Leopardi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Leopardi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yalnız Serçe / Leopardi

Recanati'deki Yalnız Serçe Kulesi 
ismini Leopardi'nin şiirinden almış:



Yalnız serçe kalkarsın eski kulenin

tepesinden; yol alırsın. Gün batıncaya kadar,

uçsuz bucaksız kırlarda şarkılarınla;

yankılanır sesin vadide. Işıldar her yerde

ilkbahar, coşku içindedir kırlarda;

duygulanır insanın yüreği derinden bakınca.

duyarsın sürüleri melerken, sığırlar böğürürken;

kuşların cıvıltısını yarış içinde; sayamazsın

attıkları turları sınırsız göklerde,

kutlarken neşe içinde sürekli en güzel

yıllarını. Sen oysa bir kenarda

düşünceli, izlersin olup biteni; yoldaşın

yok; uçmaya gönül hiç yok; umurunda

değil eğlence, aldırmıyorsun oyuna; şarkı

söylüyor ve geçiriyorsun bu şekilde

en güzel günlerini yılın ve ömrünün



Ah! Ne kadar çok benziyor

yaşam tarzın yaşam tarzıma! Zevk

Andre Gide / Leopardi



 Çalışma odasında sanat eseri bulunmayacak ya da çok az ve çok ciddi şeyler olacak
(Boticelli olmaz) Masaccio, Michelangelo, Raphaelo’nun Atina okulu; ama daha iyisi
birkaç portre veya birkaç maske: Dante’nin, Pascal’in veya Leopardi'ninki; Balzac'ın fotoğrafı...


*
Yazı: 
Gide / Günlük
Fotoğraf: 
Gisele Freund / Gide, Leopardi'nin Ölüm Maskı altında






Parçalar / Leopardi

Ne mutlu sana, gözyaşların yaşamının
kaynağı. Sarıp sarmaladı bizi
kanatlarıyla bezginlik; beşikten mezara
başımızın ucundan ayrılmadı hiçlik...





Nedir ki yaşamı ölümlülerin, bir
oyundan başka... yoksa gerçek daha mı az
aldatıcıdır sence yalandan?





Belki de acı, ıstırap ve
mutsuzluğumuz tanrılar için
boş zamanlarında iyi bir eğlence.





Kanat çırpsın etrafımda açgözlü kara akbaba;
yem olsun adsız cesedim vahşi hayvanlara; dövsün
bulutlar, dağılsın parçaları sağa sola yağmurda,
silinsim adım, sanım yeryüzünden rüzgarla.




...giz dolu her şey; ıstırabımızın
dışında. Ağlamak için doğduk,
bir üvey evlat gibi; nedeni tanrıların
aklında gizli. Ey arzuları, umutları
ilk gençlik yılarının!



Ne ki, dış görünüşe, güzellere, sonsuz
bir iktidar verdi Babamız, insanlar arasında;
ister yiğit olsun, ister usta, liriyle, türküsüyle;
parıldamıyor erdem çirkin bedende.


Ölüler Korosu / Leopardi


Ey tek ebedi olan dünyada 
her canlı varlığın yöneldiği ölüm, 
sende dinlenir bizim 
ruhtan yoksun varlığımız, 
hoşnut değil, ama kurtulmuş 
eski acıdan. Götürüyor 
bilinmeze bu ağır düşünce bizi 
karmakarışık akıldaki koyu bir gece gibi: 
tükendiğini hissediyor çorak ruh 
umutlanma, arzulama gücünün: 
kurtuluyor böylece acıdan, korkudan 
ve eriyor boş, ağır 
ve sıkıntısız zaman.
Yaşadık: bir süt çocuğunun ruhunda 
korkunç bir larvadan 
ya da korkulu bir rüyadan
nasıl karanlık bir anı kalırsa; 
öyle kalıyor bizde bu anısı da 
hayatımızın. Ama anı uzaktır
korkudan. Ne olduk?
Ne oldu yaşam adını alan 
o acı zaman parçası?


Bizim düşüncemize göre, bugün, 
yaşam gizemli, hayranlık verici, 
ve görünmektedir bilinmeyen ölüm 
canlıların onu düşündüğü gibi.
Nasıl kaçıyorsa ölümden yaşarken 
öyle kaçıyor şimdi de yaşam ateşinden 
bizim bilinmeyen varlığımız, 
hoşnut değil, ama emin 
yazgının engellediğinden 
mutlu olmasını ölümlülerin ve ölülerin.

Leopardi & Ranieri



Leopardi on his deathbed, 1837.


