayan faşizm ve onun simgeleri, ki Almanca, Hitler, vb., kötülüğe boyun eğse de direnen vicdan ve kilise gibi...) gerçekten yeni bir biçim verip tümünün yeniden yut(tur)ulmasını sağlıyor. Tehlikeli bir film. Eğer eleştiri gücümüzü kenara bırakıp da gözü kapalı özdeşleşme üzerinden yol alırsak... Çünkü olağanüstü bir kılıfla gizleniyor gerici ideolojik öz. Yükselen Alp doruklarının ve dağların eteklerinde süren saf, erdemli yaşamların dolaylı olarak seyircide yarattığı Tanrıya yakınlık duygusu, mide bulandırıcı bir mistisizmden ve el çabukluğuyla yaratılan bir dizi eşitlemeden (kişi (isa)=özgürlük=doruk=tanrı= sürü düşmanlığı, vb) başka sonuç verebilir miydi? Aklımızı tutsak kılıp onların düşündüğü, daha doğrusu inandığı gibi inanmamızı istedikleri, hatta dayattıkları çok açık. "Karakterin sivil itaatsizliğini ruhun ölümsüzlüğü bağlamında düşünürsek eylemi gerçekten bir fedakarlık mı yoksa bir başka güce itaat mi?" tümcen benim için önemliydi. Doğru yerden yakalamışsın gibi geldi bana. " (27 Mart 2020) 

Yukarıdaki kısa not,  İsmail'e yazdığım iletinin Malick'in filmiyle (Hidden Life, 2019) ilgili bölümü. Elbette tek yapıt üzerinden böylesi keskin yargılar verdiğim az olmuştur ama filmde inanılmaz bir açıklık, doğrudanlık söz konusuydu ve iki kez düşünmeyi gereksiz kılıyordu Malick'in açık sözlülüğü. Arkadan önerdiğin iki önceki filmi Tree of Life'ı (2016) dün gece bitirdim. Doğrusu yargılarım pekişti. Daha kötü, film olarak da kötüydü. Araştırdım. Şu uyduruk Vikipedi'de aşağıdaki pasajı buldum. Senin görmemen olanaksız elbette. Ben gözümün önünde dursun diye aşağıya alıyorum. Bu arada belirteyim, tam Malick üzerine yazacak kıvamda kışkırtılmış görüyorum kendimi ama yazmayacağım. Bugüne dek daha çok karşı çıktığım şeylerle uğraştım. Artık o kadar zaman varsılı değilim. Kısa bir iki şey söyleyeceğim sana ve kapatacağım. Burada benim merak ettiğim şey elbette Malick ve sineması değil, senin Malick'le kurduğun bağın nesi, nasılı? Senin ne gördüğün... Bu önemli benim açımdan. Sen derken Malick'in karşısında birçok genç insanı da kastediyorum. Aşağıda yazanlar Malick poetikasını hemen hemen açıklıyor zaten. İpuçları taşıyor. Ana izleklerini, kendi geçmişi ve yaşamına borçlu. Baba yanı Ortadoğu Süryani. Harvard: Felsefe. Varoluşçuluk üzerine odaklanma ve Heidegger üzerine bir yazı. Felsefe dersleri de vermiş... Eh, Alplerin gizemi de böylece açıklanmış oluyor. Ama daha önemlisi...

Terrence Malick Ottawa - İllinois’te doğdu. Waco -Texas ve Oklahoma’da büyüdü. İrene ve bir Jeolog olan Emil A. Malick’in oğludur. Baba tarafından dedesi ve büyükanne’si Suriye ve Lübnandan göç etmiş Asur'lu Hristiyanlardır. Ailesi Bartlesville, Oklahoma’da yaşamaktayken kendisi Austin, Texas’ta bulunan “St. Stephen's Episcopal School” okuluna gitti. Malick’in kendisinden küçük iki erkek kardeşi vardı: Chris and Larry. Bir gitarist olan Larry Malick 1960’ların sonlarında Andrés Segovia ile çalışmak üzere İspanyaya gitti. 1968’de Larry müzikal çalışmaları üzerindeki baskı sebebiyle kasıtlı olarak kendi ellerini kırdı.Babası Emil, Larry ‘ye yardımcı olabilmek için İspanyaya gitti ama Larry görünüşe göre intihar ederek kısa bir süre sonra ölmüştü. Malick Harvard Üniversitesinde Stanley Cavell’ın öğrencisi olarak Felsefe okudu. 1965 yılında “summa cum laude” ve “Phi Beta Kappa” ile ödüllendirilerek mezun oldu. Rhodes bursu ile Magdalen College, Oxford’a girdi. Tezinde yer verdiği KierkegaardHeidegger ve Wittgenstein’in dünya kavramı kendisi ile Okutman Gilbert Ryle arasında bir tartışmaya yol açmıştır, Malick Doktorasını almadan Oxford’u bırakmıştır.1969 yılında Northwestern Üniversitesi Malick tarafından İngilizce’ye çevrilen Heidegger’in “Vom Wesen des Grundes” (İngilizce: The Essence of Reasons) ’denemesini yayınladı. ABD’ye geri döndüğünde serbest olarak gazetecilik yaptığı sıralarda Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) felsefe dersleri verdi. NewsweekThe New Yorker ve Life’ta makaleler yazdı.  

...daha önemlisi üç kardeşten en büyüğü Terence Malick ve küçük kardeşin (Larry, ki sanırım Yaşam Ağacı, filmindeki adı da buydu ve o da gitar çalıyordu) canına kıyması. Yukarıda kısaca yazıyor öykü. Bundan Yaşam Ağacı'nın bir aile filmi olduğu, aileye ve özellikle Larry'ye adandığı söylenebilir. Ama usta yönetmen, iyi bir senaryo yazarı ve kurgucu aynı zamanda, filminde açıklamalardan kaçınıyor haklı olarak. Hemen çağrışımla aklıma Nick Cave ve son albümü geldi. İkiz çocuklarından biri uçurumdan düşmüştü. Albümü bununla ilgiliydi (Ghosteen, 2019).

Dosdoğru Günlük / Fİkret Ürgüp

Günlük yalansız, dosdoğru, içten gelenin
olduğu gibi yazıldığı zaman günlüktür (Journal veya Diary)"














Z.'nin Ayvalık'ı


 Bundan on yıl öncesine dek, Ayvalık'tan el ayak çekildikten sonra, ekim kasım aylarında bir iki hafta izin alır kaçardım tek başıma Ayvalık'a. Cunda'da sabah ve akşam üzeri yarım saat denize girer, biraz ortalıkta gezinir, terasta çay içip kitabımı okurdum. İçimde epeyce iç ve açık deniz biriktirdim, küçücük adalar arada görünüp yiterdi. Serin serin esen rüzgârın iç denizin yüzeyinde, mavi gri tonlarında paletler yaratarak oynaşmasına bayılırdım. Sanki ıssız dünyada küçük tepeler, karanlık, yağmur yüklü bulutlar, köşe bucak araştıran rüzgar, zeytin ağaçlarının kış hazırlıkları, az önceki gürültünün yerini dolduran dinmişlik duygusu, kıyıya bağlı kayıkların beşik gibi sallanmaları, ilk kez kendi yerlerinde ve dillerinde anlayamayacağımız türden bir şeyi konuşmak için bir araya gelmişler izlenimi yaratırdı bende ve özel bir tanıklık yaptığımı düşünürdüm. Bana, benim varlığıma ilgisiz, ben yokken de orada sürecek bir güz kantatı, bir çevrim, dalga, benle ya da bensiz ama hep orada olacak gizli bir düğün. Yine de bu tanıklığı yapan insanın kendini seçilmiş biri, tansıma tanığı olarak düşünmemesi zordur. Zaman zaman kaygılansam da kendimi o an seçilmiş, bir dahası olmayacak, tanıma gelmez şeyin, bu büyük tansımanın bir parçası olarak kavrardım. Çok sürmezdi gerçi. Bir an... Sonra kendi dilime, dünyanın diline düşer, dile gelme ya da düşmenin öyküsünü kaldığım yerden sürdürürdüm. Ama beni çıldırmaktan koruyan şeyin bu bağış, armağan duygusunu yitirmemek olduğunu, bu düşünceyi korumanın bir yolunu bulduğumu söyleyebilirim. (Belki de söyleyemem.)