"Neydi zaman içinde kaybolan 
Adına hayât denen o acı an?"

Leopardi 14 Haziran 1837'de Napoli'de yakın dostu Ranieri'nin evinde ölür.  Ranieri ile 1830'da başlayan, 1833'te birlikte Napoli'de aynı evde yaşamaya başlamaları ile perçinlenen dostlukları Leopardi'nin ölümüne dek sürer: 

“Artık oldukça yorgun ve tükenmiş kesik kesik bir sesle doktoruyla sinirlerinin bozuk olduğunu; bunu diyet ve hava değişimiyle bir ölçüde giderebileceğini tartışıyordu. Doktor beni bir tarafa çekerek hemen bir rahip bulmamı tembih edince ben de yakındaki Agostino Scalzi Manastırı’na peş peşe adamlar yolladım. Bu arada bizimkiler etrafına toplanmıştı. Paolina, o geniş alnından aşağıya inen terleri siliyordu. Gözlerini gereğinden fazla açarak bana: -Seni göremiyorum dedi. Ve son nefesini verdi. Nabzı atmıyordu artık. O anda Peder Felice girdi. Bense yüksek sesle ‘Dostum, kardeşim, babam!’ diye» bağırıyordum.”

LEOPARDI (1798-1837)

"Neydi zaman içinde kaybolan 
Adına hayât denen o acı an?"

Leopardi on his deathbed, 1837.


Hiçbir şair, hiçbir düşünür Giacomo Leopardi (1798-1837) 'den daha büyük bir açıklıkla kötümserliğini dile getirmemiştir. Açıklıkla, diyorum, çünkü örneğin Kafka gibi kendine acıyan bir kötümserlik göremeyiz Leopardi’de. Düzyazılarında da hiçbir kavram kargaşası yoktur. Bu yazılar her şeyi korkunç bir biçimde aydınlatır — tıpkı Picasso’nun Guernica'sındaki elektrik ampulü gibi.

Leopardi İtalya’nın Bataklıklar Yöresi’nden orta halli soylu bir ailenin oğluydu. Belki de olumlu tek mirası, babasından kendisine kalan zengin kitaplıktı. On yaşına geldiğinde, kendi kendine İbranice, Yunanca, Almanca ve İngilizce öğrenmişti. Bunun dışında yalnızlık, hastalıklı bir beden, gittikçe artan görme bozukluğu ve yüz kızartıcı parasal bağımlılıklarla geçti ömrü. Yazılarındaki yargıların okurlarınca özel hayatındaki acı olaylardan kaynaklandığı yolunda yorumlanmasındansa, onların yakılmasını yeğlediğini söylüyordu. Sanırım böyle düşünmekte de haklıydı.

Leopardı, olağanüstü bir biçimde, kendi mutsuzluk çukurundan geçmişteki, yaşadığı çağdaki ve gelecekteki insanların hayatlarını ve gökteki yıldızları inceleyebileceği bir kule oluşturmayı başarmış bir yazardır. İtalyan ya da İtalyanca uzmanı olmayan birinin Leopardi’nin şiirinin niteliği konusunda tam bir yetkiyle konuşması çok güç. Birçokları onun Dante’den sonra gelmiş geçmiş en büyük İtalyan şairi olduğuna inanıyorlar. Leopardi’nin yazdığı her şiirde hayatın tümünü kapsayan dünya görüşünü destekleyen ve bu görüş içinde kendi yerini alan özgün bir düşünce vardır. Bu açıdan, o da Vergilius gibi klasikler arasına girer. Bununla birlikte, hem kullandığı dili, hem de ele aldığı konuyu (bu bir köy, bir düğün ya da bir marangoz olabilir) aynı zamanda hem büyük bir yumuşaklık, hem de uzaya varan bir uzaklık duygusuyla işler. Bir yavru kuşun yumuşak göğüs tüyleriyle bir göktaşının madensi katılığı yan yana gelerek benzeri olmayan bir lirizm, bir şiirsellik yaratır.

Leopardi’nin düzyazıları da var. Bunlardan en önemlileri, Zibaldone adını verdiği ve 1817-1832 yılları arasında tuttuğu bir çeşit düşünsel günlükle Ders Alınacak Öyküler adını verdiği bir derlemedir. Günlüğü ölümünden sadece altı yıl sonra yayımlanmış. Derlemedeki parçaların çoğu ise Leopardi’nin sağlığında yayımlanmıştı.