*
Ayvalık Güncesi için bak:
https://www.instagram.com/kaotikbenlik

Z. için bak:
https://www.okumaninsonunayolculuk.com/

WINTERREISE (KIŞ YOLCULUĞU)


Didem'e


"Bir yabancı olarak geldim,
 ve yine bir yabancı olarak gidiyorum"





WINTERREISE (KIŞ YOLCULUĞU)
 FRANZ SCHUBERT


Winterreise, Franz Schubert'in Wilhelm Muller isimli Alman şairin şiirlerinden bestelediği yirmi dört liedden oluşan bir dizi. Schubert yaşamının son üç ayında tamamlıyor Winterreise'i. 1828'de, 31 yaşında, sifilizden ölmeden önce son düzeltmelerini yapıyor. Yaşamının en karanlık ve karamsar günlerinde, daha önce bestelediği ve yine karşılıksız kalan bir aşkı anlatan Die Schöne Müllerin dizisinden sonra Müller'in şiirlerini ikinci kez alıyor eline. Kısa yaşamına sığdırdığı yüzlerce liedi var ama içlerinde en değer verdikleri bunlar "Şimdiye kadar yazdıklarım arasında beni en derinden etkileyen liedler bunlar oldu."  Ben de bu yazıda ilgimi Winterreise liedleri ile sınırlı tutacağım; umarım Winterreise'i hiç bilmeyen ve dinlememiş olanlar için küçük bir rehber olabilirim.

 Winterreise'e duyduğum yakınlığın ilk nedeni, konsept albümleri her zaman sevmiş olmam; ama bu şarkılarda hüzünlü, karşılıksız bir aşk hikayesinden fazlası vardı. Schubert yazdığı en karanlık ezgilerle, yaklaşan ölümün soğukluğunu hissedercesine, zorlu bir kış manzarası eşliğinde bizleri merkezinde ölümün ve varoluşsal bir kederin yer aldığı gezginin manevi yolculuğuna davet ediyor. Şiirlerin sahibi Wilhelm Muller (1794 - 1827) edebiyat tarihi içinde varlığını biraz da Schubert'in bestelerine borçlu. 1815'te günlüğüne şöyle yazmış: "Ama cesaret! Belki de bir yerlerde kelimelerin arkasındaki ezgileri duyacak ve bana geri verecek akraba bir ruh vardır." Schubert ile aynı dönemde yaşamış Müller, Schubert'ten bir yıl önce 32 yaşında ölmüş. Schubert'in ezgilerini duymasa da, Schubert yaşamının karanlık, hastalık ve ölüm taşıyan kışını Muller'in şiirlerinde bulmuş, sözcüklerden yükselen ezgileri duymuş olmalı. 1827, aynı zamanda Schubert'in hayranı olduğu Beethoven'ın öldüğü yıl; Schubert, onun cenaze meşalesini taşıyanlardan da biriymiş. Taşıdığı alevin kendisi için de sönmek üzere olduğunu biliyordu belki de.

Winterreise dizisinin İlk liedi İyi Geceler (Gute Nacht), kasabaya gelen bir yabancıdan söz ederek açılıyor. Kaldığı evde aşktan söz eden bir kız ve evlilikten söz eden bir anne var, ama yabancı geceleyin sevdiği kız uykusundayken kapısına Gute Nacht yazıp sessizce ayrılıyor evden "Aşk gezmeyi sever, tanrı onu öyle yaratmış, birinden öbürüne, aşk gezmeyi sever, birinden öbürüne, tatlı sevgili, iyi geceler." Winterreise'in gezgin kahramanının umutsuz aşkını ardında bırakıp çıktığı kış yolculuğu da böylece başlıyor. "Bir yabancı olarak geldim ve yine bir yabancı olarak gidiyorum."

Kar her yeri kaplamış, aşkın bütün izlerini silmiştir. "Ama yüreğimdeki kaynaktan ateş gibi yanarak çıkıyorsunuz (gözyaşlarım), sanki bütün kışın buzunu eritip yoketmek istiyorsunuz!" (Gefrorne Tranen / Donmuş Gözyaşları)  Gezgin yolunun üzerinde eskiden altında mutlu ve huzurlu günler yaşadığı ıhlamur ağacına rastlar. "Ağacın dalları hışırdadı, sanki bana şöyle sesleniyordu: "Gel, bana gel dostum, burada huzurunu bulursun" (Der Lindenbaum / Ihlamur Ağacı ) Ama gezginin yüreği donmuş dere gibi buz tutmuştur, ıhlamur ağacının çağrısına kulak vermez. Kara karışan gözyaşları sevgilinin evini gösterecek midir ona?  Buzlu derenin üzerine sivri bir taşla sevgilinin adını kazır "Ey kalbim, bu derede artık kendi resmini de görebiliyor musun? Donuk yüzeyinin altında o da delicesine kabarıyor mu? (Aud dem Flusse / Nehirde) Şehre ilk geldiği günü düşünür "İki yüzlü dönek şehir"den kendini kaybetmiş bir şekilde hızla kaçmıştır. O günden beri gezgin bir hedefi, ulaşacak bir yolu olmadan sadece ilerlemektedir. "Sevinçlerimiz, acılarımız, hepsi yanıltıcı ışığın oyunu! Her akıntı denize, her acı da kendi mezarına ulaşacaktır." (Irriclicht / Yanıltıcı Işık) Fırtınaya ve soğuk havaya rağmen yoluna devam eder, sonunda yorgun düşer ve bir kömürcü kulübesinde dinlenir. Bir ilkbahar rüyası görür "Ne zaman yeşereceksiniz penceredeki yapraklar? Ben sevgiliyi ne zaman kollarıma alabileceğim? (Frühlingstraum / İlkbahar Rüyası) Yapayalnız ve selamsız yoluna devam eden gezgine şehirden ayrıldığından beri bir karga eşlik etmektedir. "Karga, hiç olmazsa, en sonunda mezara kadar sadakat göreyim senden!" (Die Krahe / Karga) İnsanlar huzurlu uykularında sahip olamadıklarının tatlı düşlerini görürken o köpeklerin havlamaları eşliğinde bir köye varır.  "Siz durmadan havlayan bekçi köpekleri, uyku saatinde bana rahat huzur vermeyin! Artık tüm rüyalarım sona erdi - uykucuların arasında ne işim var ki?" (Im Dorfe / Köyde)  Kimi zaman yaprakların dansına, ışığın oyunlarına bırakır kendini. .. Aydınlık, sıcak bir evin içinde yaşayan sevgilinin tatlı hayalini görmeye devam eder ve kimsenin gitmediği ıssız yollara sapar " Yollardan niye kaçınıyorum ki, diğer yolcuların gittiği yollardan? Niye kendime karla kaplanmış kayalar arasında gizli geçitler arıyorum?" (Der Wegweiser / Yol İşaret Levhası)  Bir işaret levhası ile karşılaşır, kimsenin geri dönmediği bir yolu gösteriyordur.  "Bir işaret levhası görüyorum, gözlerimin önünde sabit duruyor; gitmem gereken bir yol var; kimsenin geri dönmediği bir yol" Bir hana varır, yolculuktan yorgundur,  "Kalpsiz hancı, beni geri mi çeviriyorsun? Öyleyse şimdi artık devam, sadece devam, benim vefalı bastonum!" (Das Wirtshaus / Han) Kışa ve acısına meydan okuyarak yolculuğunu sürdürür, yüreğine kulak vermez, "Dinlemiyorum dile getirdiği şikayetleri, şikayet ahmaklara hastır" "Dünyada neşeyle ilerlemeli, rüzgara ve fırtınaya karşı! Yeryüzünde tanrı hiç varolmasa da bizler bizzat tanrıyız!" (Mut / Cesaret) Gökyüzünde üç güneş görür. İkisi sevgilinin ışık saçan gözleri diğeri ise kendi kara güneşidir. "Üçüncü de arkalarından gitse artık! Karanlıkta daha iyi olacağım."

Kış Yolculuğu gezginin bir köyde yaşlı bir laternacı adam ile karşılaşması ile bitiyor:


Laternacı Adam / Der Leiermann



Küçük köyün arkalarında

Laternacı bir adam durur
Donmuş parmaklarla
Elinden geldiğince tıngırdatır.

Kar üstünde yalınayak

İleri geri sallanır
Ve küçük çanağı
Hep boş durur.