Nietzsche, Öyküler’i okuduktan sonra, Leopardi’nin yüzyılın en büyük düzyazı ustası olduğunu öne sürmüştü. Gerçekten, biz de günümüzde Leopardi’nin tam anlamıyla bir çağdaşımız olduğunu görüyoruz. Anlatımında ince alaycılığa yer vermesi, konuyu abartmaktan kaçınması, konuşur gibi yazması, kendi kişisel önemini öne sürmeden ağırbaşlı olmayı başarması, Pasolini, Brecht ve Bulgakov gibi birbirine benzemeyen çağdaş yazarların birçok özelliklerini muştular.

A 537, 538, 539, : Schopenhauer, Leopardi

Bu aleme, 'sıkıntılar, buhranlar, melankoliler" cehennemine dalmayı hiç beklemiyordum. Yeterli diyemem ama. Kierkegaard okumuşluğum vardır. Leopardi okumamı da dostum J. Vallet önermişti. Bu “kötümserler" dünyasına bir kez adım attıktan sonra gönüllü tutsağı oldum oranın, özellikle de Leopardi ve Schopenhauer'in! Beni bilirsin. Leopardi ve Schopenhauer'in tamamını okudum tabii ki, ve "hayatı ve yapıtları üstüne diyorlar ya, böyle toplam da hemen hemen hepsini bitirdim. Kendimi öldürmediysem eğer, sen de göreceksin, 'kara mizah'larını dayanak aldığım içindir.



Ne büyük ve ne olağanüstüdür gülüşün kudreti: Kimse sakınamaz ondan kendini, ve gülme cesareti olan kişi dünyanın efendisidir, her an ölmeye hazır olan insan gibi. (Leopardi)

Anlaşılmaz ya da sıkıcı olmadan, çok ciddi bir biçimde felsefe yapmanın yolu var. [...]

 Tumturaklı cümlelerle, Devleti ulaşılabilecek en üstün nokta ve insan varoluşunun çiçeği olarak gösteren filozof bozuntularının ne kadar dar kafalı ve aptal olduklarını görmek kolay. (Schopenhauer)

[...] işin doğrusu, yaşamamıştım ben. aklımı kullanmak dışında, insan olmamıştım, hele ki çocuk ya da delikanlı, olmamıştım (...) Çünkü, şöyle söyleyeyim, daha beşikteyken eğitimle tamamına erdirilen mutsuzluğum insan olmamak üstüne kuruluydu.
Kendi içimde bölünmüşken, dünyevi mutlulukla dolu bir hayat sürdürme şansım hiç yokken, [...] mutlu bir gelecek umudu taşımıyorken [,..] kudurgan bir umutsuzlukla insanın yalnızca aklını kavramış olmamın nesi şaşırtıcı olabilir ki (...) entelektüel zenginliğimin düşüncesi tek tesellim oldu böylece, ve fikirler tek sevincim, insanlarsa duyarsızlığım oldular. (Kierkegaard)

Leopardı ve Schopenhauer okumalarım sırasında tuttuğum notları buraya aktarmak gibi bir niyetim yok: Yüzlerce sayfadan bahsediyoruz.

Schopenhauer'den söz edelim biraz. Hegel’den ve “üniversite felsefesinden nefret eden, “çok gerekli küçük ilişkileri'ne indirgenmiş "berbat cinselliğini’ seven. Frankfurt'ta kâhyası ve köpeği Atmayla yaşayan, salonunun duvarlarına sırayla bir köpeklerin bir de filozofların portrelerini (Sokrates, Platon. Eski Yunan kinikleri, Kant, Leopardi, Gracian, G. Bruno vb.) asan Schopenhauer'den. 1848 devrimi sırasında, dairesinin kapılarını yirmi kadar Bohemya askerine açıyor, onlar da pencerelerden aşağıya, barikatlardaki işçilerin üstüne mermi yağdırıyor: bu devrim kendisini rahatsız ediyormuş çünkü, köpeğiyle rahat rahat dolaşamıyormuş sokaklarda!


İnsanın kusursuzluğuna gelince, sizi temin ederim, böyle bir kusursuzluk gerçekleşmiş olsaydı eğer, insan türüne en az bir ciltlik bir övgü düzerdim. Ama buna rastlama şansına eremediğim için, ve yaşadığım sürece böyle bir ayrıcalığa sahip olmayı beklemediğim için vasiyetimde mal varlığımın büyük bölümünü, insan türü kusursuzluğa erdiğinde, onuruna her yıl, herkese açık bir övgü konuşması yapılması ve antik tarzda küçük bir tapınak ya da heykel ya da uygun düşecek herhangi bir anıt diktirilmesi için ayıracağım. (Leopardi)

Leopardi ustune notlarımı karıştırırken, konuşmalarına rastladım.
Yukarıdaki soruya kendine göre bir cevap vermiyor mu acaba, diye
duşundum. Ama neyse, geçelim bunu!