Kimse onu dinlemek istemez,
Kimse ona bakmaz,
Ve ihtiyar adamın etrafında
Köpekler hırlar.

Ve, o buna kayıtsız,

Çevirmeye devam eder,
Ve laternası
Hiç susmaz.

"Garip ihtiyar!
Seninle gidebilir miyim?
Benim Liedlerim için de
Laternanı tıngırdatır mısın?"


***

Anatomy of an Obssesion: Schubert's Winter Journey



"Winterreise, Shakespeare ve Dante'nin şiiri, Van Gogh ve Picasso'nun resimleri, Bronte kız kardeşlerin veya Marcel Proust'un romanları gibi ortak deneyimlerimizin bir parçası olması gereken vazgeçilmez bir sanat eseridir." (Ian Bostridge)

Ian Bostridge, İngiltere doğumlu (1964) tenör bir opera ve lied sanatçısı, yaşamı boyunca yüzün üzerinde kez seslendirmiş Winterreise'i, otuz yıl süren takıntısını ilmek ilmek çözümlediği bir de kitap yazmış: Anatomy of an Obssesion: Schubert's Winter Journey. Başlık Robert Burton'ın Melankoli'nin Anatomisi başlıklı hacimli kitabına da bir gönderme.

Bostridge 550 sayfalık kitabında yirmi dört lied'i ilk liedden başlayarak kültürel, sanatsal, toplumsal bağlamları içinde bölüm bölüm incelemiş. "Schubert'in Kuğu Şarkısı'ndan yola çıkarak böyle geniş bir kültürel okuma yapamazsınız, ama Winterreise sizi doğrudan 1820'lere götürür" (Bostridge)

Örneğin Winterreise'in beşinci liedi Der Lindenbaum'u (Ihlamur Ağacı), Homeros'tan bu yana büyülü bir ağaç kabul edilen ıhlamur ağacının Alman tarihindeki yerinden, Goethe'nin Genç Werther'ın Acıları, Thomas Mann'ın Büyülü Dağ'ından örnekler vererek sembolik anlamlarına değinmiş.

Kitap aynı zamanda Samuel Beckett, Benjamin Britten, Djuna Barnes, Paul Auster, Slavoj Zizek, Ee-Cummings, JM Coetzee gibi isimler üzerinde bıraktığı etkilere, Caspar David Friedrich resimlerinden, William Bentley'in kar taneleri fotoğraflarına kadar çeşitli referanslarla geniş bir okuma alanına açılıyor.

Winterreise dizisinin en etkileyici ve son liedi olan Der Leiermann (Laternacı Adam) için Bostridge   “Tüm rasyonel açıklamaların ötesinde bir güç ve rezonansa sahip gibi görünen büyülü, totemik müzik parçalarından biri” diyor. Bostridge Winterreise'i karşılıksız bir aşkın umutsuzluğu içinde kaybolmuş romantik bir kahraman'ın hikayesi yerine, Laternacı Adam'ın eşliği ile sonlanan Hamletvari bir monodram olarak okumuş. Bostridge'in kitabı benim için de şimdiden bir takıntıya dönüşeceğini öngördüğüm Winterreise üzerine yapılmış en önemli çalışmalardan biri gibi geldi bana.


***

"Daha çocukken aşka ve ölüme takıntılıydım diyor Bostridge, "bu anlamda, lied söylemek için doğdum." Yönetmen David Allen ile birlikte 1994 yılında, terk edilmiş bir akıl hastanesinde Winterreise için çektikleri etkileyici bir televizyon filmi de var:






***

Liedler ve Ozanlar / Gül Sabar





Gül Sabar'ın 2013'te Pan Yayınlarından çıkan kitabı Lied konusunda Türkçe'deki kapsamlı kaynaklardan biri ve benim de elimden düşürmediğim bir lied dinleme rehberi oldu.

Kitap, Sabar'ın 1967 - 71 yıllarında İstanbul Radyosu için hazırlamış olduğu aynı isimli program notlarına dayanıyor. Sabar bu program notlarını genişleterek, ilk çağlardan başlayarak lied'in günümüze kadar olan yolculuğunu lied türünün büyük bestekarları eşliğinde anlatmış. Kitabın 130 sayfasını lied tarihinin dönüm noktasında yer alan Schubert'e ayırmış. Schubert'in Winterreise ve Die Schone Müllerin dizisinin tamamını; Goethe'den, Schiller'den, Shakespeare'den ve diğer şairlerden bestelediği liedleri Türkçe çeviri ve açıklamaları ile birlikte okumak mümkün. Sabar, liedleri Türkçeye çevirirken birebir çeviri yapmaktansa açıklamalı, özet çeviriler yapmayı uygun görmüş. Kitapta Schubert'in en çok bilinen lied'i, Goethe'nin Erlkönig'inin çeviri ve hikayesini de bulabilirsiniz.



Chaplin'i Hatırlamak

Limelights / 1952

Charlie Chaplin... Filmlerini Schopenhauer’a, Nietzsche'ye, Spinoza'ya bağlayan, Shakespeare'le aynı kefeye koyan, izlediğim her filminde biraz daha yaşlandığına tanık olduğum bu adamı çok seviyorum. (Bazin'in deyimiyle amatör bir keman ve piyano müzisyeni, acemi bir filozof ve yazar olan Chaplin'i); onun trajik ve coşkulu kişiliğinde çok şey buluyorum.  Limelights bu bakımdan unutulmaz bir filmdir. Artık sesli sinema dönemindeyiz ve Chaplin de konuşmaya çok hevesli:

Thereza  - Savaşmaya değer ne var?

Chaplin - Gördün mü, itiraf ettin. Savaşmaya değer ne varmış. Her şey! Yaşamın kendisi. Bu yetmez mi? Yaşamak, ızdırap çekmek, zevk almak. İşte hayat. Yaşam güzel ve muhteşem. Deniz anası bile bunu bilir. Senin sorunun savaşmaktan vazgeçmiş olman. Devamlı hastalık ve ölümü düşünüyorsun. Anlasana. Ölüm gibi kaçınılmaz bir şey daha var. O da yaşam, yaşam. Evrenin gücünü düşün.
Dünyayı döndürüyor, ağaçları büyütüyor. Senin içinde de aynı güç var. Eğer kullanma cesaretin ve iraden olursa.

Thereza  - Niye ölmemi engellediniz?

Chaplin -  Aceleniz ne? İnsan bilincinin gelişmesi milyonlarca yıl aldı. Bir anda yok etmek mi istiyorsunuz? Varoluş mucizesi...evrende herşeyden daha önemli. Yıldızlar ne yapabilir? Sadece eksenlerinde dururlar. Ya güneş? 450 bin km mesafeye alev fışkırtır. Matah mı yani? Bütün natürel kaynaklarını harcamak. Güneş düşünebilir mi? Bilinci var mı? Hayır, ama sizin var. Bugün varsın, yarın yoksun.

Thereza  - Beni niye kurtardınız? Ölseydim sorun bitecekti.

Chaplin - Saçmalamayın. Yaşıyorsunuz ve bundan faydalanmaya bakın. Söyleyin bana yaptığınızın sebebi nedir?

Thereza  -  Herşeyin anlamsızlığı. Çiçekler bile, müzik bile anlamsız. Hayatın gayesi, manası yok.

Chaplin - Hayata niye anlam arıyorsun? Hayat bir istektir, anlam değil. Arzu, tüm hayatın konusu bu. Bir gülün, gül olabilmek için yaşamayı istemesi gibi. Bir kayanın kendisini koruyup hep kaya kalmak istemesi gibi.

Bu sahnede elleri ve yüzünü kullanarak öyle güzel gül ve kaya taklidi yapar ki hayran kalırsınız.





Ama asıl güzel olan birazdan Chaplin'den gelecek olan hem komik hem hüzünlü itiraftır:


Biliyor musun der kendi kendisiyle yüzleştiği bir anda, sana öğüt ve moral vermek beni de etkiledi; söylediklerime ben de inanmaya başladım.

Modern Times için bestelediği Smile şarkısında da,


 The Circus'un girişinde yer alan Swing Little Girl şarkısında da yaşam muştucusu hep aynı acemi filozofu bulursunuz.


Filmlerini izleyeli belki, uzun zamanlar oldu, ama Chaplin'i hatırlamak her daim iyi.