Sappho'nun Son Türküsü


Suskun gece, kaybolan ayın eldeğmemiş  ışığı;
 ve sen, görünürsün sarp kayalığın üstündeki sessiz ormandan günün habercisi;
 ey gözlerime tatlı ve doyurucu gelen bir zamanların görüntüsü; 
tanıyana kadar aşk ve yazgıyı; gülmüyor artık hiçbir tatlı manzara umutsuz duygularıma. Alışılmadık bir sevinç kaplıyor içimizi tozun dumana karıştığı tarlalarda, 
dingin havalarda, estikçe tozlu rüzgarlar dalga dalga. 
Ve Jüpiter'in ağır arabası  gürlerken başımızın üstünde, 
parçalar bulutlarla kaplı kapkaranlık havayı baştan başa.
Bize keyif veriyor dağlarda başıboş dolaşmak bulutlar arasında; 
derin vadilerde; korkuya kapılmış sürülerin kaçışlarını izlemek
upuzun uzanan ovalarda; ya da dinlemek kabarmış ırmağın uğultusunu 
belli belirsiz kıyısında ve ürkütücü taşkınlığını dalgaların.

Üstündeki örtü güzel, ey tanrısal gök.
sen de güzelsin ey buğulu toprak; ama
ne yazık, vermemiş bu güzellikten bir
parça gökler ve acımasız yazgı Sappho'ya.
Ey doğa, senin mağrur krallığına boyun eğdim tıpkı değersiz 
ve can sıkıcı bir konuk ve aşağılanan bir sevgili gibi; 
gönlümü ve gözlerimi çevirdim senin güzel şekillerine boşuna yalvararak.

Gülmüyor bana çiçekli, aydınlık tarlalar
ve doğu kapısından sabah güneşi;
selamlamıyor beni renk renk kuşların cıvıltısı;
hışırtısı kayın ağaçlarının;
ve salkım söğütlerin gölgesinin düştüğü yere
aydınlık sularını yayar berrak dere;
çeker kıvrımlı dalgalarını iğrenerek,
kıyısında tutunamayıp kayan
ayağımdan ve hızla dalar kokulu tarlalara.

Ne suç işledim, ne büyük hatam oldu ki,
daha doğmadan önce, gökler düşman kesildi yazgı astı suratını bana?

Ne idi günahım daha çocuk yaşımda, yaşamın kötülüklerden uzak çağında; 
öyle ki yaşamımın demir ipliği, gençlikten ve albenisinden yoksun, 
takıldı iğine katı yürekli Parca’nın.

Neler söylüyorsun;
ağzından çıkanı kulağın duysun;
Gizli bir güç güder olayları yazgının belirlediği; 
giz dolu herşey; ıstırabımızın dışında. 
Ağlamak için doğduk, bir üvey evlat gibi; 
nedeni tanrıların aklında gizli. 
Ey arzuları, umutları ilk gençlik yıllarının!
Ne ki, dış görünüşe, güzellere sonsuz
bir iktidar verdi Babamız insanlar arasında;
ister yiğit olsun, ister usta, liriyle, türküsüyle; 
parıldamıyor erdem çirkin bedende.

Öleceğiz. Çirkin kılıfımızı yeryüzünde
bırakarak; çıplak ruhumuz Dite'ye sığınacak; 
ve insanlara körükörüne yazı yazanın insafsız hatasını silip düzeltecek.
Boşuboşuna bir sevgi beni sana bağlayan: 
sonsuz bir bağlılık ve boş bir çılgınlık,  
karşılıksız bir arzudan doğan. Ama sen mutlu yaşa! 
Mutlu yaşadıysa yeryüzünde eğer ölmek üzere doğan. 
Düşmedi payıma tatlı içkisinden Jüpiter'in, 
sürahisinde kıskançlıkla saklı tuttuğu; öldükten sonra
düşleri ve imgeleri çocukluğumun. 
Ne çabuk geçiyor neşeli günlerimiz. 
Hastalık, yaşlılık alıyor yerini ve gölgesi soğuk ölümün.

İşte, tatlı yanılsamalar ve umduğum bunca zeytin dalından 
bir tek Tartarus kalıyor bana.
  Ve soylu ruhum cehennem karanlığında, yeraltı kraliçesinin 
ve suskun kıyıların malı oluyor.

Leopardi